Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makalat-ı Kevseri / Allame Zahid El-kevseri

GrandFactor Çevrimdışı

GrandFactor

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
makalat-on-500x500.png
haz2.jpg


Arka Kapak: Elinizde tuttuğunuz eser, İslamî İlimlerin her dalında otoritesi –dostu-düşmanı– herkes tarafından teslim edilmiş bir imamın kaleminden çıkmış ilmî makalelerden oluşuyor. İtikadî, fıkhî hadîsî, tefsîrî, tarihî, siyasî… meseleler hakkında kaleme alınmış olan bu makaleler, kaleme alındıkları tarihten itibaren güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, aksine, giderek artan bir ilginin odağı olmuştur Bu toprakların yetiştirdiği İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî gibi bir kutup yıldızının eserlerini bu toprakların insanının istifadesine sunmak bizler için hem bir görev, hem de bir mutluluktur.




 
T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu şahsın İbn Teymiyye'ye yaptığı yalan isnad ve iftiralar bir yana...

Şu yazıyı bir oku:

Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve Selam Muhammed’in s.a.v. ve Aalinin ve ashabinin ve yolu uzerinde gidenlrin uzerine olsun. Bundan sonra:
Muhammed Zahid El-kevseri, zamanimizin buyuk ilim sahiplerinden birisidir. Osmanli’nin en son Seyhulislami olmustur. Kendisi bir yonden kör bir sekilde Hanefi ulemasini taklid etmekte iken, baska bir yonden ise(gizli ve zeki bir uslup ile, kurnazca) kendisini muctehid ilan etmis ve Ehli sunnet ulemasina ve hatta sahabeye kadar dili uzanmistir. Bununla birlikte kalmayip alimlerin irzina kadar dili uzanmis birisidir. Gorulecegi gibi, bu kisinin alimlere ve Selefe dil uzatmada haddi hesabi yoktur. Utanmadan sonuna kadar butun iftiralari kendi gorusune uymayan herkesin uzerine atmistir.

Bizler bu kisa risalemizde bu adamin gercek yuzunu Turkiye’deki muslumanlara sunacagiz. Umulurki bu kisiden uzak dururlar. Ayrica bu kisi hakkinda Arapca cok fazla kitap yazilmis ve cokca alim bu kisiden sakindirmistir. Ama Turkiye’de hala bu kisiyi savunanlar mevcuttur.
Ayrica bildigim kadari ile bu kisinin sapikliklarini ortaya koyan kimse olmamistir. Bu durum ise gercekten buyuk bir tehlikedir. Cunku Turkiye’deki bazi cemaatlerde hala Kevseri adli kisi bir alim gibi tanitilip sahabeye ve alimlere dil uzatmasi gormemezlikten gelinmektedir.
Bende bu tehlikeyi gordukten sonra Allah’a dua ederek elimdeki bu kisi hakkindaki bilgileri vakit darligi oldugu icin kisaca aciklamak istedim. Umarim Allah c.c. muvaffak kilar.
Ayrica sayfa numaralarini verirken hata yapmamaya calistim, eger hata gorurseniz umarim beni uyarirsiniz Allah beni ve okuyanlari ve butun muslumanlari affetsin.
Ayrica ben bazen Kevseri’nin kitaplarinda sayfa adi verdigimde, ve o sayfada verdigim nakiller bulunamazsa, bilin ki baska bir baskiyi kasd etmisimdir. Hepsi olmasada nakillerin bir kisminda Kevseri’nin kitaplarina donup muracaat etmeye calistim.

KEVSERI’NIN SAHABE VE TABIIN VE TEBEI TABIIN VE IMAM BUHARI’NIN ZAMANINDAKILERE KADAR YAPTIGI IFTIRALAR


SAHABEYE DIL UZATMASI:
Et-terhib adli eserinde soyle demistir: rivayetlerde teferrud eden sahabelerden imamin(yani Ebu Hanife’nin Allah ona rahmet etsin) yuzcevirmesi, iste bu sadece onun Rivayetlerdeki asiri derecedeki dikkatini gosterir. Buda Ebu hanife’nin akilli birisi oldugunun delilidir(no:24)(bunu Et-tenkil adli eserden naklettim no:193).
Derimki: Iste burada guya imam Ebu hanife rh. bazi sahabelerden hadis almadigini soyluyor. Sebebininde bu sahabelerin hata ettiklerinden kaynakladigini iddia ediyor. Halbuki bizler imam Ebu hanife’nin boyle bir sey yapmadigindan eminiz. Yani bu imam gidipte bile bile asla bazi sahabelerin gorusunden yuzcevirecek biris degildir. Bu sadece hem sahabeyi hemde Ebu hanife’yi kucumeyen bir sozdur. Ebu hanife eger bir hadisin muhalifine gore bir hukum verdi ise bu sadece hadisin ona ulasmamasindan kaynaklanir. Bu konuda alimerin cokca sozleri vardir. ben uzatmak istemiyorum.
Yani dedigine gore, bazi sahabelerde fikhi yonden hatalar varmis. Iste bu nedenle Ebu hanife onlarin bu rivayetlerini kabul etmemis. Yani Kevseri’ye gore imam Ebu hanife sahabeden daha ustun bir mertebede. Sahabenin sozunu bile, hatta rivayet ettikleri hadisleri bile sahabeden daha iyi anladigi icin, oyle her sahabenin rivayetini kabul etmemistir.
Et-talia adli eserinde ise, “eger Ebu hanife’nin bir gorusu ile bir sahabe’nin gorusu muhalefet ederse Ebu hanife’nin sozu takdim edilir. Imam Ebu hanife’nin gorusunu bir suru sahbenin gorusunun onune gecirmek icin bir sahabeden bir rivayet gelmesi yeterlidir” manasinda garip seyler soylemistir. Buda acik bir sapikliktir. Hic bir alim tarih boyunca her hangi bir muctehid alimin sozunu sahabe’nin sozunun onune gecirmeyi caiz gormemislerdir(no: 105-106).
Enes bin malik’e rh. dil uzatmasi:
Seyh Abdullah El-gumari soyle demistir: … Bundan daha da beteri ise Enes bin Malik’i r.a. bunamakile suclamistir. Sebebide Ebu hanife’nin mezhebine muhalif bir hadis rivayet etmesidir(Bide-u et-tefsir no:181).
Derimki: Seyh Abdullah’in gorusleride Kevseri’ye cok yakin olmasi ile birlikte, en yakin arkadaslarindan birisidir. ama yinede dayanamamis ve kendi arkadasinin sapikliklarini aciklamistir.
Iste gizlice kapali bir sekilde cok belli etmeden ve hile yaparak sahabalere saldirmistir. Iste boyle bir adamin kitaplari asla okunmamasi gerekir.


Abdullah bin Abbas’a rh. dil uzatmasi:
En-nuket adli eserinde, Hz. Muaviye’nin r.a. bir rekat ile vitir kildiginda, ve ibni Abbas’ta bir rekat kilmasi hakkinda soruldugunda su cevabi verdigi icin: “Sunnet’i yapmistir”.
Bunun uzerine Kevseri soyle demistir: Eger ibni Abbas’tan bu soz sahih bir sekilde rivayet edildi ise(ve zatende sahih), bu yaptigi sey takiyyeden kaynaklanmistir. cunku(ibni abbas) Hz. Ali’nin payragi altinda(Hz. Muaviye’ye karsi) savasmistir. Boylelikle genel olarak kurdugu meclislerinde dikkatli bir sekilde olmus olabilir(yani Hz. Muaviye’nin duyabilecegi bir yerde takiyye yapmasi mumkundur)…
Takiyye: Batil ve yanlis olarak gordugun bir seyi, dogru gibi gostermektir.
Bu sozun ustune imam Ahmed El-gumari(yukarida zikrettigimiz Abdullah’in kardesi) “Beyan Telbisu el-mufteri” adli eserinde soyle demistir: Ve Abdullah bin Abbas’a …(ima Ahmed El-gumari burada uzunca sahabeyi over ardinda soyle devam eder) Takiyye nisbet etmistir. Allah’in dininde kafasina gore takildigini nisbet etmistir. Ve Seria’tin hakikatlerini degistirdigini nisbet etmistir. Ve Allah Rasulune s.a.v. yalan soyledigini nisbet etmistir. Ve boyle sozleri birakin Abdullah bin Abbas r.a. gibi birisinden cikmasini, Allah’tan korkan bir muminin agzindan asla cikamaz.(sonrada yukarida zikrettigimiz Kevseri’nin sozunu nakleder, ardindan soyle devam eder) yani: (kevseri’nin iddiasina gore) ibni abbas ra.) Allah Rasulune s.a.v. ve Seriatine ve dinine yalan soylemis, ve Muaviye sunneti yapti derken boyle itikad etmedigini iddia etmis. Ve hatta sunnetin buna muhalif oldugunu iddia etmis. Ve(Kevseri’ye gore sunnet oda Ebu hanife’nin gorusu olan vitir’in uc rekat olmasidir. Iste boylelikle insanlari bile bile Peygamberimiz’in s.a.v. sunnetinden uzaklastirmaya gayret etmistir. Ve Peygamberimize s.a.v. yapmadigi bir seyi nisbet etmistir.
Iste bu dini az olan cerimet sahibine bak(Kevseriyi kasd ediyor), nasil Allah Rasulu’nun bir sahabesini ve amca oglunu kucumsuyor. Yapmadigi bir seyi ona nisbet ediyor. Hatta ayni sey her hangi bir multezim bir muslumana nisbet edilse Kabul etmez. Ve Sahabe oldugunuda hic dikkate almiyor. Nede(peygamberimiz s.a.v. ile) akraba olmasini dikkate aliyor(no:63)…
Ebu Hureyre’ye rh. dil uzatmasi:
Peygamberimiz s.a.v. bir hadiste soyle buyurmaktadir: Hic kimse kendi kardesinin(komsusunun) kendi duvarina bir tahta koymasina izin vermemezlik yapmasin(yani tavan yapmak icin)(buhari ve muslim rivayet etmistir). Bu hadisten sonra Ebu hureyre rh. soyle demsitir: Ben neden sizleri buna yuz cevirmis olarak goruyorum ki? Vallahi ben onu sizlerin iki omuzunun arasina atacagim.
Iste bu Ebu hureyre’nin ra. bu sozunde sonra, Kevseri “En-nuket” adli eserinde soyle demistir: Ebu hureyre, Mirvan zamaninda arada sirada Medine’de kadilik yapiyordu… ve (Ebu hureyre’nin ra.) su sozu ise: “Ben neden sizleri buna yuzcevirmis olarak goruyrum ki?” Ebu hureyre’nin konustugu kisiler boyle yapmayi vacip olarak gormediklerine delalet eder. Ve onlarda Sahabe ve tabiinler idi. Ve kendileri bu hadisi bilmemeleri imkansizdir. Ebu hureyre’nin soz karsisinda susanlar Ebu hureyre’ye muvafakat etti manasina gelmemektedir. Cunku kadi bazen mendub olan seydede asiriya kacabilir. Eger insanlarin mendub bir seyden uzaklastiklarini gorurse. iste Ebu hureyre’nin sozude bu ana hamledirlir.
Derimki: Iste boyle hileli bir sekilde manayi haktan uzaklastirmaktadir.
Seyh Ahmed El-gumari soyle demistir: (kevserinin dedigine gore guya, mana soyle olur) yani(ebu hureyre) mendub bir seyde asiriya kacti ve peygamberimizin s.a.v. demedigi bir seyi ona nisbet etti ve boylelikle yalan soyledi. Bu sahabe Peygamberimizin s.a.v. “kim bana bilerek yalan soylerse cehennemdeki yerini hatirlasin” hadiisni rivayet edenlerin arasindadir. Ve(Kevseri’nin iddiasina gore) sahabenin hepsi hakki soylememesine razi olup hakki soylemekten korkmuslardi. Ve hakkin kadilik yapan veasiriya kacan Ebu hureyre’nin dediginin tersi oldugunu bildikleri halde korkudan sustular. Ve zulumunden korktuklari icin hicte bir sey demediler. Yani Peygamberimiz’den s.a.v. hadiside Ebu hanife’nin sozune muhalif oldugu icin Kabul gormediler. (iste bunlarin hepsi sadece kevserinin asiriligindan kaynaklanmaktadir) Allah bir kisiyi bu kadar ileriye goturen bu taklide lanet etsin(no:64).
Derim ki: iste Kevseri, yavas yvas hileli ve cok gizli bir sistem ile sahabeye olan kinini bu gecmis nakillerde kustugunu gormekteyiz. Guya imam Ebu hanife’nin mezhebini savunuyor. Tarih boyunca hic bir Hanefi alimi hic bir sahabeye dil uzatmamistir ve bu Kevseri’nin dediginin yarisini dememistir. Peki buna ne oluyorda bu kadar asiriya gidiyor? Hani bu Kevseri iddiasina gore hanefi alimlerinin mensubu idi? O zaman neden hic bir Hanefi aliminin demedigi bu suclamalri ve iftiralari sahabelerin uzerine atiyor ki?
Bu adamin ic yuzunude sadece Allah c.c. bilmekte…
MEZHEP ULEMASINA DIL UZATMASI:
Imam Malik:

Imam Malik hakkinda, genel olarak kitaplarinda hep asagilayici sekilde zikretmistir. Kevseri kendi kitaplarinda Ebu hanife hakkinda kotu bir sey ifade eden zayif senedli rivayetlerin senedini belli edip, boyle zayif rivayetleri alimlerin kitaplarinda almamasini tavsiye ederken, baska bir yonden imam Malik hakkinda kotu hikayeler zikredip senedi zayif oldugu halde belli etmemistir(et-tenkil adli esere bak).
Imam Malik’in Ebu hanife hakkindaki bir sozu hakkinda, “Et-tenib” adli eserinde soyle demistir: … ve bunlardan su ortaya cikti ki, nisbet edilen kisilere bu sozler eger sahih ise, bunu soyleyen kisi Mucrim(cerimet sahibi) olur, ve boylelikle Cerimeyi yapan kisi cerimesinde nasl takip edilebilir ki?(no:116 Ahmed El-gumari’nin Beyan Telbisu El-mufteri adli eserinde naklettigine gore).
Ayni sekilde Kevseri kendisinin bazi raviler hakkinda isine gelmedigi yerde zayif derken, isine geldigi yerde de zikrettigi hikayeler ile ihticac edip kendine delil getirmektedir(beyan telbisu el-mifteri – ett-enkil adli eserden naklen).
Imam Malik sahabe torunlarindan olurken, imam Malik’in kole oldugunu zikretmistir. Buda aslinda perde altindan sahabeye dil uzatmaktir.(Et-tenib 100syf.)
Iste bu yaptigi sapikliklar nedeni ile imam Ahmed El-gumari, Kevseri’yi “Allah disinda Hanefileri kendine ilah edindigini” zikretmistir(beyan telbisu el-mufteri 70.syf.).
Imam Safii:
Et-tenib adli eserinde yine soyle demsitir: Safii kendisi icin Kureysli dedigi icin kim onun bu gorusunu Kabul ederse edebilir, ama bu ozellik onun ilminin daha ustun oldugu anlamina gelmez…(no:4)
Derim ki: Iste boyle insanlari imam Safii’den sogutmaya calismaktadir. Yani imam Safii kureysli bile olsa, Ebu hanife ondan daha ilimlidir demek istiyor…
Bundan sonra utanmdan Imam Safii’nin guvenilir birisi olmadigini iddia ediyor…
Yine 165. Sayfada soyle demistir: Ve ilginc olanida, mesela bin tane ravi ibni muin’den Safii’nin guvenilir olmadigina dair rivayet bulundugu halde bu rivayletlerin hepsine yalan denilirken, Ebu hanife’den veya onun ashabindan her hangi birisi hakkinda sadece bir ravi rivayet ettiginde Kabul edilmektedir(et-tenkil adli eserin 643. Sayfasina bak, orada kevseriye uzunca reddiye vardir).
Derim ki: Bizler sadece ibni muin’in imam Safii hakkinda guvenilir degil diye bir tane rivayet isteriz. Cunku Kevserinin bu dedigi yalandir ve boyle bir sey yoktur.
Burada Kevseri baska bir oyun oynamaktadir. Kevseri burada Ibni Muin diyerek, herkesin bildigi selefin buyuklerinden olan imam Yahya bin Muin’I kasd etmis gibi kendini gostermeey calismistir. Halbuki dedigimiz gibi bu imam oyle bir sey soylememistir. Sadece ibni Veddah diye bilinen Cerh tadil’de daha kendisinin mustakim olmayan birisinin bir sozudur. Iste nasil kevseri insanlari imam ibni Muin dedi diye kandirmaktadir? Acaba hic mi Allah’tan korkmuyordu?
Imam Ahmed bin Hanbel’e dil uzatmasi:
Et-tenib adli eserin 141. Sayfasinda Fukahadan az olmayan bir grup imam Ahmed’in fakih olmayip sadece hadis bildigini ve boylelikle fukahanin fikihini bilmeyen birisi fikihta bir sey soyleyemeyecegini zikretmistir.
Imam Ahmed Kevseri’de kafir birisi:
Imam Ahmed El-gumari soyle demistir: Ve o Ahmed bin Hanbel’i kufur ile itham etmistir. Bunu hileli bir sekilde zikretmistir. Ve bunuda imam Ahmed’in bir sozunden ilzam olarak almistir(yani mesela birisi derki: Allah goktedir: bidatci derki: sen Allah cisimdir dedin, bizde bunun uzerine sorariz: Biz Allah goktedir dedik cisim demedik. Cisim’i nereden cikardin? Der ki: gokte demek cisimdir demek, ve sizler cisimdir dediniz, ve Allah’a cisimdir diyen kafirdir, boylelikle sizde kafirsiniz. Iste ilzam bu sekilde olur. Yani soyle tarif edebiliriz: Muhalifin kabul etmedigi bir seyi onun sozlerinden o seyi kabul etmek zorunda birakmaktir. Ayrica yine bilinmesi gerekir ki kimi ilzam dogrudur ve kimi ilzam ise yanlistir)… ve onceden de dedigimiz gibi: Sen(kevseri) eger Peygamberimiz s.a.v. gelse ve sana Ebu hanife’nin hatalarini soylese, peygamberimizi bile tekfir etmeye tam manada hazirsin(Beyan Telbisu El-Mufteri no:80).
Sonrada, imam Ahmed bin Hanbel’in, imam Ebu hanife’nin sozlerini “Sidik”e benzettigini iddia ediyor(Et-tenib 143.s.). Halbuki bu sadece acik bir yalandir. Iste bu adam utanmadan boyle buyuk alimlerin sozlerini pis sokak agzi ile konusan terbiyesiz kisiler gibi gostermeye calismaktadir. Amacinin ne oldugunuAllah c.c. biliyor, ama gorunen: insanlar kalan mezheplerden sogusun ve Ebu hanife’nin mezhebne gecsin…
Selef zamanindaki buyuk alimlere dil uzatmasindan bir kac ornek:
Imam Sevri ve Evzai hakkinda terbiyesizce sozler soylemis ve zikrettkleri bir rivayet hakkinda, eger ikisi onu gercekten soyledilerse… diyerek alay etmistir(Et-tenkil adli eserin 471. Sayfasina bak, ve ardindan muellifin kevseriye verdigi reddiyeye bak).
Imam Ahmed’in oglu Abdullah’i yalan ile itham etmistir. Halbuki imam Abdullah’in bir imam olup guvenilir birisi oldugunu butun alimler soylemis ve icmaetmislerdir. Hic biri bu imam hakkinda kotu bir sey soylememistir(Et-tenkil 503).
Uzerinde icma edilen, imam Ebu Zur-a Er-razi’ye “dili uzun” ifadesini kullanmistir(et-tenkil no:560).
Imam Osman bin Said Ed-darimi’yi tecsim ile itham etmistir(Et-tenkil’e bak). Ben bu imam’in mudafasi hakkinda bir risale yazmistim. Orada butun alimlerin imam Darimi’nin Ehli sunnet’ten oldugunda icma ettiklerini isbat ettim.
Ibni Huzeyme’ye cok agir ifadeler kullanmistir. Halbuki ibni Huzeymenin alim ve imam oldugunda icmavardir (Et-tenkil no:657).
Buyuk imam Buhari’yede saldirmadan duramamistir. Ve imam Buhari’nin Ebu hanife hakkindaki bir sozu icin soyle demistir: Ebu hanife’yi tanimayan bir kisi ya haricidir… veya mutezilidir(bunu Et-tenib adli eserinde zikretmistir 48.s.). Yani imam Buhari’yi haricilik ve mutezilelik ile suclamis oluyor(Et-tenkil 657). Ama bilinmesi gerekir ki Kevseri’nin kendisi imam Beyhaki’nin Hasiyesinde aksine imam Buhari’yi savunuyor gibi kendini gostermeye calismistir. Ve Allah’in kelami hakkindaki harf ve ses meselesinden bahsederekn bunu yapmistir. Iste Kevseri’nin boyle yapmasi “ben imam Buhari’ye dil uzatmiyorum” diyerek kacmak icin bir acik kapi birakmak gibi bir seydir. Ama bizler Allah’in izni ile onun acik biraktigi kapiyida kapatiriz…
Meshur alim Muhammed bin Ebi Seybe hakkinda soyle demistir: Yalanci mucessim. Bir den fazla kisi yalanlamistir. Derim ki: Halbuki buyuk imamlar ibni Ebi seybe’nin guvenilir oldugunu ve Ehli sunnet imami oldugunu zikretmislerdir. Hic bir mutemed alim onu yalanlamamistir…(Et-tenkil).
Simdi ise bizler, Ehli sunneti mudafa etmek adina Kevseri’nin takipcilerine soralim: Eger dogru soyledi ise o cok fazla kisilerden sadece bes tanesini bizlere siralayin. Veya hocanizin yalanci oldugunu itiraf edin. sustuklari muddetce cevaptan aciz olduklarini gormus oluruz.
Buyuk imam Nuaym bin Hammad icin mucessim oldugunu soylemistir, halbuki bu imam hadiscilerin en buyuklerindendir(Et-tenkil).
Imam ibni hibbanhakkinda “Cerh ve tadilcilerin filazofudur” diye dalga gecmistir(kevseri bunu et-tenib adli eserinde zikretmistir no:132) ve 316. Sayfada ise “haktan uzaklasan birisi” oldugunu ifade etmistir.
Imam Ebu bekir El-mervezi ile imam El-berbehari’yi mucessimelik ile suclamistir(et-tenib no:205).
Imam Darukutni’nin “akide de dalalete dustugunu” soylemistir (et-tenib no:244).
Imam Ebu nuaym El-asbahani’nin “yalanci ve cahil” oldugunu bildirmistir.
Hatib bagdadi’yi “emanetinde ve diyanetinde kotu bir sekilde itham etmistir”, ve kendi “heva ve heveslerine uydugunu” soylemistir(et-tenib no:22).
Derim ki: iste bu sapik kisi, bu sozleri ile selefin hemen hemen buyuk ulemasinin cogunu silip atmistir. Bilinmesi gerekir ki, bu sapigin buyuk imamlar hakkinda kullandigi bu ifadeler sadece Cehmiyye firkasinin onde gidenlerinden cikabilir. Veya islamdinine kufurleri ve sirkleri ve sapikliklari sokmaya calisan bir “ingiliz Casusundan ve Ajanindan” cikabilir… en dogrusunuda Allah c.c. bilir.
PERDE ARKASINDAN BIR SURU SELEF ULEMASINA BIR ANDA AGIR BIR SEKILDE DIL UZATMASI:
Buyum imam Allame Muhaddis 168.hicri yilinda vefat eden “Hammad bin Seleme” hakkinda Musebbiholdugunu soylemistir(Et-tenib 186).
Ve yine Kevseri soyle demistir: Hammad bin Seleme’yi savunmak sadece ne dedigini bilmeyen birisinden cikabilir. Islam’i putlastirmaya calisan bir Akila yaziklar olsun, ve zayif kisileri mudafa etmeye calisanlarada yaziklar olsun.(Esma ve sifata yaptigi tahkikin 444.sayfasina bak).
Imam Allame Sefer El-havali (Allah onu korusun), Kevseri’nin bu sozlerini zikrettikten sonra soyle demistir: Halbuki bu imami Ibni Mubarek ve Ibni Muin ve Ahmed bin Hanbel ve Ali bin El-medini ve baska baska bir suru Sunnet imamlari mudafa etmisler ve savunmuslardir.
Abdullah bin Mubarek’in sozlerinden mesela: Basra’ya girdim ve oncekilerin izinden gidip onlara benzeyenler arasinda “Hammad bin Seleme” gibisini gormedim(Tehzibu el-kemal — tehzibu et-tehib).
Ibni Muin ve Imam Ahmed ve Ibni El-medini soyle demistirler: Eger bir kisiyi “ikrime” ve “Hammad bin Seleme” hakkinda dili uzattiklarini gorursen, o kisiyi dininde itham et(yani dininde bir sorun vardir) (Tehzibu et-tehizb – Tezkiretu el-huffaz).
Imam Ahmed onun hakkinda: Bid-at ehline karsi ondan daha fazla rivayet eden birisi bilmioyrum(Tehzibu el-kemal), diyerek sehadet etmistir(buyuk birisi oldugunu belirtmistir).
Seyh Sefer El-havali soyle devam ediyor: Peki o zaman Ibni Mubarek ve Ibni Muin ve Ahmed bin Hanbel ve Ibni El-medini vb. gibileri bu imam hakkinda mudafa edenler…
hepsi ne dediklerini bilmiyorlarmiydi?
Ve hepside islami putlastirmayami calisiyorlardi?
Ve hepside zayif kisileri mudafami etmeye gayret ediyorlardi?
Ey basiret sahipleri, biraz ibret alin.

Kevseri’nin (imam Hammad hakkinda) Musebbih dedigi sozleri, ibni Mubarek’in ayni kisi hakkinda oncekilerin izinden giden birisi olarak gormesi ile birlikte, nasil dogru olabilir ki?
Iste bu El-Cerkesi(Kevseri’yi Cerkesli olarak vasiflandirmistir) El-kevseri’ye gore Sahabelerdemi musebbih idi?
Ve ilginci, aralarinda Kevseri’de bulunmak uzere Hanefiler Ibni mubarek’i ve Ibni Muin’i Hanefilerden sayarlar. Ve gordugun gibi bu ikiside Hammad bin seleme’nin Kevserinin zikrettigi seylerden beri olduguna sehadet ettiler.
Hatta bizlere Ahmed bin Hanbel’in ve Ibni Muin’in ve Ibni El-medini’nin, Hammad hakkinda yaptiklari sahitlikten, Kevseri’nin islam dininde itham edilen birisi oldugunu anlamis olduk. Cunku Sifat hadiserini rivayet eden imam’a dil uzatti. Belkide bu Cerkesi(kevseri’yi kasd ediyor)islam’in icine girip islami bozmaya calisanlardandir(mason olma ihtimali olduugnu belirtiyor)(Talikatu Muhammed bin Mani adli eserin 111s. bak).
Derim ki: Ayrica o zamanlarda, heleki Turkiye’de Misyoner ajanlarin cok fazla cogaldigi bir zamandi. Misyonerler islami bozma adina ilim talebeleri yetistiriyorlardi. Masonlar bu yonde islama karsi cok buyuk bir mucadele vermistiler.
Iste burada da Kevseri’nin yine zekice hileli bir sistem kullanarak buyuk islam alimlerine dil uzattigini goruyoruz. Cunku kim “Hammad bin Selemeyi” overse o kisi… gibi sozleri, aslinda direk imam Ahmed bin Habel ve benzerlerine yoneltilmistir. Yani aslinda sunu demek istiyor:Imam Ahmed bin Hanbel ve ibni Mubarek ve… hepsi bu kisiyi ovdukleri icin islamda musebbiheligi ve putculugu yaymaya calisanlardandir.
EHLI SUNNET(HADIS EHLI) ALIMLERINE DIL UZATANLARIN AKIBETINI ALIMLERIN DILINDEN GORELIM
Allame imam El-hattabi, “El-gunye ani El-kelam ve ehlihi” adli risalesinde senedi ile imam Muhammed bin Ismail Et-tirmizi’nin soyle dedigini rivayet etmistir: Ben Ve Ahmed bin El-hasen Et-tirmizi Din imami olan Ebu Abdullah Ahmed bin Habel’de idik, ona Ahmed bin El-hasen soyle dedi:
Ey Ebu Abdullah, Ibni Ebi katile’ye Mekke’de hadis ashabindan bahsettiler. Ibni Katile soyle dedi: Hadisciler kotu bir kavimdirler. Bunun uzerine imam Ahmed bin Hanbel soyle diyerek ayaklandi: Zindik Zindik(Zindik: munafik demetir). Ve bunu taki eve girene kadar tekrarladi.
Derim ki: Iste bizde Kevseri’nin hadisciler hakkinda neler dedigini gorduk. Imam Ahmed’in dili ile ve imam Hattabi’nin ikrari ile Kevseri’ye “Zindik” demek yanlis bir ifade degildir elbette.
Yine senedi ile imam Ebu hatim Muhammed bin Idris El-hanzali Soyle demdigini rivayet etmistir: Bid-at Ehlinin alameti Eser ehline(hadis ravilerine) dil uzatmaktir. Ve Zindiklarinalameti, Eser ehliniHaseviyye(Mucessime vb. Gibi pis lakablar takmislardir) diye adlandirmalaridir. Ve bunu demek ile Eserleri(Hadisleri ve Sahabelerin ve Selef’in sozlerini) yok etmek isterler(burada dikkat edelim, demekki Kevseri vb. bu buyuk imamlara dil uzatarak bu buyuk imamlarin rivayetlerini yok etmek istemelerinden kaynaklanmaktadir.)… Derim ki(idris El-hanzali) Ve bu sozlerin hepsi asabiyetciliktendir. Ehli sunnete sadece bir isim uyabilir oda Hadis Ashabi(Ahsabulhadis)…
Derim ki: Bunun benzerini imam “Abdulkadir El-geylani” hazretleri “El-gunye” adli eserinde de zikretmistir. Ayrica imam Geylani hazretleri akide konusunda Es-ari’lere ve mutekellimlere muhalif birisidir. Selef cizgisi uzerinde giden ve Allah’in gooklerin ustunde oldugunu kabul eden buyuk bir Zat’tir.
Imam El-hattabi yine soyle demistir: Ve Allah c.c. Ehli Sunnet’in lakabini Sunnet alimlerini sevmek ile guzellestirip nurlastirmistir.(dikkat edelim, Kevseri vb. ise “Hamaad bin Seleme” gibi yukarida isimleri gecen ve hatta gecmeyen bir suru Hadis ehlini sevmemektedir.)
Derimki: Demekki Kevserinin kalbi Nursuz ve Guzellestirilmemis bir kalbtir.
Imam El-hattabi, Ehli sunnet alimlerini sayarken “Hammad bin Seleme“yi ve onun disinda Kevseri’nin dil uzattigi bir suru alimin ismini zikretmistir.
Sanirim hakki bulmak icin bu kadar soz yeterlidir. Umarim rabbim bizleri haktan ayirmasin, ve Kevseri gibilerinin serrinden butun Muslumanlari korusun.
SONRADAN GELEN BUYUK IMAMLARA DIL UZATMASI:
Buyuk Allame “Muvaffikuddin ibni Kudame El-makdisi”ye iftira atarakmutezile mezhebinin hak uzere oldugunu itiraf ettigini iddia etmistir(El-mekalat no:75). Halbuki bu sozu tarih boyunca hic bir alim dememsitir. Ayrica imam ibni kudame buyuk alim Geylani’nin talebesidir. Boyle bir alimin Mutezileden olmasi imkansizdir. Yani kevseri’nin bu dedigi acik bir sekilde hic bir delile dayanmayan tamamen bir yalandir.
Imam ibni Kuteybe’yi “bazi itikadi meselelerde felsefe yaptigini iddia etmistir”(el-mekalat no:60). Halbuki imam Ibni kuteybe bu iftiradan beridir.
Imam Zehebi’nin Mucessimeoldugunu soylemistir(Et-tenib no:318). halbuki imam Zehebi’ye boyle bir seyi isnad eden kimse yoktur. El-mekalet adli eserinde de yine imam Zehebi’ye saldirmistir(no:319).
Ve simdi bakalim Seyhulislam ibni teymiyye’nin imam Zehebi disindaki kalan ogrencileri hakkinda neler demis:
… ama Ibni kesir ve Salah bin Sakir El-kusubi ve Es-sems bin Abdulhadigibi onunla(yani ibni teymiyye ile) gencken bulusanlar, onun itikadi ile fitneye dusmuslerdir. bu nedenle bu kisilerin bu adam(yani ibni teymiyye) hakkindaki tercemeleri(imam ibni teymiyye’nin hayatini anlatmalari ve ovmeleri) Kabul edilmez(El-mekalat no:375).
Derim ki: Bilinmesi gerekir ki aksine butun alimler bu imamlari ovmuslerdir.
Yine ibni teymiyye’nin baska bir ogrencisi olan ibni kayyim’i ise acikcatekfiretmistir. Sozleri cogu kitabinda vardir. mesela Et-tenibe bak.
Sehyulislam ibni teymiyye hakkinda ise, kitaplarinin cogunda elestirmistir. Hatta bazen tekfirbile etmistir. Burada da Bedruddin El-ayni El-hanefi zamaninda cikan bazi sapik hanefilerin ibni teymiyye’yi tekfir ettiklerinde, imam Allame El-ayni El-hanefi’nin o sapik hanefilere verdigi reddiye’yi hatirlatmak isterim(Er-raddu el-vafir adli esere yazilan onsozlere bak).
Yine “Rasaili Es-subkiyye”nin basina dustugu notta, Seyhulislam ibni teymiyye’nin icma ile Kafir oldugunu zirketmistir????????? Derim ki:bilmiyorum acaba masonlarin icma’sindanmi bahsediyor. Onun disinda bizler Hanefi alimleri dahil butun alimleri ibni teymiyye’yi oven olarak biliriz.
Ibni Hacer El-askalani hakkinda ise, isine gelmedigi icin kendi hevesine uyarak bildigi seyi bilmeyip zikretmedigini soylemistir(Et-tenib no:7).
Seyh Abdullah El-gumari, Kevseri’yi bir gun evinde ziyaret ettiginde neler dedigini soyle anlatmaktadir: … ve onun(yani ibni hacer’in) sokaklarda kadinlari takip ettigini, ve arkalarindan ask siirleri okudugunu, vehatta gunlerden bir gun bir kadini takip ettigini ve taki evine vardiginda, ustunu acinca zenci bir kadin oldugunu gorup geri dondugunu zikretmistir(bide-u et-tefsir no:181).
Derim ki: Iste bu sapik alimlerin irzina bile dokunmustur. Ben dim soruyorum: Alimlerin irzina kadar acikca iftira atan bir kisi nasil alim olabilir ki?
Iste Kevseri’nin talebeleri ve onun yolunda gidenler, sabah aksam bizler Ibni Hacer’in yolu uzereyiz diye bagrirlar. Ama kendi hocalarinin bu sozunu ise perde arkasinda tutarlar…
Iste herkes bilsin ki bizler asla ve asla alimlerimizin irzina dokunan bir kisiyi tanimayiz. Ayni sekilde o kisinin talebelerini ve onun yolundan gidenleride asla tanimayiz. Cunku bir alimin irzina dokunan bir sapigi sevip yolundan gitmek onun bu sapikligina bir yonden ortak kosmaktir.
Imam Sevkani’nin ise bir “ummet dusmani” oldugunu zikretmistir. Halbuki imam Sevkani buyuk alimlerdendir. Hatta ben imam Sevkani’nin zamaninda yasayan ondan daha bilgili hic bir alim tanimamaktayim. Ama belki Kevseri, imam Sevkani’nin Selef akidesi uzerine olduguna kizmistir. Veya imam muhammed bin Abdulvehhab’i kendisinin bir nebze bile olsa fikri bakimdan destekledigini gordu ise, bu nedenden Ummet dusmani derken “Cehmiyye’nin dusmani” veya “Masonlarin dusmani” demek istemistir(El-mekalat no:368). En dogrusunu Allah c.c. bilir.
ALIMLERIN KEVSERI HAKKINDAKI SOZLERI:
Bu konudaki butun alimlerin goruslerini zikretmek imkansiz oldugundan sadece isimlerini ve gerekirse kisaca bazi sozlerini zikretmek ile yetinecegim insallah.
Ayrica asagida kitaplarini zikredecegim alimlerin isimlerini zikretmiyorum(sadece kitaplarinin disindan nakiller yapacaksam zikredecegim).
1- imam Suleyman Es-sani.
Kevseri’yi iyice tanidiktan sonra soyle demistir: Bana gozuken bu adam yalan soyluyor(Taliatu et-tenkil adli eserin 257.sayfasinin hamisi).
2- Buyuk Muhaddis Muhibbu ed-din El-hatip.
Kevseri’yi tam tanimadan ovuyordu ve onun kitaplarina onsoz bile yazmisti. Ama sonradan halini ogrenince yazdigi yaziya soyle baslamistir:Alimlere olan dusmanligi bir siniri olup durmasi gerekir.
Yine yazisini Soyle bitirmistir: Iste kemalistlerin baslattigi gerekceyi hala Selef’in mevkisini ve mertebesini bilen bir ulkede tamamlamaya bir luzum yoktur(Kevseri hayatinin son donemlerinde Misir’da yasamistir. Boylelikle fitneyi Turkiye’den Misir’a tasimistir)(Ez-zehra adli dergide, Kevseriye yaptigi guzel sozlerden sonraki cikan dergide yayinlanmistir. Talikat Muhammed bin Mani adli eserin 41.sayfasina bak).
3- Muhammed Halil El-herras.
4- Muhammed Behcet El-beytar.
5- Abbas El-azzavi.
Imam Ahmed bin Hanbel’in oglu imam Abdullah’in yazdigi kitab hakkinda Kevseri “mucessimeleren kitabi” dediginde, imam Abdullah’in kitabini savunmustur. yine Selefin cogu kitabini kevseriye karsi savunmustur(Talikatu muhammed bin mani no:50).
6- Mubarek El-mili.
7- Abdulaziz Er-rasid.
8- Abdulaziz bin baz.
9- Muhammed Nasiruddin El-elbani.
10- Mikbil El-vadii.
11- Seyh Allame Sefer el-havali.
12- Es-sems El-efgani.
13- Muahmmed Ahmed Abdulkadir.
14- Muhammed Lutfi Es-sabbag.
15- zamanimizin buyuk muhaddislerinden olan Muhammed bu Hubze Et-tutvani.
16- Sadik Selim.
17- Suleyman El-alvan.
18- Muhammed Abdurrazzak Hamza.
“El-mukabele Beyne El-hedyi ve Ed-dalal” adli eserinde, Kevseri’yi Mubahale’ye cagirmistir(no:46) (Mubahele: Iki taraf ihtilaf ettikleri zaman, her ikiside karsilasrlar ve kendi ailelerini toplarlar, ve “eger biz batil uzeresek Allah’in lanetu uzerimize olsun” derler. Ayni sozu her iki taraf soyler ve bu sekilde ayrilirlar. Taki Allah c.c. lanetini ve gazabini hak olmayan taifeye indirene kadar. Ve bu Seriatta vardir ve Kuran ile sabittir. Ali Imran’in 61. Ayetine bak).
KEVSERI’YE KARSI REDDIYE AMACI ILE YAZILAN MUSTAKIL ESERLER
Bildigim kadariyla elime gecen kitaplarin cogunu siralayim insallah:
1- “Et-tenkil bima fi tenibi El-kevseri min El-Ebatil”. Yazari: imam Allame Abdurrahman El-muallimi El-yemmani(zamanindaki Yemen’in en buyuk Muhaddisidir).
Cok onemli: Bu yazdigim kucuk risalede eger “Et-tenkil” dedi isem bu kitabi kasd etmisimdir. Sanirim en cok nakili bu kitaptan yaptim.
2- “Tenzihu El-imami Es-saffi an metaini El-Kevseri”. Yazari: yine imam Allame Abdurrahman El-muallimi El-yemmani yazmistir. Bu kitabi sadece imam Safii hakkinda mudafadir.
3- “El-kevseri ve Teaddihi ala Et-turas ve Beyani Halihi fi Muellefatihi ve Talikatihi”. Yazarlari: bir: Yukarida adi gecen allame El-muallimi. Iki: Muhammed bin Abdurrazzak Hamza. Uc: Nasiruddin El-elbani(bu eserde bu uc alimin sozleri toparlanmistir).
4- “Beraetu Ehlu Es-sunne min El-vekiati fi Ulemai El-umme”. Yazari: imam Allame Bekr Abdullah Ebu Zeyd.
5- “Beyan Telbisu El-mufteri Muhammed Zahid El-kevseri”. Yazari: Seyh Ahmed El-gumari.
Derim ki: imam Ahmed El-gumari’nin Kevseri’ye olan cok fazla reddiyesi vardir. bu konuda bir cok eser yazmistir. Ama malesef kitaplarinin hic birine ne oldugu belli degil. Sadece bu kitabinin bir kismi elimize gecmistir. Kalanlarini buyuk ihtimalle Kevseri’nin adamlari piyasadan yok etmislerdir. Imam Ahmed’in bu eserinden bazi nakilleri bu yazdigim risalede yapmistim.
6- “Havle Terhibi El-kevseri ve beyani halihi”. Yazari: Imam Muhammed Abdurrazzak Hamza(adi gecti, bu risalesi nasil baska risaleler ile basildi ise ayni sekilde mustakil bir eser halinde basilmistir).
7- “Zahid El-kevseri Ve erauhu el-itikadiyye Ardun ve Nakd”. Yazari: Seyh Ali bin Abdullah El-fuheyd. Bu eser bir mastir tezidir. Ve Kevseri’ye cok muthis reddiyeler vermistir.
8- “Talikatu el-allame Muhammed bin Mani ala Mekaleti El-kevseri ve Badi Kutubihi”. Toparlayan: Seyh Seleyman bin Salih El-harrasi.
Derim ki: gecmis alimlerinin Kevseri hakkindaki sozlerini ve isimlerini hemen hemen hepsini bu eserden naklettim.
9- “Beyan Muhalefetu El-kevseri li Itikadi Es-selef”. Yazari: Seyh Dr. Muhammed Abdurrahman El-hamis.
SON OLARAK:
Benim en cok dikkatimi ceken sey ise, Kevseri bazen bir alimi tekfir ederken baska bir yerde tekfir ettigi kisinin sozleri ile kendisine delil getirmesidir. Ayni sekilde bazi yerlerde imam Malik ve Safii’yi zikrettigimiz gibi yerin dibine sokmaya calisirken, baska bir yerde “Allah razi olsun” diyerek ovmektedir. Ayni sekilde imam Hafiz ibni hacer’in zikrettigimiz gibi irzina dokunurken baska bir yerde ise sozleri ile ihticac edip delil olarak zikretmektedir.
Iste bu Kevseri’nin acik bir sekilde uyusmazsizlik icinde oldugunu gosteriyor. Daha ilgincide hala gunumuzde Kevseri’nin bu tarzini savunanlar bulumaktadir.
Iste Kevseri’nin bu hali bize onun Mason olma ihtimali oldugunu daha da doguruyor ve guclendiriyor. Yukarida da isaret ettigimiz gibi Kevseri’nin bu durumu Muslumanlara karsi oyun oynamak adina idir. Yani eger biz ona dersek: Sen ibni Hacer’e iftira atiyorsun? Diyecekki: Olurmu oyle sey, bak ben surada burada onu ovdum…
Yani bir alimi kotuledigini belli etmemek icin bir yerde kotulerken baska bir yerde is ovuyor, ki alimleri kotuledigini iddia ettigimiz zaman kacacak bir kose bulabilsin…
Iste oun yaptigi bu oyunu su anda talebelerinin bir kismi devam ettirmektedirler. Allah c.c. onlari islah etsin.
Onlarin kullandigi bu tavir ve hile, gercekten cok tehlikeli bir tavirdir. Cunku bir yonden alimlere saldirirken baska bir yonden saldirdigini belli etmemek icin onlari ovmektedirler. Bu klavuz tamamen bilindigi gibi Misyonerlerin klavuzudur. Bunuda unutmamak lazim. Misyonerlerin en buyuk onemide, kendilerini belli etmemek icin soyledikleri seylerin cogunu dogru soylerler. Bununla birlikte batil olan seyleri ise cok azdir, ama yavas yavas dinin icine sokarlar. Sonunda bir de bakariz, islam dini kokunden gitmis…
Iste hala halini anlayamadigimiz Kevseri, sozleri mutanakiz ve uyusmassiz. Alimlerin irzina kadar dokunmus birisi. Umarim Allah butun muslumanalari Kevseri’nin ve onun talebelerinin serrinden korur.
Sunuda unutmamak lazim; Bizler icin Kevseri’nin mason olup olmamasi o kadar fazla onemli degildir. Ister olsun ister olmasin, bizler icin onemli olan bu kisinin alimler hakkindaki attigi iftiralardir. Ve eski Cehmiyye’nin yolunu Ehli sunnet menheci perdesi altina sokmayi basarip talebelerinin bu gun bu sapik menheci gutmesidir.
Eger bu sapik sapikliligini Ehli sunnet menheci altina soktu ise, Allah’in izni ile bizlerde onun perdelerini kaldirarak ne oldugunu kesfedebiliriz ve kesfedecegiz insallah. Allah c.c. bizlerin ve butun muslumanlarin yardimcisi olsun.
En dogrusunu Allah c.c. bilir.
Salat Selam Muhammed’in s.a.v. uzerine olsun. Hamd Allah’a mahsustur.
 
GrandFactor Çevrimdışı

GrandFactor

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İmam Kevserî Büyük Sahâbî Enes b. Mâlik’e ‘Bunak’ mı Dedi?

Müfterî: “Zahid el-Kevserî’nin Makâlât’ında sahabe hakkında söylediği sözlerle başlayalım! El-Kevserî, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sahabelerine dil uzatan, hakaret eden birisidir; büyük sahabi Enes b. Mâlik (Radıyallahu anh)’e “bunak” diyor. Büyük sahabi Enes’in fıkıh bilmediğini, fakih olmadığını iddia ediyor.” [1]

Enes, en çok hadis rivayet eden sahabelerdendir. En alim ve en fakih olan sahabelerdendir. Bütün ümmet bunda ittifak etmiştir. Oysa Kevserî kalkmış Enes’e “bunak” diyor, “fakih değildi” diyor. Selef imamları da der ki, eğer sahabelere dil uzatan birini görürseniz, bilin ki o, bid’at ehlidir, sapıktır. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, sahabelere dil uzatanlara lanet etmiştir.

CEVAP

“Bunak” ne demektir? (“Bunamak: Çağatay (lehçesi) bön, yani şaşkın ve sersem olmak. Bunamak; ihtiyarlayıp, ma’tûh (aklı kıt) ve fertût [2] olmak, ateh (akıl noksanlığı) getirmek, fersûdeleşmek (eskimek, aşınmak, yıpranmak, Lüğat-ı Nâcî). [3]

Enes (Radıyallahu anh)’e “bunak” diyene de, İmam Kevserî’ye bu iftirayı atana da Allah (Celle Celalühü) adaletiyle muâmele etsin! Meydanı boş bulunca, nasıl da Kevserî’ye iftira atıyorsunuz. Siz hitap ettiğiniz câhil kitlenin verilen kaynakları okuyamayacağını, ufak tefek okuyanların da maslahat icabı iftiraya sessiz kalacağını nasılsa biliyorsunuz. Ama biz belki iyi niyetli birinin işine yarar maksadıyla, o kaynakların basılmış halini ve bir kısmını tercümeleriyle vereceğiz:

Kevserî, Te’nîb (s. 117)’de şöyle diyor:

“Enes yaşlılığı zamanında rıdh’ı/belli olan paydan başka bir mal vermeyi rivâyet etmekte tek kalmıştır. Nitekim o, Katade rivâyetinde deve sidiklerini içme rivayetinde ve Uranilerin cezalandırılması hikâyesini rivâyet etmekte tek kalmıştı. Ebû Hanîfe’nin görüşünden biri de, sahabe âdil, Allah (Celle Celalühü)’dan korkan, dindar ve yalan söylemeyen kimseler ise de, okur-yazar olmamaktan kaynaklanan zabtı az olmak ve yaşlılık gibi şeylerden masum değillerdir. Rivâyetlerin çelişmesi halinde, yanılmış olmak zan mahallinden uzak kalmak için, sahabenin fakih olanının rivâyeti fakih olmayanının rivayetine, yaşlı olmayanın rivayeti de yaşlı olanın rivayetine, tercîh edilir.”

Kevserî, et-Terhîb, s. 332’de de Yemânî’nin et-Tenkîl’inde “Kevserî Enes (Radıyallahu anh)’e ve Hişâm b. Urve’ye ta’netmekle haddi aştı. Hatta ona yalan isnad etti.” şeklindeki sözü münasebetiyle şöyle diyor: “Bu sözü, onun/Yemânî’nin, yolunda olduğu davada en açık iftirâları söylemekten (bile) kaçınmayacağının en açık delillerindendir. Çünkü bu, iki tarafıyla da diğer iftirâları gibi apaçık bir batıldır. Zirâ benim Enes (Radıyallahu anh) hakkında en çok yaptığım, Ebû Hanîfe’nin mezhebinin onun rivayetlerinden bazılarını seçmek olduğunu nakletmektir. Bu da ilim sahiplerinin kitaplarında meşhûrdur. Bunda Enes’e bir ilişme yoktur. Yaşın büyük olması yaşayacak olanlar için kaçınılamayacak bir husustur. Yaşlılık, kişinin hafızasını gençlik zamanında olduğu gibi bırakmasa da Allah’ın nimetlerindendir…”

Bu sözlerden ‘bunak’ sözünü anlayabilmek için harbi bunak veya hâin bir iftirâcı olmak gerekmez mi?

İmam Kevserî Sahâbî Muâviye İbnü’l-Hakem’e hakaret mi etti?

Müfterî: Aynı El-Kevserî: büyük sahabi, Muaviye b. Ebî’l-Hakem (Radıyallahu anh)’e de dil uzatır, ona hakaret eder. Bu sahabi için, onun fakih olmadığını söyler, onun namazda konuşacak kadar (cahil) olduğunu söyler, belasını bulmuş biriydi, hadisleri mana ile rivayet ederdi, der. [4]

CEVAP

Evvela sahabinin ismini düzeltelim: “Muaviye b. Ebî’l-Hakem” değil, “Muaviye İbnü’l-Hakem.”Hangi “talikât?” Bu dolduruşa gelmiş bir kimsenin tutumudur… Kevserî gösterilen yerlerde (s. 94)’de ”Câriye Hadisi” diye bilinen rivâyetin sened ve metin bakımından muztarib/çelişik bir rivâyet olduğunu, büyük bir muhaddis dirâyetiyle ortaya koymaktadır. Cesaretiniz varsa, buranın metnini, o “kafasını bulandırmayalım” bahanesiyle uyutmaya çalıştığınız adamlarınıza doğru bir şekilde tercüme edin de, kararı onlar versinler, olmaz mı?

Kevserî, Tebdîdü’z-Zalâm’ının 95. sayfasında Muaviye hakkında sadece şöyle diyor:

“Hâdiseyi anlatan Muâviye sahâbenin fakihlerinden değildi. Tahkikte bu hadisten başka rivâyeti de yoktur. Aksine o, namaz hakkında konuşan bir Arâbî idi.” Bununla ondan çok daha ileri olan sahâbe’nin mekân bildirmeyen rivâyetlerinin, onun rivâyetine tercih edileceğini, değilse “eyne”/nerede?” sözünün “hangi makamda ve rütbededir” manasında olduğunu söylemektedir. Bunda hangi hakaret vardır? Bir mümin böyle bir iftirâya nasıl cesaret edebilir?

Yine, el-Makalât (s.349)’da bu iftirâlardan hiçbirisi bulunmadığı gibi, Muâviye hakkında da tek bir söz söylenmemiştir.

Bu kaynakta sadece şöyle denilmektedir: “Eyne/nerede?” süâli hakkında gelen câriye hadisine gelince, senedinde ve metninde ıztırâb vardır. Nitekim ben, bu ıztırâbı İbnü’l-Kayyim’in en-Nûniyye’sinin reddinin (es-Seyfu’s-Sakil’in) Tekmile’sinde (s.90-95) ve el-Esmâ ve’s-Sıfât üzerine yaptığım Tâ’lik’de şerhettim.”Burada bu iddiâların hangisi var ey müfterî!

Müfteri: Bütün bunları, onun rivayet ettiği Müslim hadisini inkâr etmek için yapar. Çünkü Muaviye b. Ebî’l-Hakem, Müslim’de gelen cariye hadisinin sahibidir. Bu hadiste, cariye, Allah’ın gökte olduğunu söyler ve Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu tasdik eder. O cariye için “bu, müminedir” der. Sahih Müslim, Kitabü’l Mesâcid, ki ehl-i sünnet ve’l-cemâat itikad olarak Allah (Celle Celalühü)’ın gökte olduğunu kabul etmektedir.

CEVAP

Allah (Celle Celalühü)’a adres arayıp göstermek ve onun mekân manasında olarak göklerde olduğu inancı, ehl-i sünnet’in görüşü değildir. Ebû’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Def’u Şübehi’t-Teşbîh’inde sergilemektedir. İsterseniz onu bir okuyun, olmaz mı?

Hem Kevserî, sizin iddiâ ettiğiniz gibi, bu hadisi temelden inkâr etmiyor, mekân manasında olmayan lafızlarını kabûl edip, mekân manasında olanları şâzz kabûl ediyor ve bu vasfıyla Allah (Celle Celalühü)’ın sıfatlarında delil olamayacağını söylüyor, o kadar. Şâzz olmanın isnâdın sahihliğine mânî olmayacağını öğrenip de gelin, olmaz mı? İmâm Kevserî fakih olmayan sahâbîlerden hadis almıyor muydu?

Müfterî: “Aynı el-Kevserî, Ebû Hüreyre gibi, Enes gibi bazı büyük sahabelerden hadis almaz. Onların fakih olmadığı, sadece muhaddis olduğu gerekçesi ile” [5]

CEVAP

Burada da bir iftirâ var. Kevserî, verilen kaynakta sadece, fakih olan ravinin rivâyetinin, fakih olmayan ravinin rivâyetine veya daha fakih olanın, az fakih olanın rivâyetine tercîh edileceğini söylemektedir. Bu hususta Hatîb el-Bağdâdî’nin El-Fakih ve’l-Mütefakkıh’ine -bakabiliyorsanız- bir bakınız. Kevserî verdiğiniz kaynakta Enes’ten hiç bahsetmemekte, Ebû Hüreyre’den de fakihliği rivâyetinden öne alınarak şöyle söz edilmektedir:[6]

“Ebû Hanîfe’nin usûlünden biri de, (rivâyetin kabûl edilmemesinin sebeplerinden birinin), râvînin yaptığı rivâyetle amel etmemiş olmasıdır. Ebû Hüreyre’nin, köpeğin sudan içmesi sebebiyle, kabın yedi defa yıkanacağına dâir olan rivâyeti gibi. Çünkü bu rivâyet onun fetvâsına terstir.”

Şimdi bu müfteriye soruyoruz: Burada şu iftirâlarınızdan hangisi vardır? Tam aksine, bu kaynakta Ebû Hüreyre’nin fakihliği ön plana çıkarılmaktadır…

Müfterî: Kevserî İbn Huzeyme’yi cahil olmakla suçlar. Bu cehaleti ile böyle bir kitap yazmaması gerektiğini söyler.[7]

CEVAP

Bu da ona yapılan bir iftirâ. Yukarıda da geçtiği gibi, Kevserî İbn Huzeyme’nin büyük bir fıkıh ve hadis âlimi olduğunu itirâf eder; lâkin, onun ilm-i kelâmı iyi bilmediğini itirâf ettiğini, muhaddislerin imâmlarından İmam Beyhakî’nin isnâdıyla yaptığı rivâyete dayanarak söyler.[8]

[Seyyid Ali hoşafçı, selefilik adı altındaki görüşlere selefice cevaplar]


[1] et-Te’nib, s. 117; et-Terhib, s. 332.

[2] Fertût: Bunak’ın Farsçası.

[3] “Hüseyin Kâzım Kadri Bey, Türk Lüğatı: II, 800

[4] Ta’likat, s. 421; Tebdil ez-Zalam, s. 94; el-Makalat, s. 349.

[5] et-Te’nib, s. 223.

[6] et-Te’nib, s. 223-224.

[7] Ta’likat, s. 267.

[8] el-Esmâ ve’s-Sıfât, s. 340. (Hüseyin avni hoca Guraba dergisinden alıntı)
 
T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Peki hadis alimi Darimi'ye ve Şam ehlinin Şeyhülislam dediği İbn Teymiye'ye "Mücesseme" ithamını nereye koyacaksın?

http://www.muwahhid.info/makale.php...D%F0%FD%20M%FCcessime%20itham%FDn%FDn%20reddi

Bismillahirrahmanirrahim.


Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye’nin Mücessime olmakla itham edildiği bu tür yazılarla sürekli karşılaşmaktayız. Bu alim daha hayattayken –haksız yere- bu ithamlara maruz kalmıştır. Bazı değersiz kişiler şeriat muhafızı bu değerli alimi küfürle itham ettiler. Bazıları da sapıklığa nispet ettiler. Yaşadığı dönemde bizzat kendisi fikirlerinin savunucusu durumundaydı ve herhangi bir mecliste muhalifleri tarafından susturulduğunu bilmiyoruz. Daha sonra onu savunma vazifesini başta kendi yetiştirdiği talebeleri olmak üzere çağdaşı olmasa dahi onun engin ilminden istifade eden bir çok ehliyetli alim üstlenmiştir. Bu alimler İbn Teymiye’nin eserlerinde onun küfrünü gerektirecek bir kavlinin olmadığını beyan etmişlerdir.

İbn Hacer el-Askalani (ö.h.852) şöyle der:

"Onun hakkında söylenen sözlerin birçoğu nefsi birtakım mülahazalar ile söylenmiştir. Onun eserleri kendisini tecsim ile suçlayanları haksız çıkaracak sözlerle doludur. "

Şâfiî mezhebinden İmam Salih b. Ömer el-Buhıtkînî (868/1463-1464) şöyle der:

"Ben İbn Teymiyye'nin bu zamana kadar okuduğum kitaplarında onun küfrünü, zındıklığını gerektirecek bir sözüne rastlamadım. Onun kitaplarında kişiyi ilim ve dinde yükseltecek bid'atçılar ve sapıklarla mücadele gibi meziyetlere rastladım.

Hanefi mezhebinin imamlarından Abdurrahman b. Ali (835/1431-32)'nin şöyle diyor:

"İbn Teymiyye'den onun küfrünü, fıskını ve dinde çirkinliğini gerektirecek bir şey nakledilmemiştir."

Hanefî mezhep âlimlerinden Bedruddin el-Aynî (855) de şöyle demiştir:

"Kim onun kâfir olduğunu söylerse o kâfir olur. Kim onu zındıklığa itham ederse o zındıktır. Bu sözler ona nasıl nisbet edilebilir? Onun kitapları her tarafta yayılmıştır ve onun kitaplarında sapıklık ve tefrikaya işaret eden hiç bir şey yoktur.

(Alimlerin bu kavillerini Sait Şimşek nakletmektedir. Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, “İbn Teymiyye” maddesi)

Yukarıda ki yazıda mücessime olmakla itham edilen Osman bin Said ed-Darimi (ö:280)ise sıfatlara iman hususunda selefin yoluna tabi olan bir alimdir. İbn Teymiyye onu över ve selef akidesine nispet eder. Hafız Zehebi’de (673-748) “el-Uluvv” adlı eserinde ondan nakilde bulunur ve haberi sıfatları ispat hususunda biraz aşırıya gittiğini söylemekle beraber o da bu alimi över. Onun Yahya bin Main ve İbnu’l-Medini’den hadis tahsil ettiğini ve ilim bakımından “Sünen” sahibi Ebu Muhammed ed-Darimi (h.181-255)’ den aşağı olmadığını nakleder.

(El-Uluvv, sh:238-239, Ummul-Kura yayınları, 2009)

Ona Mücessime yakıştırmasını yapan kişi ise Zahit el-Kevseri (ö.1371) adında Cehmi’dir. Söz konusu yazıda da Kevseri’nin iddiaları dayanak olarak alınmıştır. Şu bilinmelidir ki Kevseri’nin Mücessime demesiyle Said ed-Darimi mücessime olmaz. Kevseri bazı sahabelere ve bir çok selef alimine de bu şekilde saldırmıştır. Sahabelerden Enes bin Malik ve Muaviye bin el-Hakem’i tahkir eder ve muhaddislerden Abdullah bin Ahmed bin Hanbel, İbn Huzeyme’, İbn Ebi Hatim er-Razi, İbn Ebi Şeybe ve daha birçok alime tan eder, onları tahkir eder ve yer yer küfürle itham eder. Ve yazdıkları eserleri “Putperestlerin kitabı” vb. kötü isimlendirmelerle isimlendirir.

Bu yazının sahipleri İbn Teymiyye’yi mücessime olmakla suçluyorlar.İbn Teymiyyenin eserleri ise tecsimi reddeden sözleriyle dopdoludur.

Fakat, Kevseri olsun, onun yolunu takip eden diğer kesimler olsun meselelere kelamcıların usulü ile yaklaştıkları için işin içinden çıkamıyorlar. Her hangi bir alimin dilinden ‘’’hareket’’’lafzını duydukları zaman, bir kütlenin bir halden başka bir hale geçişini tahayyül ediyorlar. Aynı zihniyet ‘’’nüzul’’’lafzını duyduğu zamanda Allahın birinci semaya mahlukatın altına indiğini mahlukatın Allahın fevkinde olduğunu anlıyorlar. ’’İstiva’’ lafzını duydukları zaman Allahın göğün içine hulul ettiğini anlıyorlar. Yani bu sözleri kendi akıllarının kavrayabildiği kadarıyla manalandırıyorlar ve bu sözleri söyleyenleri mücessime olmakla, müşebbihe olmakla itham ediyorlar. Onların takip ettikleri bu usul Cehmiyyenin takip ettiği usulle aynıdır. Cehmiyye de aynı gerekçelerle selef imamlarını müşebbihe olmakla itham etmişti.

Şimdi de aynı çarpık anlayışın sahibi olan bazı kimseler zorlama yorumlarla ve kavillere kendi hevalarına göre anlamlar yüklemek suretiyle İbn Teymiyye ve takipçilerini küfür itikadı taşımakla suçluyorlar.

İbn Teymiyye şöyle diyor:

Fakat öncelikle bilmek gerekir ki hareket, intikal, tağayyür, tahavvül ve benzeri kelimeler, mücmel lâfızlardır. Kelâmcılar, hareket kelimesini sadece mekândaki hareket için kullanmışlardır. Bu da bir cismin, önceki tarafın boş, ikinci tarafın dolu ve meşgul olacağı şekilde, bir mekândan diğer bir mekâna intikal etmesidir. Meselâ vücudumuzun, bir yerden başka bir yere hareketi, havanın, suyun, toprağın, bulutun, önceki mekânın boş, ikinci tarafın dolu olacak şekilde bir taraftan diğer tarafa hareketi böyledir. Kelâmcıların ekseriyeti, hareket için bunun dışında bir mânâ bilmemektedir.
İşte buradan hareketle nasslarda vârid olan hareket türüne ait çeşitleri nefyetmişlerdir. Bunlar, nasslardaki bütün hareket lâfızlarının hep bu anlama işaret ettiğini sanmaktadırlar. Aslında nasslarda mevcut hareketi kabul eden, ama bunların tamamında yukarıda verdiğimiz mânâyı anlayanların durumu da aynıdır. Bunlara örnek olarak Hak Teâlâ'nın dünya semâsına inmesinden, bazı mahlükâtının O'nun üstünde kalacağı mânâsını anlayanları verebiliriz ki, buna göre Allah, kendisinden üstte hiçbir şey olmayan zahir, yücelerdeki en yüce olmamaktadır ve daha önce geçtiği gibi bunlara göre Allah'ın hiçbir durumda Arş üzerine istiva etmemiş olması gerekir.


(külliyat 5.cild)

Fiili sıfatlar konusu ve bu konu tartışılırken kullanılan kavramlar bir çok kapalılığı içeren meselelerdir. Kavramlar kullanılırken hak olan bir mananın da batıl olan bir mananın da kullanılması ihtimal dahilindedir. Allah hakkında ‘’’hareket’’’lafzını kullanan bir alimi hemen mücessime olarak itham etmek cehaletten başka bir şey değildir.

İmam İbn Teymiyye bu hususta üç farklı görüş olduğunu beyan ederek şöyle diyor :

İnsanlar, Rab Teâlâ'nın zâtıyla kâim olan gazab, rıza, sevinç gibi, yakınlık, yaklaşma, istiva ve nüzul gibi ihtiyari işleri, hattâ yaratma, ihsanda bulunma ve benzerleri gibi müteaddî (geçişli) fiilleri içine alan genel hareketin cinsinde ihtilâf edip üç görüşe ayrılmışlardır:

1 — Birinci görüş,
Bunu mutlak olarak ve her türlü manâsıyla nefyedenlerin görüşüdür. Bunlara göre ihtiyari işlerden herhangi bir şeyin Rab Tealâ ile kâim olması caiz değildir. Allah, bir kişiden önce razı değilken sonra razı olmaz, önce gazab etmemişken, sonra da gazab etmez, tevbeden sonra tevbeye sevinmez, kelâmı O'nun zâtıyla kâimdir denilirse irâde ve kudretiyle konuşmaz.
Bu görüşle mâruf olmuş ilk kimseler, Cehmiyye ve Mutezile mensuplarıdır Bilâhare onlardan Küllâbiyye, Eş'ariyye, Sâlimiyye ve dört müctehid imamın etbâından bunlara muvafakat edenlere intikâl etmiştir. Meselâ Ebû'l-Hasan et-Temîmî, oğlu E b û' l -F a d l, onun oğlu Rızkullah, Kadı Ebû Ya'lâ, îbn Âkil, Ebû'l-Hasan b. ez-Zâğûni, Ebû'l-Ferec b. el-Cevz î ve İmam A h m e d' in ashabından daha başkaları bunlardandır. - Gerçi bunların her biri, sözlerinde çelişkiye düşmektedir. - Ebû'l-Meâlî el-Cüveynî ve İmam Şafiî'nin ashabından emsali şahıslar, Ebû'l-Velîd el-Bâcî ve İmam Kerhi ve îmam Ebû H a n i f e' nin ashabından bir zümre de bunlardandır.

2 — İkinci görüş, bunu kabul edenlerin görüşü olup Hişâmiyye, Kerrâmiyye ve hareket lâfzını tasrih eden kelâmcıların bazı zümrelerinden diğerleri bu görüştedir.
Yalnız, hareketi genel anlamıyla kabul edip bunun şümulüne, ihtiyarî fiillerin ve işlerin Zât-ı Bari ile kâim olmasını dâhil edenler, başka olup, bu zikrettiğimiz gruplardan ayrı bazı zümrelerin görüşüdür. Meselâ Ebû'l-Hasan el-Basri bunlardandır. Ebû Abdillah b. e l - H a t i m er-Râzî ve tefekkür ehlinden diğerleri de bu görüştedir. Bir zümre ise bu görüşün, bütün gruplar için mutlaka gerekli olduğunu söylemiştir:
Osman b. Said ed-Dârimi, Bişr el-Müreysi'yi red ve tenkit edip bunun ehl-i sünnet ve'l-hadîsin görüşü olduğu fikrini desteklediği bir kitabında hareket lâfzını kabul ettiğini belirtmiştir. Bu hususu Harb b. İsmail el-Kirmânî de, ehl-i sünnet ve'l-hadisin tamamından ehl-i sünnet ve'l-hadisin mezhebini zikrederken belirtmiş ve bu zevattan bu görüşe sahip olarak karşılaştığı kimseler arasında Ahmed b. Hanbel'i, İshâk b. Râhûye'yi ve Saîd b. Mensûr'u saymıştır. Ayrıca Ebû Abdillah b. Hami d ve daha başkaları da bu görüştedir.

Ehl-i sünnet ve'l-hadîsten birçoğu der ki: Bu mânâ doğrudur.
Fakat bu lâfız, kendisiyle ilgili rivayet ve nass gelmediği için kullanılmaz. Meselâ bunu Ebû Ömer b. Abdi'l-Berr ve daha başkaları, nüzul hadîsiyle ilgili açıklamalarında belirtmişlerdir.

Ehl-i sünnet ve'l-hadis nezdinde seleften meşhur olan görüş, Kitab ve Sünnet'te vârid olan, Allah'ın geldiği, indiği şeklindeki ve bunlar dışındaki lâzımı (geçişsiz) fiillerini tasdik etmektir.

Ebû Amr et-Talemenkî der ki: Onlar - yani ehl-i sünnet ve'l-cemâat- icmâ etmişlerdir ki, kıyamet günü Allah Teâlâ, melekler saf saf dizilmiş olduğu halde ümmetlerin hesabını görmek için gelir. Ümmetlerin O'na arzedilmesi O'nun dilediği gibidir, nasıl dilerse öyledir. Hak Teâlâ şöyle buyurur: «Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini bekliyorlar, değil mi?»(Bakara 210), «Melekler sıra sıra olduğu halde Rabbin geldiği zaman»(Fecr 22).

Talemenkî şöyle devam eder: Yine onlar, Allah'ın dilediği şekilde ve sahih rivayetlerde geldiği tarzda her gece dünya semâsına indiğinde icmâ etmişlerdir. Bu konuda hiçbir sınır da getirmezler. Sonra T a l e m e n k i, isnâdıyla Muhammed b. Vaddâh'tan şu rivayetler bulunur: Muhammed b. Vaddâh dedi ki: Yahya b. Main'e nüzulü sordum. «Evet!» dedi ve nüzulü tasdik etti; bu konuda herhangi bir sınır da getirmedi.

3 — Üçüncü görüş, kabulden de redden de kaçınıp fikir beyan etmemektir. Bu görüş, İbn Bâtta ve diğerleri gibi hadîsçilerden, fakîhlerden, sûfîlerden birçoğunun ihtiyar ettiği görüştür. Bunlar arasında bir kısmı, kalbiyle de bu iki durumdan birisini tercihten sarf-ı nazar etmekte; bir kısmı ise kalbiyle bu iki görüşten birisine meyletmekte, fakat diliyle ne kabul, ne de red yönünde bir şey konuşmamaktadır.


İbn Teymiyye de dahil olmak üzere bu alimler Allah hakkında ‘’hareket’’ lafzını kullanırken kütleler gibi bir mekandan diğer mekana geçtiğini söylememişlerdir. Hatta İbn Teymiyye bu görüşü şu sözleri ile reddetmiştir

O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir.(5.cild)

İbn Teymiyye bir çok alimden bu sözü nakletmiş olmasına rağmen hiç biri hakkında mücessime yakıştırmasını yapmamıştır. İbn Teymiyyenin de belirttiği üzere kişinin bu hususta tecsime düşmüş olması için Kur’anda geçen fiili sıfatlarda ki hareketi bir kütlenin halden hale geçişi gibi anlaması gerekir. Bu sıfatları bu şekilde değerlendirmek ise sıfatların keyfiyeti hakkında yorum yapmak anlamına gelir. Bu ise insanın haddini aşıp, aklının yetmeyeceği konulara dalması demektir. İşte bu şekilde bir düşünceyle Allahın hareket ettiğini söyleyen kişi mücessimedir. İbn Teymiye ise tecsimi her fırsatta reddetmiş bir alimdir. Fiili Sıfatlar hususunda İbn Teymiyyenin akidesi şu şekildedir :

Kesin olarak söylenmesi gereken husus şudur: Allah'ın zâtını vasıflandırdığı bütün hususlarda O'na benzer hiçbir şey yoktur. O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir. Aynı şekilde Arş'ın,O'ndan hâli olduğunu, O'nun nüzulünün bir mekân için boşluk, diğer mekân için doluluk doğurduğunu söyleyen kişi de böyledir. Böyle bir düşünce bâtıldır; daha önce belirttiğimiz gibi, Rab Teâlâ'yı böyle bir şeyden tenzih etmek gerekir.
Bu, öyle bir şeydir ki reddini ve Rab Teâlâ'yı bundan tenzihi, şer'î ve aklî deliller gerekli kılmaktadır.
.(5.cild)

İşte fiili sıfatlar hususunda İbn Teymiyyenin her fırsatta dile getirdiği akidesi bu şekildedir. Bir alimin bir kavli bir kişiye müşkil geliyorsa o kişinin yapması gereken alimin kavline çeşitli anlamlar yükleyip alimi itham etmek değildir. Adil kişiye düşen alimin mesele ile alakalı bütün kavillerini bir araya toplayıp, kendisine kapalı gelen kavli, açık olan kavillere arz etmesidir. Onun eserlerinde onun tecsim akidesini benimsediği hiçbir görüşü nakledilmemiştir. Aksine o bu tür düşünceleri reddetmesi ile ünlüdür. Verdiği fetvalarda sürekli tecsimi reddeden bir alimin Mücessime ithamına maruz kalması şaşılacak bir durumdur. Bu durum tarih boyunca Hanbeli alimlerinin başına gelmiş bir musibettir.

Mer’i bin Yusuf el-Kermi el-Hanbeli şöyle diyor (ö.1033)

Ne gariptir ki, Hanbeli imamlarmız selefin görüşünü söyleyip kabul ettikleri ve Allah’ı hem Allahın kendi nefsini vasfettiği hem de Resulunun o’nu vasfettiği şeylerle, tahrif ve ta’tile, tekyif ve temsile kaçmadan vasfettikleri halde, dininde ihtiyatlı (tedbirli) davranmayan birini, onları tecsim fikrine nispet ederken bulabiliyorsun. Halbuki imamlarımızın mezhebi (görüşü), Şafii’lerin mezhebinin (görüşünün) tersine mücessim olanın kafir olduğudur. Çünkü Şafiiler nezdinde mücessim kafir değildir. Buna göre Mücessime’yi tekfir eden bir topluluk (yani Hanbeliler) nasıl olurda tecsim görüşünü söyler.

(Ehli Sünnetin Muhaliflere Cevabı, Guraba yayınları, sh:14, 2001)

Şimdi ibn Teymiyyenin bu husustaki akidesini bildikten sonra ve eserlerinde defalarca okuduktan sonra ondan nakledilen ondan nakledilen sözleri tenzihe değil de tecsime yormak adaletli ve Allahtan korkan kişilerin yapacağı bir iş değildir.

İbn Teymiye diyor ki :

O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir
.(5.cild)

Allah hakkında Cisimlendirme meselesi

Yukarıdaki yazıda dile getirilen ikinci iddia ise İbn Teymiyyenin Allah hakkında ‘’’cisimdir’’ yakıştırması yapmak suretiyle tecsime düştüğü yönündeki iddiadır.

Dikkat edilirse bu iddiaya ibn Teymiyyenin eserlerinden ibn Teymiyyenin lafızlarından tek bir nakil bile getirememişlerdir. Onlara göre ibn Teymiyyenin Allahın arşın üzerinde oluşunu kabul etmesi demek Allahın cisim oluşunuda kabul etmesini gerekli kılarmış. Çünkü istiva olacaksa bir cisim ve bir mekan gerekli olurmuş. Buda Allahın bir cisme ve bir mekana ihtiyacı olduğu izlenmi verirmiş. Bunun içinde istivayı isbat etmek Allah hakkında cisimdir demeyi de mecburi kılarmış. Onların bu sözleri ile Cehmiyyenin sözleri aynı. Cehmiyyede bu mantıkla hareket ederek istivayıda ,rüyetide inkar etmiştir..

İftiracılar daha sonra bazı sünnet imamlarının yada kelamcıların Mücessimeyi tekfir ettiği yönündeki fetvalarını zikretmişlerdir. Sanki ibn Teymiyyenin Mücessim olduğunu isbatlamışlarda sıra sünnet imamlarının Mücessimler hakkında verdiği fetvalara gelmiş. Sanki ibn Teymiyye Allah hakkında ‘’cisim’’ yakıştırması yapmışta bu zalimler, bunun reddi sadedinde alimlerden nakiller yapıyorlar.

ibn Teymiyye Allah hakkında ‘’cisim’’ lafzını bidat bir lafız olarak zikreder. Ve böyle bir lafzın sahabe ve ilk dönem Müslümanları tarafından kullanılmadığını bu cisim vb kelami terimlerin sonraki kelamcılar tarafından ortaya atıldığını söyler. Yani ibn Teymiyyeye göre ‘’Allah bir cisimdir’’..’’Allah bir cisim değildir’’’..’’Allah bir cisimdir ama diğer cisimler gibi bir cisim değildir’’’ vb lafızlar sonradan ortaya atılmış bidat sözlerden ibarettir..bu lafızlardan sakınmak gerekir. Yalnız bu lafızı kullanan birisi olursa onun bu lafızı nasıl bir itikadla kullandığına bakılması gerektiğini söyler..

İbn Teymiyye Allahın cisim olup olmaması hususunda insanların üç görüşe ayrıldığı söyler o şöyle diyor :

Bu konuda insanların üç ayrı görüşü vardır:

a — Bir kısmı, Allah Arş'ın üzerindedir ve cisim değildir, der.

b — Bir kısmı, Allah Arş'ın üzerindedir ve cisimdir, der.

Bunların bir kısmı da: Ben ne Arş'ın üzerindedir, ne de üzerinde değildir demem, der. Bir başka kısmı ise, bunu kabul etmenin de, reddetmenin de dinde uydurulmuş bir bid'at olduğu gerekçesiyle, kabul etmekten de, reddetmekten de kaçınarak her ikisini de ağızlarına almaz, susarlar.

c — Bir kısmı ise cismin ne anlamda kullanıldığı üzerinde durur. Eğer cisme, Rab Teâlâ'nın tenzih edilmesi gereken bir anlam veriliyorsa, cismi reddeder ve Allah'ın Arş'ın üzerinde olmasının böyle bir cismi gerektirmediğini söylerler. Ama Rab Teâlâ'nın kendisiyle vasıflanacağı şekilde mânâ verilirse, cismi kabul ederler.
Sözlükte cisim, kütle anlamında olup Allah bundan münezzehtir. Kelâmcılar bazan yalnız başına cevherlerden, ya da madde ve suretten mürekkeb şeylere cisim derler. Onlardan pek çoğu yaratılmış cisimlerin hem bundan hem de ondan mürekkeb oluşuna karşı çıkarlar. Aksine, akıllı kimselerin çoğuna göre gökler mürekkeb değildir; ne yalnız başlarına cevherlerden, ne de madde ve suretten. O halde nasıl olur da Allah hem bundan, hem ondan mürekkeb olsun? Allah hakkında cisim lâfzını kullanıp cisimle bu mürekkebi kasteden bu hususta hatalıdır. Allah hakkında bu terkibi reddedene gelince, bu reddetmesinde isabet etmiştir. Ancak maksadım ortaya koyacak bir açıklamayı ihmal etmemesi gerekir.

Terkib lâfzından, bir şeyin temelde mürekkeb olması kasdedilebileceği gibi, cüzleri ayrı ayrı olup sonradan bir araya getirilen şey, ya da dağınıklığın zıddı kasdedilir ki, Allah bütün bunlardan münezzehtir,
Bazan da «cisim» ve bir «yönde olan» lâfızlarıyla kendisine işaret edilen, yani dua esnasında eller kendisine doğru kaldırılan; o, buradadır, oradadır denilen kasdedildiği gibi, kendi zâtıyla kaim olan, ya da mevcut olan kasdedilir. Hiç şüphe yok ki, Allah vardır ve kendi zâtıyla kaimdir. Selef ve Ehl-i Sünnet'e göre dua esnasında eller O'na doğru kaldırılır. O, Arş'ın üzerindedir. Bu anlamlarla muttasıf olan müsemmânm «cisim» diye isimlendirilmesi, diri ve âlim olmakla muttasıf bir başkasının da «cisim» olarak, yine hayat, ilim ve kudreti olan bir başkasının «cisim» olarak isimlendirilmesi gibidir.
Sonuç olarak ortaya çıkıyor ki, bu görüşleri ileri sürenlerin hepsi üç makamda ihtilâf ediyorlar:
Birincisi Bu vasıflarla muttasıf olanın «cisim» diye isimlendirilmesi din ve dil açısından bir bid'attır. Dilciler bunu «cisim» diye adlandırmazlar. Aksine onlarca cisim, beden (kütle) dir. Nitekim dilcilerden birçoğu cisme bu anlamı verir.
(5.cild)

ibn Teymiyye cisim lafzını kullanmak yerine bu lafızı kelamcıların ortaya attığı bidat bir lafız olarak görür ve kullanılmamasın gereğine işaret eder..

İbn Teymiyye şöyle diyor :

Allahü Teâlâ'yı eksikliklerle nitelendirmeye karşı çıkmak için bu yolu takip etmek tutarsız olduğundan selef ve imamlardan hiç kimse bu yola girmemişlerdir.
Onlardan hiç kimse Allah'ın ne cisim olduğunu veya olmadığını, ne cevher olduğunu veya olmadığını, ne de bir yer veya yönde olup olmadığını söz konusu etmemiştir. Çünkü bu tür sözler bilinmez şeyler olup ne bir hakkı güçlendirir ve ne de bir yanlışı ortadan kaldırırlar. (bu tür sözler mücmel ifadelerdir.)İşte bu sebebledir ki, Allah Kitab'ında Yahudilerle diğer kâfirlerin iddialarını reddederken bu tür şeyleri söz konusu etmemiştir. Bu gibi sözler, selef ve imamların reddettikleri bid'at ehlinin sözlerindendir.

(kül.3. cild)

Mesela demiştir ki :

Sözlükte cisim, kütle anlamında olup Allah bundan münezzehtir..

ve yine demiştir ki :

Selef ve imamlar kelâmı, sırf ihtiva ettiği cevher, araz, cisim ve benzeri gibi sonradan doğmuş ıstılahlardan dolayı değil, bu ıstılahlarla açıkladıkları mânâlarda, nefy ve isbat konularında bu kelimeler mücmel ve müphem anlamları kapsadığından dolayıdır ki, yasaklanması gerekli hem delillerde, hem de ahkâmda zemmedilmiş bâtıl unsurlar bulunduğundan dolayı kerih görmüşlerdir.

Nitekim İmam Ahmed, bid'at ehlini nitelerken şunları söyler:

"Bunlar Kitab hakkında ihtilâf içerisindedirler: Kitab'a muhaliftirler; Kitab'a muhalefet konusunda birleşmişlerdir. Sözün müteşâbihini söyler, kullandıkları bu müteşâbihlerle bilgisiz insanların zihinlerini bulandırırlar".

Bu tür ıstılahlarla bu kimselerin kasdettikleri mânâlar anlaşılıp Kitab ve Sünnet'in kabul ettiği hakkı kabul, onların reddettiği bâtılı ise red açısından bu anlamlar Kitab ve Sünnet ölçüsüne vuruldukları zaman, işte doğru olan ve yapılması gereken budur. Ama bu ıstılahları kullanan hevâ ve hevesine uymuş kimseler, mes'elelerde ve delillerde kabul ve red bakımından bunun dışında bir yol olan yukarıda belirttiğimiz ayrım ve ayrıntıların açıklamasına hiç girmezler. İşte bu da şüphe doğuran hususlardandır.
Oysa ne Peygamber Efendimizin, ne ashâb ve tâbiûndan herhangi birisinin, ne de kendilerine tâbi olunmuş bir imamın ifâdelerinde, usûlü'd-dîn'e âit herhangi bir mes'ele ve delili "cevher", "cisim", "tahayyüz", "araz" ve benzeri kelimelerle açıkladıklarına ilişkin bir ize rastlamak mümkün değildir. Üstelik bu kavramları kullanan kimseler, bazı kavramların konulmasında ihtilâf, bazan da bu kelimelerin işaret ettiği anlamlardaki farklılıklar nedeniyle, bu kavramlarla kasdettikleri hususlarda anlaşmazlığa düşmüşlerdir.

Kül.3.cild)

Ve kendisine ‘’Allah bir cisimdir ama diğer cisimler gibi bir cisim değildir’’ demenin hükmü? hakkında bir soru sorulduğunda şöyle cevap vermiştir..:

Allah kendini vasfettiği ve Resulünün vasfettiğiyle vasfedilir"
Kitab ve Sünnet'te Allah cisimdir diye bir şey yok ki böyle bir soru gereksin. Allah'ın cisim olduğunu ilk söyleyen kişi Hişam b. Hakem er-Râfizî'dir.
(külliyat.3.cil.)

Onun bu hususta söylediği tartışmayı kesip atacak türden daha açık sözlerini Külliyatta bulunabilir..

Mesela ibn Teymiyye külliyatın 6. cildinde haberi sıfatları nefyeden Cehmiyye, Mutezile, Karamita, Batıniyye, felsefecilerin ve onların izinden gidenlerin ehli sünneti Allahı cisimlendirme(tecsim)ile suçladığını ve buna dayanak olarakta şöyle bir teoriyi ileri sürdüğünü zikretmiştir..

Sizler, Kur'ân mahlûk değildir, dediğinizde ve sânı yüce Allah'ın ilim, kudret ve irâde sahibi olduğunu söylediğinizde, tecsîm-de bulunmuş olursunuz. Çünkü aklî delil bu iddiaların tecsime delâlet ettiğini ortaya koymaktadır ve bu anlamlar kendi kendilerine var olamazlar., Bunlara ister sıfat, ister araz, isterse başka isimler veriniz, ancak kendilerinden başkasıyla var olabilirler.
Derler ki: Bizler ise mânânın cisim ile ayakta durabileceğini ancak aklen kavrayabiliriz. Cisimsiz bir mânânın varolduğunu kabul etmek mâkul değildir.
(kül.6.c)

İşte aynı şekilde ve aynı konumda olan bugün ki Cehmiyye takipcileride deyim yerindeyse bugünün Cehmiyyeside ibn Teymiyyeyi tescimle suçlamaktadır. Çünkü sıfatların isbatına akıl erdirememektedirler. Onların içine düştüğü çelişkiyi ibn Teymiyye iddia-cevap şeklinde külliyat 6. cild de beyan etmiştir o yazıyı buraya aktarıyoruz. Bu yazıyı dikkatli bir şekilde inceleyen herkes anlar ki ibn Teymiyye Allahın sıfatlarında tecsim akidesine değil,bilakis selefin yolu olan tenzih akidesine mensubtur. İbn Teymiyyenin yazısında ki Cehmi ve Mutezili iddialar ise bugün sofilerin ibn Teymiyye hakkında ortaya attığı iddiaların aynısıdır. Biz aynı sözleri sofilerden duymaktayız. Dahası şuan üzerinde durduğumuz iddialarda aynı düşüncenin mahsulüdür. Allah ondan razı olsun ibn Teymiyyenin o gün yaptığı açıklamalar bugün ki muhaliflere cevap niteliğindedir. Bu yazıyı dikkatle okuyan her kişi kelamcı zihniyetin ‘’cisim’’ ve ‘’sıfatların kabulü’’ konusunda içine düştüğü çelişkiyi ibretle müşahede edecektir. Yazı tümden ‘’’cisimlendirme’’ mevzusu ile alakalı olmasada bu konudaki batıl iddialarada cevab niteliği taşımaktadır....İbn Teymiyye şöyle diyor :

Akıl tecsîme delâlet eder mi? :

Şimdi bu mukaddime açıklık kazandığına göre, kalkıp: «Aklî delil tecsîme delâlet edecek olursa, bu müteşâbih olur» diyen kimsenin sözü anlaşmazlığı sona erdirebilecek türden bir söz olmaz. Bundan herhangi bir fayda da elde edilemez. Sahih olanla olmayan, doğru ile eğri arasındaki fark da belirginlik kazanamaz.
Çünkü sıfat ve isimlerden herhangi bir şeyi nefyeden bir kişi, mutlaka bunun tecsîme delâlet ettiğine dair akli bir delile sahip olduğunu ve dolayısıyla bunun müteşâbih olduğunu zanneder. Yine onun zannına göre; o takdirde bütün isim ve sıfatlar müteşâbih olmalıdır. O zaman mutlak bir tatilin gereği ortaya çıkar. Sânı yüce Allah'ın isim ve sıfatlarının hiçbir mânâsı anlaşılmaz, Hayy ile Alîm, Kadir ile Rahîm, Cebbar ile Selâm arasındaki anlam farkı ortaya çıkmayacağı gibi, yaratmak ile istiva etmek; öldürmek ile hayat vermek; gelmek ile gitmek; afvetmek ile mağfiret etmek arasında bir anlam ayrılığı da belirginleşmez.
Bunu açıklayalım: Cehmiyye, Mutezile, Karâmita, Bâtmiyye ve felsefeciler arasından, onların izinden gidip sıfatlan nefyedenler şöyle der: Sizler, Kur'ân mahlûk değildir, dediğinizde ve sânı yüce Allah'ın ilim, kudret ve irâde sahibi olduğunu söylediğinizde, tecsîm-de bulunmuş olursunuz. Çünkü aklî delil bu iddiaların tecsime delâlet ettiğini ortaya koymaktadır ve bu anlamlar kendi kendilerine var olamazlar., Bunlara ister sıfat, ister araz, isterse başka isimler veriniz, ancak kendilerinden başkasıyla var olabilirler.
Derler ki: Bizler ise mânânın cisim ile ayakta durabileceğini ancak aklen kavrayabiliriz. Cisimsiz bir mânânın varolduğunu kabul etmek mâkul değildir.

Eğer bunların varlığını kabul eden kimse: Aksine bu mânâların cisim olmadan da varolmaları mümkündür, nitekim bize göre de, size göre de cisim olmayan, âlim ve kadir olan birisini kabul etmemiz mümkündür, deseler, isbat edenler devamla der ki: Rızâ, gazab, yüz, el, istiva, gelmek ve diğer bütün sıfatları ve bunların cisimsiz olarak varolabileceklerini kabul ediniz.
Eğer «Rıza ve gazabın ancak bir kalb ile varolabileceğim, kalbin de cisim olduğunu» söyleseler ve «biz yüz ve eli ancak cismin bir parçası olarak aklen kabul edebiliriz» deseler, onlara şöyle denir: Bizler cisim ile varolmayan bir ilmi, cisim ile varolmayan bir kudreti, cisim ile varolmayan işitmeyi, görmeyi ve kelâmı aklen kabul edemeyiz, denilir. O halde sizler biribirlerine benzeyen şeyleri niçin ayrı mütalâa ediyorsunuz ve neden bunların cisimsiz olarak varolabileceklerinin mümkün olduğunu, buna karşılık ötekilerin ancak cisimle varolabileceklerini kabul edebiliyorsunuz? Halbuki akıl bakımından her ikisi arasında herhangi bir fark yoktur.
Onlar: İntikam almak arzusuyla kalbin kanının kaynamasına gazab denir. Burun, dudaklar, dil, yanak ve benzeri şeylerden meydana gelmiş kısma da yüz denir, derlerse onlara şöyle cevap verilir: Eğer sizler kulun gazabını ve yüzünü kasdediyorsanız, buna uygun olarak size şöyle deriz: Aklen görmek ancak gözle mümkündür. İşitmek, ancak kulakla, konuşmak dudak ve dille mümkün olur. İrâde ise ancak bir menfaati sağlamak yahut da bir zararı önlemek içindir. Halbuki siz Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemin'e işitmeyi, görmeyi, kelâmı ve irâdeyi nisbet ediyor ve bunları kulun benzeri sıfatlarından farklı değerlendiriyorsunuz. Sizin nisbet ettiğiniz bu sıfatlar eğer kulun sıfatlarının benzeri ise, o takdirde bütün bunlarda da temsile kaçmanız gerekir. Sizler bu sıfatları kabul ederken şanı yüce Allah'ın celâline yakışan ve mahlûkatın sıfatlarına benzemeyen bir şekilde «yüz-ü nisbet ediyorsanız, o halde bütün sıfatları da bu sınırları belirli şekilde ona nisbet ediniz. Çünkü sıfatlar arasında fark yoktur ve sizin nefyetmiş olduğunuz sıfatlar hakkında, kabul etmiş olduğunuz sıfatların benzerini düşünmeniz gerekmektedir. Ya hepsini tatîl edeceksiniz; ki bu imkânsızdır, yahut da onu mahlûkata benzeteceksiniz, ki bu da imkânsızdır; yahut da bütün sıfatları kabul edeceksiniz ve onu, ona has şekliyle tasdik ederek, başkasının bu konuda ona benzemediğini kabul edeceksiniz. O takdirde sıfatlar arasında herhangi bir fark kalmayacaktır. Teşbih ve tecsîmden kaçmak maksadıyla sıfatların kimisini kabul ve kimisini reddederek sıfatlar arasında fark gözetmek, birbirine benzeyen şeyler arasında fark gözetmek gibi bir muhteva taşıyan bâtıl bir sözdür ve bu iki iddia arasında çelişki vardır.
Dese ki: Akli delil onların bir kısmının varlığına delâlet ederken bir kısmının varlığına delâlet etmemektedir. Nitekim şöyle denilebilir: Akıl, ilim ve irâdeye delâlet etmekte, ancak rıza, gazab ve benzerlerine delâlet etmemektedir.
Buna çeşitli şekillerden cevap verilebilir:
Birincisi.- Delilin olmayışı kendisi için delil getiirlen (medlulün aleyh) in olmayışını gerektirmez. Farzedin ki bu sıfatların hiçbirisi aklen bilinemiyor ve aynı şekilde aklen de naklen (sem'an) de onun reddedileceği de bilinemiyor. Bu takdirde onun reddi caiz olamaz. Aksine onun varlığının delili bulunursa, varlığının kabul edilmesi gerekir; değilse bu konuda karar verilemez.
İkincisi: Onun sevmesine ve buğzuna aklen delil getirmek mümkündür. Hikmetine, rahmetine ve benzeri diğer sıfatlarına da öyle. Tıpkı meşietine delil getirildiği gibi. Nitekim biz bunu başka yerlerde açıklamış bulunuyoruz.
Üçüncü olarak şöyle denir: Sem' (yani nakil) buna delâlet etmektedir. Akılsa bunu nefyetmiyor. O halde itirazdan uzak delil ile amel etmek gerekir. Tekrar ortaya çıkıp: Hayır, akıl bunu kabul etmiyor. Çünkü bu sıfatlar tecsîmi gerektirir, akıl ise tecsimi kabul etmiyor, dese, ona şöyle denir: Senin kabul etmediğin bu sıfatlar ile ilgili sözlerin, kabul ettiğin sıfatlar konusundaki sözler gibidir. Eğer bunlar tecsimi gerektiriyorsa, öbürleri de böyledir. Tecsîmi gerektirmiyorsa bunlar da aynı şekildedir. Bu iki tür sıfat arasında, onların kinlisi teşbih veya tecsîmi gerektirip öbürleri gerektirmez, şeklindeki bir iddia, birbirinin benzeri olan şeyleri ayrı değerlendirmek ve zıt görüşleri bir arada kabul etmek demektir. Çünkü birisi için kabul etmediğini, öbürü kabul ediyor; birisinde kabul ettiğim de öbüründe red ediyor. Böylelikle o çelişik iki şeyi bir arada kabul etmiş oluyor.
Bu bakımdan muhakkikler şöyle demiştir: Kitâb ve Sünnet ile sabit olmuş bulunan esma ve sıfattan herhangi bir şeyi nefyeden herkes, kaçınılmaz olarak çelişki içerisindedir. Çünkü onun nefyettiği şeylerdeki nefyin delili, bizzat isbat konusunda söylenen şeylerin aynısıdır. Eğer nefiy konusunda aklın delili sağlıklı ise, hepsinin nefyedilmesi gerekir. Değilse bunların hiçbirisinin nefyedilmesi gerekmez. Bir şeyi kabul ederken onun benzerini nefyetmekse bâtıl bir çelişkidir.


Eğer Mûtezile'ye mensup kimse; sıfatlar tecsîme delâlet eder, çünkü sıfatlar ancak cisimle ayakta durabilen arazlardır. Bu bakımdan ben isimler bir yana, sıfatlarla ilgili nasları te'vil ettim, dese; ona şöyle denir: Sen aynı şeyi isimlerde de yapmak zorundasın. Çünkü senin hayat, ilim ve kudreti bulunan bir kimsenin ancak cisim olabileceğine dair getirdiğin aynı delili, senin hasmın alim, kadir ve hayy olanın da ancak cisim olacağına dair delil olarak getirmektedir ve sana şöyle denilir: Senin hayy, alim ve kadir olan birisini kabul etmen, ya tecsîmi gerektirir, ya da gerektirmez. Eğer gerektiriyorsa senin de cismi kabul etmen gerekir. O takdirde her iki durumda da rü'yetinin mahdûd olması sözkonusu değildir . Eğer gerektirmezse şöyle denilebilir: İlim, kudret ve irâdenin kabul edilmesi, tecsimi gerektirmez. Bu konu gerektirmiyorsa o da ötekini gerektirmez. Şayet bu, bunu gerektiriyorsa, o da bunu gerektirir. Çünkü aralarında hiçbir fark yoktur. Bunları farklı görürseniz, bu, apaçık bir çelişki olur.
Cehmiyye'den, Karmatilerden ve felsefecilerden bu konuda onlara muvafakat eden kimse-. Ben hem isimleri, hem de sıfatları reddediyorum, dese, şöyle cevap verilir: Bütün isimleri nefyetmen senin için imkânsızdır. Çünkü varlığını kabul ettiğin şeyi ya kalbin işaretiyle ya da dilin ifadesiyle belirtmen kaçınılmaz bir şeydir. Eğer: O sabit, mevcut ve muhakkak; malûm, kadîm ve vâcibtir diyecek olursan; ya da her ne dersen yine onu adlandırmış olacaksın. Farzedelim ki dilinle konuşmuyorsun. O takdirde sen kalbinle mevcud, vâcib ve kadim birisini kabul edeceksin, ya da hiç etmeyeceksin. Etmeyecek olursan, o takdirde varlık, varedici, vâcib ve kadîm birisi olmaksızın meydana gelmiş olacaktır. Bu durumda bütün mevcudat muhdes ve mümkün varlıklar olacaktır. Zorunlu olarak bilinen gerçek şu ki; muhdes (sonradan varedilmiş) ve mümkün olan varlıklar ancak kadim ve vâcib birisi tarafından var edilebilmiştir. O halde senin bu inkârın bile, onun varlığını kabul etmeyi gerektiriyor. Hem diğer taraftan bu hiçbir akıl sahibinin söyleyemeyeceği türden bir küfür ve apaçık bir tatîl olur.
«Ben hatırıma bu konu üzerinde düşünmeyi ve dilimle ondan sözetmeyi getirmiyorum» dersen, sana şöyle denilir: Kalbinin bilgiden, dilinin de söylemekten yüz çevirmesi hakikatlerin tersyüz edilmesini ve varlıkların da yok olmasını gerektirmez. Çünkü yapısı itibariyle hak, var olan ve gerçek olan bir şey, bilsen de, bilmesen de böyledir. Hatırlasan da unutsan da, o değişmez. Senin bu duru- mun ise sadece Allah'ı bilmemeyi ve O'nu zikretmekten gafil olmayı, O'ndan yüz çevirerek inkâr etmeyi gerektirir. Aynı şekilde özü itibariyle hak olmamasını, varolmamasını, güzel isimlere ve yüce sıfatlara da sahip olmamasını asla gerektirmez.
Hiç şüphesiz ki, bu durumun Karnıatî-Bâtinilerin ve Dehrî-Muattıla'nın ulaşabileceği son inkâr noktasıdır: Onlar bilgisizliğin karanlığında ve küfrün sapıklığında kalır, Allah'ı tanımaz, O'nu hatırlamazlar. O'nun varlığını, isimlerini, sıfatlarını reddetmek için ellerinde hiçbir delil yoktur. Çünkü böyle bir husus kesin inkâr ve nefydir. Ancak onlar bunu kesinlikle söyleyemezler ve nefyetmek için de ellerinde bir delilleri bulunmaz, Allah'ın isimlerinden ve âyetlerinden yüz çevirdikleri için, O'nu bilmeyen câhiller, O'nu inkâr edenlerin, zikrinden gafil olanlar durumuna düşmüşlerdir. Kalb-leri O'nu bilmekten, sevmekten ve ibadet etmekten gafil ve ölüdür.
(külliyat 6.cild)

İbn Teymiyye ise bu tür mücmel ifadeleri dayanak olarak kullanarak haberi sıfatları isbat edenleri mücessime olmakla suçlamanın cehmiyyenin adeti olduğunu beyan ediyor o şöyle diyor :

Ama Firavn'un yolunu izleyen ve peygamberlerin düşmanı olan Cehmiyye, Allah'ın bu yaratılışını değiştirmeye, insanlardan çoğunun bunlardan maksatlarının ne olduğunu anlayamadığı ve cevap vermeyi beceremediği kapalı ve müteşâbih kelimelerle halkın zihnine şüpheler sokmaya çalışmaktadır. Sapıklıklarının temeli; Kur'-an ve Sünnet'te bulunmayan, müslümanların imamlarından hiçbiri tarafından söylenmeyen cisim, cihet, bir tarafa çekilme gibi kelimeleri kullanmış olmalarıdır.(külliyat.5.cild)

Şimdi cehmiyyenin ve kelamcıların adeti şudur..durup dururken ortaya kuran ve sünnette geçmeyen bir kavram atarlar..mesela hiç kimsenin gündeminde ve dilinde ‘’’allah cisimmidir?’’ diye bir soru yokken bir cehmi çıkar ve ortaya bidat olan sahabe tarafından kullanılmayan bir söz atar ve derki : ‘’allah cisim değildir’’ amaç (istiva-el-yüz-nuzül)haberi sıfatı inkar etmektir.önce bu bidatı ortaya atar..ümmete yeni bir kavramı dayatır..sonrada bu hususta kendi sözünü tasdik etmeyen her insanı ya müşebbihe olmakla yada mücessime olmakla suçlar…bir kişi derseki ‘’allah arşın üzerindedir’’’ cehmide derki ‘’birşeyin üzerinde olmak cisimlerin sıfatıdır sen allahı cisimleştirdin..sen allahı yaratılmışa benzettin..sen müşebbihesin…sen mücessimesin vs vs vs

Son olarak bahsi geçen üçüncü iddia ise ibn Teymiyyenin ‘’nuzul’’ sıfatını kabul ederek küfre düştüğü iddiasıdır. Nuzül hadisinde belirtildiği üzere Allahın semaya inişini kabul etmekte küfürmüş söz konusu yazıda şöyle diyorlar :

Şurası iyi bilnmesi gerekir ki Allâh’ın haşa bizzat yukarıdan aşağıya indiğine inanmak küfürdür. Dolayısıyla bu inanca sahip olan bir kimsenin küfür olan bir inanca saplandığının bilincinde olarak, kelime-i şehadeti getirerek İslâm’a geri dönmesi lazım gelir.

Nuzülü kabul eden bir çok ehli sünnet alimi varken,dahası selefin nuzülu Allahın sıfatlarından bir sıfat olarak kabul ettiğine dair nakledilen icmaa mevcutken, Bunlar diyorlar ki Allahın indiğini iddia etmek küfürdür..ibn Teymiyyenin nuzul konusundaki itikadıda diğer sıfatlar konusundaki itikadı gibidir..ibn Teymiyye keyfiyeti hakkında konuşmadan,benzetme yapmadan,tecsime kaçmadan,tatil etmeden nuzula inanır ve nuzulün Allahın sıfatlarından bir sıfat olduğuna itikad eder. Böyle bir itikad küfür değildir. Bilakis hz Peygamberin(asm) ve onun sahabelerinin ve hakkıyla onlara tabi olanların itikadıdır. Bu itikad pek çok imamdan nakledilmiştir. Ebu Hanifede bunlardan biridir. Ona Allahın nasıl indiği sorulunca oda –keyfiyetsiz olarak iner..cevabını vermiştir. İşte Ebu Hanifenin bu sözü ibn Teymiyeninde diğer imamlarında sözüdür…Resulullahın sahih olan nuzul hadisinde belirttiği üzere Allah nuzul eder bu Allahın sıfatlarından bir sıfattır. Bize düşen bu sıfatın nasıllığını arastırmak değil bu nu tasdik etmektir..ibn Teymiyyenin yaptığıda bundan ibarettir. Onun muhalifleri ise ibn Teymiyyenin bu sıfatı kabul etmiş olması ile yaratılmışların inişi gibi Allahında indiğine inandığı yönündeki bir iftirayı yaymak çabası içindedirler..halbuki ibn Teymiyye bu sıfatı tasdik ederken şu sözleriyle teşbihi nefyetmiştir..

Kesin olarak söylenmesi gereken husus şudur: Allah'ın zâtını vasıflandırdığı bütün hususlarda O'na benzer hiçbir şey yoktur. O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir. Aynı şekilde Arş'ın,O'ndan hâli olduğunu, O'nun nüzulünün bir mekân için boşluk, diğer mekân için doluluk doğurduğunu söyleyen kişi de böyledir. Böyle bir düşünce bâtıldır; daha önce belirttiğimiz gibi, Rab Teâlâ'yı böyle bir şeyden tenzih etmek gerekir.
Bu, öyle bir şeydir ki reddini ve Rab Teâlâ'yı bundan tenzihi, şer'î ve aklî deliller gerekli kılmaktadır..
(külliyat 5. cild)

Yine başka bir bölümde nuzul hadisini mahlukatın inişi gibi anlayarak Allahı mahlukata benzetenler hakkında şöyle diyor..:

Ancak bu hadîsle(nuzul hadsi) benzerlerinden, Allah'ın mahlûkatın vasıflarına benzetilmesi ve hak ettiği kemâle aykırı düşen eksikliklerle vasıflanması gibi tenzih edilmesi gereken hususları anlayan, hatâ etmektedir. Bu tür görüşler izhar edecek olursa ona engel olunur. Hadisîn bunlara delâlet edip bunları gerektirdiğini ileri sürecek olursa, yine hatâ etmektedir
.(5.cild)

Ve yine ibn Teymiye nuzul hakkında uzun açıklamalar ve nakiller yaptıktan sonra şunu beyan eder :

Allah'ın nasıl indiğini sorulacak olursa, deriz ki: Biz, Allah'ın inişi hakkında hiçbir hüküm vermeyiz. Ama bizim için «iniş» ten bahsedildiğinde bunun ne anlama geldiğini açıklarız. Allah'ı inişiyle ne kasdettiğini en iyi bilen, yine Allah'tır
.(5.cild)

Bütün bu sözler ışığında denilebilir ki ibn Teymiyye ne Mücessime nede Müşebbihedir. O sıfatlara iman noktasında selefin yolunu benimsemiş Müslüman bir alimdir. Allah ona rahmet etsin. Kabrini genişletsin…

OSMAN BİN SAİD ED-DARİMİ HAKKINDA


İbn Teymiyye onun Bişr el-Meriysi'ye yaptığı reddiyesinden de Bişr el-Meriysi'nin tevillerine karşı verdiği susturucu cevaplardan övgü ile bahseder.

Şöyle diyor:

...Buhâri zamanında yaşamış meşhur imamlardan biri olan Osman b. Said ed-Dârimî'nin yazdığı «Kitâbü'r-Redd»i de delildir. Bu kitabını yazmış ve adını (Yalancı inatçının tevhid konusunda Allah'a ettiği iftiraya Osman b. Saîd'in cevabı, anlamında) «Reddü Osman b. Saîd alâ'1-Kâzibi'l-Anîd Fimefterâ alâ'llâhi fi't-Tevhîd» olarak belirlemişti.

Bu kitabında, yapılan bu te'villeri Bişr el-Müreysî'den olduğu gibi aktarmıştır. O ifadelerden anlaşılmaktadır ki, Bişr el -Müreysî, bu te'viller kendilerine, kendisi ve başkası aracılığı ile ulaşan şu müteahhir kişilerden daha sistemli imiş, nakliyyâtı ve akliyyâtı daha iyi biliyormuş. Sonra da Osman b. Said bunları öyle güzel reddediyor ki, akıllı ve zeki bir insan onun bu reddiyesini okursa selefin yolunun hakikatini anlar, onların yolunun haklılığı ve delilli olduğu, onlara muhalefet edenlerin yolunun delilden yoksun bulunduğu gözleri önüne serilir.

Ayrıca hidâyet önderleri olan imamların, Müreysîlerin yerilmesinde icmâ ettiklerini, hattâ çoğunluğunun onları kâfir veya sapık saydıklarını görür ve şu müteahhirînin sözlerine sirayet etmiş olan «te'vil etme» görüşünün Müreysi'nin metodunun aynısı olduğunu bilirse, hidâyeti gözü önünde bulacaktır. Elbette bu, Allah'ın hidâyetini murad ettiği kişiler için söz konusudur. La havle ve lâ kuvvete illâ billâh.(Külliyat, c.5, sh:25)


KEVSERİ'NİN OSMAN BİN SAİD ED-DARİMİYE OLAN BUĞZUNUN SEBEBİ


İbn Teymiyye 3. ciltte Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'in akidevi noktada dayanağı olan rivayetleri toplamak suretiyle dinin muhafızlığını üstlenen alimlerin isimlerini sayarken Osman bin Said ed-Darimi'yi de bu topluluğa dahil eder.

İbn Teymiyye şöyle diyor:

... Hammad bin Seleme, Abdurrahman b. Mehdi, Abdullah bin Abdurahman ed-Darimi, Osman bin Said ed-Darimi ve bu tabakadan diğer imamlar gibi alimlerin bazı zümreler ehli sünnet akaidi konularında rivayet olunan hadisleri ve haberleri bir araya toplamışlardır. Buna mümasil olarak İmam Buhari, Ebu Davud, İbn Mace ve benzeri hadis otoriteleri bu hususta bab'lar açmışlardır...(Külliyat, c.3, sh:324)

Hakkında hiç bir övgü yapılmasa dahi tek başına bu topluluğa dahil edilmesi Osman bin Said ed-Darimi için yeterli bir şereftir. Sorulan soruya dayanak olan yazıda Darimi'den kendi zamanında "Mücessime Sancağının taşıyıcısı" adı ile bahsediliyor. İbn Teymiyye'nin açıklamalarından anlıyoruz ki o kendi zamanında "Sünnet Sancağının Taşıyıcısı" idi. İşte bu yüzden Kevseri ve avanesinin hücumlarına hedef olmuştur. Muhaddis İbn Ebi Şeybe "Kitabu'l-Arş" isimli eserini yazdı ve Kevserinin hücumuna uğradı. İbn Huzeyme "Kitabu't-Tevhid" isimli eserini yazdı Kevserinin hücumuna uğradı, İmam Ahmed'in oğlu Abdullah "es-Sünne" adlı eseri yazdı ve Kevserinin hücumuna uğradı. Yani nerede sünnet'in taşıyıcısı olan bir alim Haberi sıfatları ispat eden bir eser yazdıysa bu Cehmiyye kılıklıların hücumuna uğradı.
 
T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Neden mücessime diyor ? Neden buna dikkat etmiyorsunuz ?
Mücesseme olmadıkları halde,sırf Hadise uydukları için onlara bu sözü söylemiştir.Neye dikkat etmedik?Halbuki bir kimse "Allah'ın eli vardır ve bizim elimiz gibidir" derse mücesseme olur."Allah'ın eli vardır" dese detaylandırmadığı için mücesseme olmaz.Darimi ile İbn Teymiyye ne söylemişse sünnetten dayanağı olduğu halde nasıl mücesseme oluyorlar?

Kevserî, Ehl-i Sünnet imamlarını putçuluk, küfür ve şirkle itham ederek onlara “putçular”, “putperestler”, “kökleri
putperestlere uzanan Haşevîler”, “putperestlik çığırtkanları”, “tecsîm ve putçuluk hastalığına yakalanmış hastalar”, “ümmeti
putperestlik çığırtkanlarından sakındırma” gibi asla haketmedikleri aşağılayıcı kötü lakaplar takmıştır

Dr. Ömer Süleymân el-Eşkar, el-Esmâ ve’s-Sıfât fî Mu’tekadi Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemâa, sh: 28

1)-Kevseri , İbn Kayyim'i (rahimehullah) "İnkarcı","Zındık","Yanıltıcı/saptırıcı","Uzaklaşan","Yenilikçi","Utanmaz","Yalancı","Ahmak","Harici","...","Eşek","Mel'un/lanetli","Yahudi ve Hristiyanların kardeşlerinden","Aklı ve dini gevşemiş" diyerek vasıfladı
(Makalat,22,24,28)
2)-Ebu Naim için;
Ebu Naim (
يستبيح الإساءة بدل هذا الإحسان) ve yalan haberler zikretmiştir.Ve o onun yalan olduğunu biliyordu...(El te'tib,28)

3)-[El Te'tib'in 7. sayfasında İbn Hacer El Askalani'nin cehaletinden bahsediyor.]
4)-Darekutni'nin kör,inançta saptırıcı ve heva ehli olduğunu söylüyor.(Te'tib,244)
5)-(Osman) İbn Ebi Şeybe hakkında sırf İmam Ebu hanife'yi eleştirdiği için,
"Onun şeyhi Muhammed bin Osman yalancı bir mücessimdir" diyor.
(Te'tib,215)
6)-Ahmed Bin Hanbel Hakkında:
"Göz önündeki fakihlerin Sözleri tedvini hiç memnun edici değildir.Muhakkak o hukukçuluk(Fakihlik) yapmadı ve Fakihlerin hukukunda ölçülü görünmedi (yani fakihlere göre ölçüsüz bir insanmış)"
(Te'tib,206)
7)-İbn Kesir'in tevessül ve ziyareti inkar eden bir yenilikçi olduğunu söylüyor.(Makalat,428)

8)-İmam Zehebi ve Darimi hakkında diyor ki:
"Darimi Zehebi'yi taklid ederek Mücessim oldu.Zehebi ise Haşeviyye'nin benzerlerindendir."(Te'tib,318)

9)-Darimi için Kıtlık sahibi/kıt akıllı diyor. (Te'tib,318/19)

http://www.islamicweb.com/arabic/sunni/Kauthari.htm İşte bu kaynakta 3.Başlıktan(Kevseri'nin ehli hadis için sözleri) bölümünden alıntı ve minicik bir çeviridir.
 
Son düzenleme:
sirati mustakim Çevrimdışı

sirati mustakim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
"Hak ile batılı karıştırıp bile bile hakkı gizlemeyin" (Bakara 42)

Tarikatlarda İbn-i Teymiyye (ra) ve Abdülvahhab(ra) karşı açılan savaşı onlarca yıldır devam ediyor.Şimdi o savaş genişliyor.


İbn Teymiyye (rahimehullah) kıyamet gününe kadar, müşriklerin ve münafıkların gırtlaklarına saplanmış hançer olarak duracaktır.(
Mehmet Emin Akın )
 
Üst Ana Sayfa Alt