...
Ümmetin icma ve ihtilaf ettiği konuları en iyi bilen alimlerden birisi olan İbn Abdilberr (v. 463) Bu hususta şöyle demektedir:
أهل السنة مجموعون عَلَى الْإِقْرَارِ بِالصِّفَاتِ الْوَارِدَةِ كُلِّهَا فِي الْقُرْآنِ وَالسُّنَّةِ وَالْإِيمَانِ بِهَا وَحَمْلِهَا عَلَى الْحَقِيقَةِ لَا عَلَى الْمَجَازِ إِلَّا أَنَّهُمْ لَا يُكَيِّفُونَ شَيْئًا مِنْ ذَلِكَ وَلَا يَحُدُّونَ فِيهِ صِفَةً مَحْصُورَةً وَأَمَّا أَهْلُ الْبِدَعِ وَالْجَهْمِيَّةُ وَالْمُعْتَزِلَةُ كُلُّهَا وَالْخَوَارِجُ فَكُلُّهُمْ يُنْكِرُهَا وَلَا يَحْمِلُ شَيْئًا مِنْهَا عَلَى الْحَقِيقَةِ وَيَزْعُمُونَ أَنَّ مَنْ أَقَرَّ بِهَا مُشَبِّهٌ وَهُمْ عِنْدَ مَنْ أَثْبَتَهَا نَافُونَ لِلْمَعْبُودِ وَالْحَقُّ فِيمَا قَالَهُ الْقَائِلُونَ بِمَا نَطَقَ بِهِ كِتَابُ اللَّهِ وَسُنَّةُ رَسُولِهِ وَهُمْ أَئِمَّةُ الْجَمَاعَةِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ
“Ehli sünnet, Kuran ve Sünnette geçen bütün sıfatları kabul etmek ve bunlara iman etmek ve de bu sıfatları mecazi manada değil hakiki manaları üzere almak hususunda icma etmiştir. Ancak şurası var ki onlar bu sıfatlardan hiç birisine keyfiyet vermezler ve o sıfatlardan herhangi birisini bir sınırla sınırlandırmazlar. Cehmiye ve Mutezile’nin tamamı ve de Haricilerin tamamı gibi bidat ehli olanlar ise bu sıfatları inkar eder ve onlardan herhangi birisini hakiki manasına hamletmezler ve de bu sıfatları kabul edenlerin (Allahı kullara benzeten) Müşebbihe olduğunu iddia ederler. Sıfatları kabul edenlerin nezdinde ise onlar Mabud’u (Allahı) inkar edenlerdir. Hakk olan ise Allahın kitabı ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetinin beyan ettiği şeyleri söyleyenlerdir ki bunlar Cemaat’in imamlarıdır, Allaha hamdolsun” (İbn Abdilberr, et-Temhid, 7/145)
Ebu Ya’la (v. 458) ise sıfatları zahiri manaları üzere almanın gerektiği hakkındaki selefin icmasını şu şekilde nakletmektedir:
دليل آخر عَلَى إبطال التأويل: أن الصحابة ومن بعدهم من التابعين حملوها عَلَى ظاهرها ولم يتعرضوا لتأويلها، ولا صرفها عن ظاهرها
“Te’vilin batıl olduğuna diğer bir delil de Sahabe ve ondan sonraki tabiin’in bunları (yani sıfat nasslarını) zahirleri üzerine hamletmesi ve teviline girişmemeleri ve de bunları zahiri manalarından başka bir yöne çekmemeleridir.” (İbtal’ut Te’vilat li Ahbar’is Sifat, 1/71)
Ehli sünnet sıfatları hakiki anlamlarıyla kabul etmiş ve bunu bütün sıfatlara tatbik etmiştir. Hafız Zehebi (rh.a) bu husustaki Ehli sünnetin icma ettiği görüşü Endülüs bölgesi imamlarından Ebu Ömer et-Talemenki’den şöyle nakletmektedir:
أجمع المسلمون من أهل السنة على أن معنى قوله: {وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ} ونحو ذلك من القرآن أنه علمه، وأن الله تعالى فوق السموات بذاته، مستو على عرشه كيف شاء.
وقال أهل السنة في قَوْلِهِ: {الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى} : أن الاستواء من الله على عرشه على الحقيقة لا على المجاز، فقد قال قوم من المعتزلة والجهمية: لا يجوز أن يسمى الله عز وجل بهذه الأسماء على الحقيقة، ويسمى بها المخلوق. فنفوا عن الله الحقائق من أسمائه وأثبتوها لخلقه.
“Ehli sünnetten olan Müslümanların icma ettiklerine göre Yüce Allahın “Nerede olursanız o sizinle beraberdir” buyruğu ile Kuran’dan buna benzer buyruklarda kasdedilen onun ilmidir ve de Allahu Teala zatıyla semavatın üstündedir, dilediği şekilde Arşına istiva etmiştir. Ehli sünnet “Rahman Arşa istiva etti” kavli hakkında şöyle derler: Allahın arşına istiva etmesi, mecazi anlamda değil hakiki anlamdadır. Mutezile ve Cehmiye’den bir topluluk ise Allah Azze ve Celle’nin bu isimlerle hakiki manada isimlendirilmesi caiz olmaz dediler…” (Zehebi, Muhtasar’ul Uluvv, sf 264 Türkçesinde sf 292)
Görüldüğü gibi Ehli sünnet Arşa istivanın hakiki anlamda olduğunu icma ile kabul etmektedir. Artık birisi çıkar da bunun hakiki ve zahiri manasıyla olmadığını iddia ederse ister bunun üzerine istila vb tevilleri ilave etsin, isterse de tevil etmeksizin biz bunların manasını bilmeyiz desin farketmez her durumda selefe muhaliftir ve sıfat inkarcısı yani muattıldır. Sıfatların zahiri ve hakiki anlamda olması ise kulların sıfatları gibi olmasını gerektirmez. Biz bu sıfatları Allahın şanına layık olduğu şekilde isbat ederiz, bu ayrı bir bahistir.
İsmaili “İtikadu Eimmetil Hadis/Hadis İmamlarının İtikadı” adlı risalesinin istiva hakkındaki bölümünde şöyle demektedir:
وأنه عز وجل استوى على العرش ، بلا كيف ، فإن الله تعالى انتهى من ذلك إلى أنه استوى على العرش ولم يذكر كيف كان استواؤه
“Bize keyfiyeti meçhul olarak, Aziz ve Celil olan (Allah) arşa istiva etmiştir. Çünkü Allah Te'ala arşa istiva ettiğini bildirmiş, istivasının keyfiyetini (nasıl olduğunu) ise zikretmemiştir.”
Lalekai’nin naklettiğine göre Allah Rasülü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in zevcelerinden yani müminlerin annelerinden olan Ümmü Seleme (ra) “Rahman Arşa istiva etmiştir” ayeti hakkında şöyle demiştir:
الْكَيْفُ غَيْرُ مَعْقُولٍ وَالِاسْتِوَاءُ غَيْرُ مَجْهُوَلٍ وَالْإِقْرَارُ بِهِ إِيمَانٌ وِالْجُحُودُ بِهِ كُفْرٌ
“(İstivadaki) keyfiyet akledilemez, istiva ise bilinmeyen bir şey değildir, onu kabul etmek imandır, onu inkar etmek ise küfürdür.” (Lalekai, es-Sunne, no: 663)
İmam Malik ise aynı ayet hakkında şöyle demiştir:
الْكَيْفُ غَيْرُ مَعْقُولٍ وَالِاسْتِوَاءُ مِنْهُ غَيْرُ مَجْهُوَلٍ وَالْإِيمَانُ بِهِ وَاجِبٌ وَالسُّؤَالُ عَنْهُ بِدْعَةٌ
(İstivadaki) keyfiyet akledilemez, Onun istivası ise bilinmeyen bir şey değildir, ona iman etmek vacibtir, onun hakkında sormak bid’attir.” (Lalekai, es-Sunne, no: 664)
Malik’in hocası Rebia (rh.a) da şöyle demiştir:
الِاسْتِوَاءُ غَيْرُ مَجْهُوَلٍ وَالْكَيْفُ غَيْرُ مَعْقُولٍ
“İstiva bilinmeyen bir şey değildir, keyfiyeti ise akledilemez!” (Lalekai, es-Sunne, no: 665)
Lalekai aynı sözü başka bir yerde şöyle nakletmektedir:
الِاسْتِوَاءُ مَعْقُولٌ , وَالْكَيْفُ مَجْهُوَلٌ
“İstiva akledilebilen bir şeydir, keyfiyeti ise bilinemez!” (Lalekai, es-Sunne, no: 928)
İmam Malik ve başkalarından nakledilen meşhur sözde (nakleden, Lalekai, 3/397) “İstiva malumdur” veya “meçhul değildir” denilmesi tefvid mezhebinin batıllığına delalet etmektedir. Çünkü bu surette istivanın bilinen bir manası olduğu açıkça ifade edilmiştir. Eğer bu sözün kendisinden nakledildiği Ümmü Seleme validemiz, Malik veya Rebia gibi selef imamları –iddia edildiği gibi- sıfat naslarının manası bilinemez deselerdi istiva malumdur, bilinmektedir demezlerdi. Bu sözün ardından söyledikleri “Keyfiyet (yani nasıl olduğu) ise meçhuldür” ifadesi selefin asıl akidesini ortaya koymaktadır. Yani selefe göre sıfat naslarının manası bellidir, bizim için meçhul olan ise sözkonusu sıfatların keyfiyetidir. Bunlar haricinde selef imamlarından nakledilen Allah’ın yedi kat göğün üstünde, arşının üzerinde ve mahlukatından ayrı olduğunu ifade eden bütün kaviller ve diğer nüzul, yed, vech vb sıfatlarla alakalı sözleri onların hiç birinin tefvid ehlinin mezhebinde olmadığını göstermektedir. Çünkü tefvid ehlinden hiç biri bunları söylemez, hatta istiva, uluvv gibi kavramları birer sıfat olarak değil, nasslarda geçen ve anlamı bilinmeyen (is-te-va) gibi birtakım harfler olarak görürler. Esasında mufavvida, seleften yukarda tarifini gördüğümüz şekliyle bir tefvid inancını asla nakledemezler, onlar ancak selefin keyfiyetin bilinmeyeceğine dair sözlerini mananın bilinmeyeceği şeklinde tahrif ederler, onun ötesinde selefin bu inançta olduğuna dair bir hüccetleri yoktur. Böylelikle anlaşılıyor ki tefvid inancı bidattir, değil selef aklı başında hiç kimse böyle bir inanca sahip olmaz çünkü bu resmen Kuran ve sünnette manasız birtakım kelamlar olduğunu ileri sürmek demektir. Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin de işaret ettiği gibi tefvid inancı bidat ve ilhad ehlinin ileri sürdüğü fikirler arasında en şerrlisidir, zira bu inanç Kuran’ın hidayet kaynağı olmadığını ileri süren ve asıl doğru yolun filozofların sözlerinde olduğunu iddia eden zındıklara zemin hazırlamaktadır, çünkü tefvid ehli Kuran’ın anlaşılmaz ifadeler içeren bir kitap olduğunu ileri sürerek Kuran vasıtasıyla hidayete ulaşmaya engel olmaktadırlar. (Der’u Tearuzi’l Akli ve’n Nakl, 1/205)
Tefvid meselesi hakkında daha çok şey söylenebilir ancak bu zikrettiklerimiz aklı başında birisi için şimdilik kafi gelir inancındayız. Selefin mezhebi tefviddir, sıfatların zahiri manasını ancak Hanbelilerden bir kısmı isbat etmiştir, bunlar da müşebbihe sınıfındandır tarzı iddiaların batıllığı böylece ortaya çıkmış olmaktadır. Selef asrından sonra hayrın azalmasıyla beraber selef akidesini savunanların azınlığa düştüğü hususu doğrudur, ancak bu çoğunluğun savunduğu şeyin hakk olmasını ve selefe muvafık olmasını gerektirmez. Çünkü bizi selefin üzerinde bulunduğu yol ilgilendirir, sonraki devirlerde insanların ihdas ettikleri bidatler ise çöpe atılır. Vallahu a’lem.
...