Bizim kapitalizmin kurucusu olarak gördüğümüz İskoç filozof Adam Smith Milletlerin Zenginliği adındaki ölümsüz kitabında, eğitim ile öğretim arasındaki farkı gayet net ortaya koymuştur. Smith, eğitimin ulusal refah ile herhangi bir bağının olduğuna dair herhangi bir iddiada hiçbir zaman bulunmadı. Buna sadece serbest ticaret (aşırı kurallardan arındırılmış, dizginsiz bir rekabet) ve iş gücü bölümü katkıda bulunabilirdi.
Smith, eğitimin rolüne, bizzat bu refah üreten süreçlerin yan ürünü olan kopuş ve yaralanmaları telafi etmek için gerek
duyulduğunu söylüyordu. Serbest ticaret ve daimi rekabetin ürettiği yapay ortam ve çevrelerin dört şekilde psikolojik zarara yol açtığını anlamamız gerekiyordu: (i) Bu ortam ve şartlar işçileri korkaklaştırıyordu, (ii) aptallaştırıyordu, (iii) tembelleştirip uyuşturuyordu, (iv) ve hayvani ihtiyaçlar dışında her şeye karşı duyarsız hale getiriyordu. Ancak eğitim -ki o buna "eğitimsel öğretim" diyordu- kapitalizmin toplumda ve bireyde yol açtığı yaraları iyileştirebilirdi.
Kapitalizmin babasına göre, filozof çocukları ile sokak temizlikçilerinin çocukları arasındaki yegane fark, aldıkları
eğitimde yatıyordu. O, bizim seçkin ailelerin çocuklarıyla ilişkilendirdiğimiz kapasite ve yeteneklerin bütün çocuklarda var olduğunu öne sürüyordu, tabii, gençlerin büyük bir kısmı kasten düşünce ve muhakemeye dönük ders ve konulardan mahrum bırakılmadıkları sürece. Bu şekilde mahrum bırakılanlar "bozulur", ağır ve ciddi düşünmeye tahammülsüz hale gelirlerdi. En sıradan meselelerde dahi muhakeme güçlerini yitirirlerdi.
1960'ların sonlarına doğru benim icat ettiğim bu müfredat, korkaklık, aptallık, tembellik ve kayıtsızlığa bir karşı saldırı
olarak düşünülmüştü. Test sonuçlarıyla ilgisi yoktu. Bir öğretmen olarak yaptığım en iyi iş, daima aynı öncelikleri taşıyordu: Eğitim alma konusunda bir kararlılık gösteren herkesle kişisel bir ortaklığa girmek ve sonra da öğrencinin bizzat kendisinin belirlediği özel hedeflere ulaşmasına yardımcı olmak için bu ortaklık içinde çalışmak. Eğitimi istemeyecek kadar küsmüş ve tükenmiş olanlara okul öğretimini verdim. Zamanla, bunların bir kısmı da daha girişimci durumdaki sınıf arkadaşlarından ilham alarak okul rutininin dışına çıkmayı istediler. Diğerleri ise umutsuz vakaydı. Onlara seçkin çocuklara verilen öğretimi vermekle teselli buldum: bol bol uzun ve sağlam alıştırmalar yaptırarak yani.
Adam Smith haklıydı. Okullarda "parlak" diye nitelendirilen çocuklarla "aptal" diye tanımlanan çocuklar arasında, kasten mahrum bırakmayla oluşturulan dışında çok az fark vardı.
Tarihin en tuhaf ironilerinden biri de Adam Smith'in kendi yayıncısı tarafından, saflığı yüzünden azarlanması olmuştu. Zira onun ve Smith'in içinde bulunduğu sosyal tabakayı bir arada tutan şey, kendilerinin fırsatlarını en üst seviyeye çıkarmalarını sağlayan bilgiden insanların çoğunun kasten mahrum bırakılmasıydı. Eğer sırlar gelişigüzel dağıtılacak olursa ayrıcalık merdiveni çöker ve kendi öz çocukları kaşıklarını sıradan insanların karavanasına daldırmak zorunda kalırlardı. Bunu düşünmesi bile korkunçtu. Şu tanıdık "Bir parça bilgi tehlikeli bir şeydir:' ifadesi, Playfair'in buluşuydu. "Doğru düzgün" öğretim, "negatif" eğitimle sağlanırdı, işçi sınıflarının ya da yoksulların "okudukları şeyi, anlamalarına
yetecek kadar iyi okumalarına" asla izin verilmezdi.
Bizim genel olarak yaşantıladığımız okul öğretiminin tarifi 200 yıl önce bu kadar net ortaya konmuştu. Playfair, kamunun eğitiminin ulusal refahı arttırmayacağını, mahvedeceğini iddia ediyordu. Refah dolar ve sent üzerinden hesaplandığı sürece onun yanıldığını kim söyleyebilir? Eğer kapitalizm sistemi, sunduğu bütün avantajlarla birlikte yaşasın isteniyorsa "orta ve alt tabakaların eğitimi" bir kenara kaldırılıp onun yerine saygı ve itaat, kıskanma, kendine güvensizlik, aşırı istek gibi davranış ve alışkanlıklar konusunda psikolojik şartlandırma konulmalıydı.
"Bir tutam bilgi tehlikeli bir şeydir:' denmesi, sıradan insanların öğrenemeyecek kadar aptal olmalarından değil, tam tersine, öğrenmelerine izin verilemeyecek kadar zeki olmalarından kaynaklanmıştı. Toplumu bir arada tutan yanılsamaların farkına varan insanların sayısı artarsa halk tehlike oluşturmaya başlar.
Çok uzun zaman önce, Çin'de bu felsefeye tarih öncesi imparatorları bir ad vermişlerdi, "insanları aptal halde tutma politikası" diyorlardı buna. Birkaç bin yılın geçmesinin bu liderlik perspektifinde yaptığı tek değişim, tarz değişikliği şeklinde oldu: Modern çağda, liderler bu büyük yönetim sırrından artık ulu orta bahsetmiyorlar.
Eğitim Bir Kitle İmha Silahı / John Taylor Gatto