Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Soru Maturidi Biri "Allah Arşın Üzerinde" Derse Küfre Girmiş Olur mu?

D Çevrimdışı

Daimaİslam

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sahabeler arasinda tevil ile içkiyi helal sayan bile olmuştur, ki buda açık meselelerdendir, Osman efendimizin şehid edilmesi haricilerle savasilmasi hep tevil ve ictihadlar ile olmuştur bu konuda iki tane ayetin tefsirini atacağım insAllah konunun anlaşılmasına vesile olur.

Maide.93- İman edip salih amel işleyenlere, sakınır, iman eder ve salih amel işledikleri, sonra da sakınıp iman ettikleri, sonra yine sakınıp ihsanda bulundukları takdirde, yaptıklarından dolayı bir vebal yoktur. Allah, ihsan edenleri sever.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız:

1- Ayetin Nüzul Sebebi:

2- Hz. Peygamber Hayatında Hükmün inişinden Önce Ölenlerin Durumu:
3- Nebiz Diye Bilinen içki Sarhoşluk Verirse Şarap Demektir:
4- Şarap Dışındaki içkiler:
5- "Tatma"nın Mahiyeti:
6- Mübah ve Canın Çektiği Lezzetli Şeylerden Yararlanmanın Sınırı:
7- Ayet-i Kerimedeki Tekrarların Anlamı:
8- Sakınan ve ihsan Eden:

9- Bu Ayetin Yanlış Anlaşılması ve Kudame b. Mazz2n:

1- Ayetin Nüzul Sebebi:


İbn Abbas, el-Bera b, Azib ve Enes b, Malik der ki: İçkiyi haram kılan buyruk nazil olunca, ashabtan bazıları: İçki içip kumar parasını yediği halde aramızdan ölenlerin durumu nasıl olacak? gibi bazı sözler söylediler, Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu,

Buhari, Enes b, Malik''ten şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Talha'nın evinde içki içenlere içki veriyordum, Bunun üzerine içkinin haram kılındığına dair buyruk nazil oldu. Peygamber de, bir münadiye bunu yüksek sesle ilan etmesini emredince, Ebu Talha şöyle dedi: Dışarı çık da bu sesin ne olduğuna bir bak. Dışarı çıktım, (gelip) şöyle dedim: Bu, "haberiniZ olsun muhakkak içki artık haram kılındı" diye ilan eden bir münadidir. Bu sefer Ebu Talha şöyle dedi: Git ve o şarabı dök. O şarap, el-Fadih (diye bilinen, yarılmış taze hurmadan yapılıp ateşte pişirilmeyen bir şaraptı) den yapılmıştı. (Enes devamla) der ki: Şarap, Medine sokaklarında akıp gitti. Kimisi şöyle dedi: Karınlarında (şarap) bulunduğu halde bir topluluk öldürüldü. Bunun üzerine Yüce Allah: "İman edip salih amel işleyenlere ... tattıklarından dolayı bir vebal yoktur" ayetini indirdi.

2- Hz. Peygamber Hayatında Hükmün inişinden Önce Ölenlerin Durumu:

Bu ayet-i kerime ile bu hadis-i şerif, ashab-ı kiramın ilk kıbleye doğru namaz kılarken ölen kimseler hakkındaki sorularını andırmaktadır. Bu soruyu sormaları üzerine: "Allah, imanınızı boşa çıkarmaz" (el-Bakara, 143) ayeti nazil olmuştur. Buna göre bir kimse, ölünceye kadar mübah olan bir işi yapacak olursa, bundan dolayı ne lehine, ne de aleyhine bir şey olur. Günah kazanması da, sorumlu tutulması da, yerilmesi de, ecir alması da, övülmesi de sözkonusu değildir. Çünkü mübah, şeriat açısından her iki yönü de birbirine eşit olan iştir. Buna göre, içki mübah iken içkinin kalıntıları karnında bulunduğu halde ölen kimselerin durumu ile ilgili olarak korkuya kapılmamak ve soru sormamak gerekirdi.

Ancak, bu soruyu soran kişi, mübahlığın delilinin farkına varmayarak, mübahlık hatırına gelmediğinden dolayı sormuş olabilir yahut da Yüce Allah'tan korkusunun ileri derecede oluşundan, mü'min kardeşlerine şefkatinden dolayı, daha önce içki içmesi sebebiyle sorgulanmalarından, cezalandırılmalarından vehme kapılmış oluduğundan dolayı böyle bir soruyu sormuş olabilir. İşte, Yüce Allah da: "İman edip salih amel işleyenlere ... tattıklarından dolayı bir vebal yoktur" ayeti ile böyle bir vehmi ortadan kaldırdı.

3- Nebiz Diye Bilinen içki Sarhoşluk Verirse Şarap Demektir:

Ayetin nüzulüne dair bu hadis-i şerifte, sarhoşluk vermesi halinde hurmadan yapılan nebizin, hamr (şarap) olduğuna açık bir delil vardır. Bu, kendisine itiraz olunması caiz olmayan açık bir nastır. Çünkü ashab-ı kiram (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) dili bilen insanlardı. Onlar, bu içtikleri nebizin bir hamr olduğunu akletmişlerdi. Zira, o dönemde Medine'de bundan başka bir içkileri yoktu.

Şair el-Hakemi de şöyle demiştir: "Bizim bir şarabımız var. Fakat, asma şarabı değildir o. Bunun yerine o, yüksek hurma ağaçlarının meyvesinden yapılır. Bunlar semaya doğru yükselen asmalardır. Meyvelerini toplamak isteyenlerin elleri ona ulaşamamıştır."

Buna açık delillerden birisi de Nesai'nin kaydettiği şu rivayettir: Bize elKasım b. Zekeriyya haber verdi: Bize, Ubeydullah, Şeyban'dan haber verdi. O, el-A'meş'den, o, Muharib b. Disar'dan, o, Cabir'den, o da Peygamber (s.a.v.)'dan, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Kuru üzüm ve hurma (dan yapılan içki) şarabın ta kendisidir."

Yine sahih nakille sabit olduğuna göre, Ömer b. el-Hattab (r.a) -ki, dili ve şeriati bilen bir kişi olarak o yeter- Peygamber (s.a.v.)'in minberi üzerinde hutbe irad ederken şöyle demiştir: Ey insanlar, şunu bilin ki, şarabın haram kılınışı nazil olduğu günde şarap beş şeyden yapılırdı: üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan ve arpadan. Şarap (hamr), aklı örten her şeydir.

Bu ise, hamrın anlamı ile ilgili en sarih açıklamadır. Ömer b. el-Hattab, Medine'de Peygamber (s.a.v.)'ın minberi üzerinde sahabe topluluğunun huzurunda hutbe irad edip bu sözleri söyledi. Onlar bu dili bilen ehil insanlardı. Ve şaraptan (hamrdan), bizim sözünü ettiğimiz şeyden başkasını da anlamamışlardı. Bu husus, böylece sabit olduğuna göre, "hamr ancak üzümden yapılır. üzümden başkasından yapılana ise hamr denilmez ve hamr adı onu kapsamaz. O içkilere ancak nebiz denilir" diyen Ebu Hanife ve Küfelilerin görüşü de çürütülmüş olur. Nitekim şair de şöyle demiştir: "Ben nebizi nebiz ehline terkettim. Ve ben, onu ayıplayanla antlaşmalı dost oldum O öyle bir içkidir ki, gencin şerefini kirletir. Ve kötülüğün kapılarını açar."

4- Şarap Dışındaki içkiler:

İmam Ebu Abdullah el-Mazeri der ki: Seleften olsun, diğerlerinden olsun, ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre türü itibari ile sarhoşluk veren herşeyin içilmesi de haramdır. Az ya da çok olsun, çiğ ya da pişmiş olsun, üzümden veya başka şeyden yapılmış olsun, fark etmez. Bunlardan herhangi birisinden kim birşey içerse, ona had vurulur. Sarhoşluk veren üzümden yapılan çiğ şaraba gelince, işte bir damlası dahi olsa, azının da çoğunun da haram olduğu icma ile kabul edilen budur. Bunun dışında kalan içkilerin ise, cumhurun görüşüne göre haram olduğu kabul edilmiştir.

Ancak, Küfeliler sözü geçenlerin dışında kalan içkilerden az olanda muhalefet etmişlerdir. Az miktardan kasıt sarhoşluk verecek dereceye ulaşmayan miktardır.

Üzümden çıkartıldığı halde pişirilmiş olması halinde de farklı görüştedirler. Basralılardan bir gurubun görüşüne göre, haramlık hükmü sadece üzümden sıkılan ve kuru üzümün ıslatılıp pişirilmemiş olan içeceği içindir. üzüm ve kuru üzümün suyunun pişirilmiş olması ile bunların dışında kalanların pişilirilmiş ve çiğ (pişirilmemiş) suları ise, sarhoşluk vermediği sürece helaldir.

Ebu Hanife, haramlık hükmünün farklı hükümler taşımakla birlikte, yalnızca hurma ve üzüm meyvelerinden sıkılana münhasır olduğu görüşündedir. Onun görüşüne göre saf üzüm suyundan yapılmış şarabın azı da çoğu da haramdır. Ancak, üçte ikisi gidinceye kadar pişirilmesi hali müstesnadır. Islatılan kuru üzüm ve hurma içeceğine gelince, bunlar herhangi bir miktar nazarı itibara alınmaksızın az dahi olsa ateş üzerinde bırakılmış olsa bile, bunların pişirilmiş olanları helaldir; çiğleri ise haramdır. Fakat o bunu haram kabul etmekle birlikte bunları içmekten dolayı haddi gerekli görmemektedir. Bütün bunlar ise, sarhoşluk sözkonusu olmadığı sürece sözkonusudur. Eğer, sarhoşluk verecek olurlarsa, hepsi birbirine eşit olurlar.

Hocamız fakih imam Ebu'l-Abbas Ahmed (r.a) der ki: Bu meselede muhalif kanaatte olanlara hayret edilir. Çünkü bunlar derler ki: üzümden sıkılarak elde edilen şarabın az miktarı çoğu gibi haramdır. Bu hususta icma da vardır: Bunlara: Şarabın az miktarı aklı gidermediği halde ne diye haramdır denilecek olursa, mutlaka şöyle denilir: Çünkü onun az miktarını içmek daha çok içmeye götürür veya teabbüd için böyledir. Bu durumda onlara şöyle denilir: Şarabın azı hakkında kabul ettiğiniz herşey, aynen nebizin azı hakkında da mevcuttur. O halde o da haram olmalıdır. Zira, -eğer bu kabul edilecek olursa- bunlar arasında yalnızca isim farkı vardır. Böyle bir kıyas ise kıyas türlerinin en yükseğidir. Çünkü burada, fer' bütün nitelikleriyle asla eşittir. Bu ise, onun (Ebu Hanife'nin): "Kölelerimi azad ettim" diyen bir kimsenin, azad etme hükmünün hem erkek köleler, hem de cariyeler hakkında geçerli olmasını kıyasa dayanarak söylediğinin aynısıdır. Diğer taraftan Ebu Hanife ve arkadaşlarına -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- gerçekten hayret edilir. Çünkü onlar, kıyasta o kadar ileri giderler ve kıyası ahad haberlere tercih dahi ederler. Bununla birlikte Kitap ve Sünnet ile ümmetin ilk dönemindeki ilim adamlarının icma ile desteklenmiş bu celi kıyası bir kenara iterek, muhaddislerin kitaplarında illetlerini beyan ettikleri şekilde hiçbirisi sahih olmayan ve hiçbirisi sahih kitaplarda yer almayan hadislere itimad etmişlerdir.

Yüce Allah'ın izniyle bu meselenin geri kalan kısmı en-Nahl süresinde (67. ayet, 2. başlıkta) gelecektir.

5- "Tatma"nın Mahiyeti:

Şanı Yüce Allah'ın: "Tattıklarından" buyruğunda "tatmak; (taam)" aslında yemek hakkında kullanılır. Mesela: "Yemeğin tadına baktı, yedi ve içeceği içti," denilir. Ancak bu hususta, mecaz! olarak da: "Ne ekmeğin, ne suyun, ne uykunun tadına baktım," denir. Şair de der ki: "Vecra (denilen yer) de, yanakları meyilli deve kuşları vardır; Uykunun tadına bakmazlar. Ancak ayakta oldukları halde"

Daha önce el-Bakara süresinde: "Fakat kim onu tatmazsa ... "(el-Bakara, 249. ayetin tefsirinde) yeteri kadar açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. (Ayrıca bk. Bakara, 61. ayetin tefsiri)

6- Mübah ve Canın Çektiği Lezzetli Şeylerden Yararlanmanın Sınırı:

İbn Huveyzimendad der ki: Bu ayet-i kerime, mübah ve arzu edilen şeyleri alıp kullanmanın, yiyecek, içecek, evlenmek gibi zevk alınan herşeyden yararlanmanın -bu hususta aşırıya gidilse ve bedeli ileri derecede olsa dahimübahlığını ihtiva etmektedir. Bu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "Allah'ın size helal kıldığı o en temiz ve en güzel şeyleri haram kılmayın" (el-Maide, 82); "De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve hoş ve temiz rızıkları haram kılan kimdirr (el-A'raf, 32)

7- Ayet-i Kerimedeki Tekrarların Anlamı:

Yüce Allah'ın: "Sakınır, iman eder ve salih amel işledikleri, sonra da sakınıp iman ettikleri, sonra yine sakınıp ihsan ettikleri taktirde, tattıklarından dolayı bir vebal yoktur. Allah ihsan edenleri sever" buyruğu ile ilgili dört görüş vardır:

1. Takvanın (sakınmanın) anılmasında tekrar sözkonusu değildir. Anlamı şudur: İçki içmekten sakınır, haram olduğuna inanırlarsa ikincisinin anlamı ise, sakınmaları (takvaları) ve imanları devam ederse, üçüncüsünün anlamı ise, sakınıp ihsanda bulundukları takdirde .... şeklindedir.

2. İçkinin haram kılınışından önce diğer haramlardan sakınır, haram kılınışından sonra da onu içmekten sakınırlar, sonra da geri kalan diğer amellerinde sakınmalarını devam ettirir ve davranışlarını güzel yapar, ihsanda bulunurlarsa, demektir.

3. Şirkten sakınır, Allah'a ve Rasulüne iman ederlerse; ikincisinin anlamı ise, sonra da büyük günahlardan sakınarak imanlarını artırırlarsa; üçüncüsünün anlamı ise: Sonra da küçük günahlardan sakınıp ihsanda bulunurlarsa, yani nafile ameller işlerlerse .... demektir.

4. Muhammed b. Cerir der ki: Birinci sakınma Yüce Allah'ın emirlerini kabul ile karşılamak suretiyle sakınmak ve O'nu tasdik ederek O'na itaat edip gereğince amel etmektir. İkinci sakınmak ise tasdik üzere sebatı devam ettirmek suretiyle sakınmaktır. üçüncü sakınmak ise, ihsan ile ve nafileler yaparak Allah'a yaklaşmak suretiyle sakınmaktır.

8- Sakınan ve ihsan Eden:

Yüce Allah'ın: "Sonra yine sakınıp ihsanda bulundukları takdirde ... Allah ihsan edenleri sever" buyruğu, ihsan eden ve sakınan (muttaki) kimsenin, salih ameller işleyip iman eden muttaki kimseden daha faziletli olduğuna delildir. Fazileti ise, ihsanı dolayısıyla ona verilecek olan ecir iledir.


9- Bu Ayetin Yanlış Anlaşılması ve Kudame b. Mazz2n:

Ashabdan (r.anhum) Cumahoğullarından Kudame b. Maz'ün, bu ayet-i (yanlış bir şekilde) te'vil etmiştir. Bu sahabi, Habeşistan'a iki kardeşi Osman ve Abdullah ile birlikte hicret edenlerdendir. Daha sonra Medine'ye hicret etmiş, Bedir'de hazır bulunmuş ve uzun bir ömür sürmüştür. Ömer b. el-Hattab'ın kayın biradel'i, oğlu Abdullah ve kızı Hz. Hafsa'nın dayısı idi. Ömer b. el-Hattab onu, önce Bahreyn'e vali olarak tayin etmiş, daha sonra Abdulkays oğulları efendisi el-Carud'un onun aleyhine şarap içtiğine dair tanıklık etmesi üzerine azletmişti.

Darakutni şu rivayeti kaydederek der ki: Bize Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed el-Mısrı anlattı: Bize, Yahya b. Eyyub el-AIlaf anlattı. Bana, Said b. Ufeyr anlattı. Bana, Yahya b. Fuleyh b. Süleyman anlatarak dedi ki: Bana, Sevr b. Zeyd İkrime'den anlattı, o, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletti:

İçki içenlere RasuluIlah (s.a.v.) döneminde ellerle, ayakkabılarla ve sopalarla vurulurdu. RasuluIlah (s.a.v.) vefat edinceye kadar bu böyle devam etti.

Ebu Bekir'in halifeliği döneminde içki içenler, RasuluIlah (s.a.v.)'ın dönemindekilerden daha fazlaydı. O bakımdan Ebu Bekir vefat edinceye kadar onlara kırkar sopa vururdu.

Ondan sonra gelen Ömer de aynı şekilde kırkar sopa vurarak cezalandırıyordu. Nihayet ona ilk muhacirlerden içki içmiş birisi getirildi. Ona sopa vurulmasını emretti. Adam: Bana niye sopa vurdu n? Benimle senin aranda Allah'ın Kitabı hakem olsun, dedi. Hz. Ömer şöyle dedi: Peki, Allah'ın Kitabının neresinde sana sopa vuramayacağımı görüyorsun? Bunun üzerine adam şöyle dedi: Yüce Allah kitabında: "İman edip salih amel işleyenlere ... tattıklarından dolayı bir vebal yoktur" diye buyurmaktadır. İşte ben de iman edip salih amel işleyen, sonra sakınıp iman eden, sonra yine sakınıp ihsan edenlerdenim. Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Bedir, Uhud, Hendek ve bütün önemli vakalarda hazır bulundum.
Hz. Ömer şöyle dedi: Bu söylediklerine karşı cevap vermiyor musunuz? İbn Abbas dedi ki: Bu ayet-i kerimeler, daha önce geçenler için bir mazeret, geri kalan insanlara karşı da bir delildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, içki, kumar ... " Sonra, diğer ayeti de okuyarak devam etti. Eğer bu gerçekten iman edip salih amel işleyen kimselerden olsaydı, şüphesiz ki Allah ona içki içmesini yasaklamış bulunmaktadır. Bu sefer Ömer şöyle dedi: Doğru söyledin. Peki görüşünüz nedir?

Bu sefer Ali (r.a) şöyle dedi: Şüphesiz bir kimse içti mi sarhoş olur. Sarhoş oldu mu, hezeyan eder. Hezeyan etti mi de iftiralarda bulunur. Müfteri kimseye de seksen sopa vurulur. Bunun üzerine Hz. Ömer emrederek ona seksen sopa vuruldu. (Darakutni, III, 166)

el-Humeydi, Ebu Bekr el-Berkanı'den, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: el-Carud, Bahreyn'den gelince dedi ki: Ey mü'minlerin emiri, Kudame b. Maz'ün sarhoşluk verici içki içti. Ve ben, Yüce Allah'ın haklarından bir hak görürsem onu sana getirmem, benim üzerime bir hak görev olur. Hz. Ömer: Senin söylediğinin doğruluğuna kim şahidlik eder, deyince, o: Ebu Hureyre dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ebu Hureyre'yi çağırıp: Neye şahidlik edersin Ey Ebu Hureyre? diye sormuş, O da: İçki içtiğinde ben onu görmedim ama, onu sarhoş ve kusarken gördüm. Hz. Ömer: Sen, şahidlikte işi aşırıya götürdün dedi, arkasından Hz. Ömer, Bahreyn'de bulunan Kudame'ye mektup yazarak yanına gelmesini emretti.

el-Carud henüz Medine'de iken Kudame geldi. el-Carud da Hz. Ömer'le konuşarak: Bu adama Allah'ın Kitabını uygula dedi. Hz. Ömer el-Carud'a: Sen bir şahid misin? Yoksa bir hasım, bir davacı mısın? el-Carud: Ben şahidim dedi. Hz. Ömer: Sen şahidliğini yapmış bulunuyorsun demesi üzerine, el-Carud Hz. Ömer'e: Ben, Allah adına sana söylüyorum, dedi. Bu sefer Hz. Ömer şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, ya dilini tutarsın, yahut da sana kötülük yaparım.

Bu sefer, el-Carud: Allah'a yemin ederim senin bu davranışın hak değildir. Amcan oğlu içki içecek, bana kötü davranacaksın. Hz. Ömer onu tehdit etti. Bu sefer, oturmakta olan Ebu Hureyre dedi ki: Ey mu'minlerin emiri, eğer sen bizim şahitliğimizden şüphe ediyor isen, İbn Maz'un'un hanımı, Velid'in kızı (Hint)'e sor. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hind'e Allah adına söylemesini istiyerek haberci gönderdi. Hint de kocası aleyhine şahidlik edince, Hz. Ömer şöyle dedi. Ey Kudame, ben sana sopa vuracağım. Bu sefer Kudame: Allah'a yemin ederim -eğer dedikleri gibi içki içmiş olsam dahi- Ey Ömer, senin bana sopa vurma hakkın yoktur. Hz. Ömer: Nedenmiş o, Ey Kudame deyince, Kudame şöyle dedi: Çünkü Yüce Allah: "İman edip salih amel işleyenlere ... tattıklarından bir vebal yoktur. Allah ihsan edenleri sever" diye buyurmaktadır, dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer: Ey Kudame, yanlış te'vil ediyorsun. Sen, eğer Allah'tan korksan, Allah'ın haram kıldığından uzak dururdun. Sonra Hz. Ömer, hazır bulunanlara dönerek şöyle dedi: Kudame'ye sopa vurmak hakkındaki görüşünüz nedir? Hazır bulunanlar: Hasta olduğu sürece ona sopa vurmanı uygun görmüyoruz dediler. Hz. Ömer, sesini çıkarmayarak ona sopa vurmadı.

Birgün sabahleyin, yine yanındaki arkadaşlarına: Kudame'ye sopa vurmak hususundaki görüşünüz nedir, diye sorunca, hazır bulunanlar: Hasta olduğu sürece ona sopa vurmanı uygun görmüyoruz, dediler. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, kamçının altında ölerek Allah'ın huzuruna çıkması, benim o sorumluluk boynumda olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkmamdan daha çok hoşuma gider. Allah'a yemin ederim ona sopa vuracağım dedikten sonra, bana bir kamçı getirin, dedi. Hz. Ömer'in azadlısı Eslem ona ince ve küçük bir kamçı getirdi. Hz. Ömer o kamçıyı alıp eliyle sıvazladıktan sonra Eslem'e şöyle dedi: Kavminin kötü adeti olan iltimas seni etkiledi ha! Bana bundan başka bir kamçı getiriniz dedi. Bu sefer Eslem ona tam bir kamçı getirdi. Bunun üzerine Ömer. Kudame'ye kamçı vurulmasını emretti. Bundan dolayı Kudame, Hz. Ömer'e öfkelendi ve ona darıldı.

Kudame, Hz. Ömer'e dargın vaziyette ikisi de hacc ettiler. Nihayet haclarından geri döndüklerinde Ömer. es-Sukya denilen yerde konaklayıp uyudu. Uyandığında Ömer şöyle dedi: Çabuk bana Kudame'yi getiriniz, Haydi gidin bana onu getiriniz. Allah'a yemin ederim ben rüyamda birisinin bana gelip şöyle dediğini duydum: Kudame ile barış, çünkü o senin kardeşindir. Fakat Kudame'nin yanına gittiklerinde Hz. Ömer'in yanına gelmeyi kabul etmedi. Bu sefer Hz. Ömer, Kudame'nin yanına sürüklenerek getirilmesini emretti. Nihayet Hz. Ömer onunla konuştu ve onun için Allah'tan mağfiret diledi. Böylelikle dargınlıklarından sonra ilk defa barışmış oldular.

Eyyub b. Ebi Temime der ki: Bedir'e katılanlardan, şarap dolayısıyla ondan başka kimseye had vurulmuş değildir.

İbnü'l-Arabi der ki: İşte bu, sana ayetin te'vilini (ne anlama geldiğini) göstermektedir. Bu hususta, Darakutni'nin naklettiği hadiste, İbn Abbas'tan zikredilenler ile, el-Berkani yoluyla gelen hadiste, Hz. Ömer'den gelen açıklamalar doğru olan açıklamalardır. Eğer şarap içen bir kimse, başka hususlarda da Allah'tan korkacak olsa (ve bundan dolayı haddi haketmediği kabul edilse), şarap dolayısıyla hiç kimseye had nırulmazdı. O bakımdan, böyle bir te'vil, en bozuk bir te'vil'dir. Kudame ise bunu farketmemişti. Ömer ve İbn Abbas gibi (Allah ikisinden de razı olsun) Allah'ın başarı verdiği kimseler ise, bunun doğru anlamını kavramışlardı. Şair der ki: "Ben zamanın üzüntü ve kederinden ağladığını görecek olursam; Mutlaka bende Ömer'e ağlarım .. "

Ali (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre, Şam'da bir topluluk içki içtiler ve:
Bu içki bizim için helaldir deyip, bu ayet-i kerimeyi yanlış bir surette te'vil ettiler. Hz, Ali ile Hz, Ömer, tevbe etmelerinin istenmesini, tevbe etmeyecek olurlarsa öldürülmeleri gerektiğini kararlaştırdılar. Bunu da el-Kiya et-Taberı zikretmiştir.
 
Son düzenleme:
D Çevrimdışı

Daimaİslam

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hucurat.9: Eğer müminlerden iki grub birbirleri ile çarpışırlarsa onların aralarını düzeltin. Eğer onların biri diğerine karşı tecavüz ediyorsa, o tecavüz eden grubla Allah'ın emrine dönünceye kadar çarpışın. Eğer dönerse ikisinin arasını adaletle düzeltin ve adaletli olun. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

1- Ayetin Nüzul Sebebi:

2- Birbirleriyle Çarpışan Müslüman Grupların Durumu ve Takınılacak Tavır:
3- Halifeye Yahut Herhangi Bir Müslümana Haksızlık Yaptığı Bilinen Kesime Karşı Savaşmak Gereği:
4- Ashab Arasında Çıkan Çatışmalar:
5- Haksızlık Eden ile Savaşmanın Gereği:
6- Adaletle Barış Yapmanın çerçevesi:
7- Adaletli imama (islam Halifesine) Karşı Delilsiz Olarak Ayaklananlar:
8- Ayaklanmacılar Tarafından Telef Edilen Kanların ve Malların Hükmü:
9- Ayaklanan Kesim Ele Geçirdikleri Bölgelerde Ahkamı Uygulayacak Olurlarsa Hüküm Nedir?:
10- Ashabtan Herhangi Birisine Kati Olarak Bir Hata Nisbet Etmek Caiz Değildir:


1- Ayetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın: "Eğer müminlerden iki grub birbirleriyle çarpışırlarsa, onların aralarını düzeltin" buyruğu ile ilgili olarak el-Mutemir b. Süleyman, Enes b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ey Allah'ın peygamberi! Sen Abdullah b. Ubeyy'e gitsen, dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona gitmek üzere yola koyuldu. Bir eşeğe bindi. Müslümanlar da yayan yürüdü. Orası çorak bir arazi idi. Peygamber (s.a.v.) onun yanına varınca: Benden uzak dur, Allah'a yemin ederim eşeğinin pis kokusu beni rahatsız etti, dedi. Ensardan bir adam: Allah'a yemin ederim Rasulullah (s.a.v.)'ın eşeğinin kokusu senden daha hoştur, dedi. Kavminden bir adam Abdullah b. Ubeyy'e böyle denildi diye öfkelendi. Herbirisi adına arkadaşları öfkelenip kızdı. O bakımdan kuru hurma dallarıyla, ellerle ve ayakkabılarla aralarında bir çarpışma meydana geldi. Bize ulaştığına göre bu ayet onların haklarında inmiştir.

Mücahid dedi ki: Ayet-i kerime Evs ve Hazrecliler hakkında inmiştir. (Yine) Mücahid dedi ki: Ensardan iki kesim sopalarla ve ayakkabılarla birbiriyle çarpıştı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.

Bunun benzeri bir rivayet Said b. Cübeyr'den gelmiştir. Buna göre Evs ile Hazreç arasında Resulullah (s.a.v.) döneminde kuru hurma dallarıyla, ayakkabı ve benzerleriyle bir çarpışma olmuştu. Yüce Allah da haklarında bu ayeti kerimeyi indirdi.

Katade dedi ki: Ayet-i kerime bir hak konusunda herkesin karşı tarafı haksız bulduğu ensardan iki kişi hakkında inmiştir. Birisi: Hakkımı zorla alacağım demişti, çünkü aşireti çoktu. Diğeri de onu Rasulullah (s.a.v.)'ın huzurunda mahkemeleşmeye çağırdı, ancak onun dediğini kabul etmedi. Bu durum aralarında böylece devam edip gitti, nihayet birbirlerine düştüler. El, ayakkabı ve kılıçlarla birbirlerine giriştiler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.

el-Kelbi dedi ki: Ayet-i kerime Sümeyr ve Hatıb adındaki iki kişi dolayısıyla meydana gelen savaş hakkında inmiştir. Sümeyr, Hatıb'ı öldürmüştü. Bu sebeple Evslilerle Hazrecliler Peygamber (s.a.v.) yanlarına gelinceye kadar birbirleriyle çarpıştılar. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Yüce Allah bununla peygamberine ve müminlere aralarını düzeltmelerini, barış yapmalarını emretti.

es-Süddi dedi ki: Ensardan Um Zeyd diye anılan bir kadın, ensardan olmayan bir adam ile evli idi. Kocası ile birlikte aralarında tartışma çıktı. O akrabalarını ziyaret etmek istediği halde, kocası ona engel oldu ve akrabalarından hiçbir kimsenin yanına giremeyeceği yüksekçe bir yerde onu yerleştirdi. Kadın da akrabalarına haber saldı. Akrabaları gelip onu götürmek üzere bulunduğu yerden aşağıya indirdiler. Bu sefer kocası çıkıp kendi yakınlarından yardım istedi. Akrabaları tarafından kadının alınıp götürülmesini engellemek üzere amca çocukları çıkıp geldi. Aralarında itiş kakış oldu, ayakkabılarla birbirlerini vurdular. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

"Taife: grub" lafzı hem tek adamı, hem iki kişiyi, hem de çoğulu ifade eder. O halde bu buyruk lafza göre değil de manaya göre hamledilen (ve kipleri ona göre kullanılan) sözlerdendir. Çünkü "iki taife: iki grub" hem kavim, hem de insanlar anlamındadır.

"Allah'ın emrine dönünceye kadar ... eğer dönerse ikisinin arasını adaletle düzeltin" anlamındaki buyruk Abdullah b. Mesud'un kıraatinde "Onlar Allah'ın emrine dönünceye kadar: Allah'ın emrine dönecek olurlarsa aralarında adaleti uygulayın." şeklindedir. İbn Ebi Able: "Çarpışırlarsa" anlamındaki buyruğu "iki grub" anlamındaki lafız tesniye olduğundan dolayı; (...) diye okumuştur. Buna dair açıklamalar daha önce et-Tevbe Süresi'nin sonlarında (122. ayet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

İbn Abbas'da Yüce Allah'ın: "Müminlerden bir topluluk (taife) de azablarına tanık olsunlar" (en-Nur, 2) buyruğu hakkında bir ve daha yukarısı diye açıklamıştır. Çünkü "bir şeyden taife" ondan bir parça demektir.

"Onların aralarını" her iki kesimi hüküm, ister lehlerine, ister aleyhlerine olsun Allah'ın Kitabına çağırmak suretiyle "düzeltin. Eğer onların biri diğerine karşı tecavüz ediyorsa" haksızlık edip Allah'ın hükmüne ve kitabına yapılan çağrıyı kabul etmiyorsa "o tecavüz eden grupla Allah'ın emrine" Kitabına "dönünceye kadar çarpışın." "Bağy: Tecavüz" haddi aşmak, haksızlık etmek, fesad çıkarmak demektir.

"Eğer dönerse, ikisinin arasını adaletle düzeltin." Yani onları karşılıklı olarak adil davranmaya, insafa mecbur edin. "Ve" ey insanlar "adaletli olun!" Birbirinizle savaşmayın, çarpışmayın. Bunun adaletli olmayı emrettiği de söylenmiştir. "Çünkü Allah adaletli olanları" adaleti ve hakkı uygulayanları "sever."

2- Birbirleriyle Çarpışan Müslüman Grupların Durumu ve Takınılacak Tavır:

İlimadamları der ki: İki müslüman grub birbirleriyle çarpışacak olurlarsa ya her ikisi de haksız olarak çarpışırlar, yahutta başka bir durumdadırlar. Eğer her ikisi de haksız iseler bu durumda yapılması gereken aralarında ilişkilerini düzeltecek, birbirlerinden el çekmeleri ve karşılıklı olarak silah bırakmaları sonucunu verecek şekilde barış yapılır, birbirleriyle anlaşmalarını sağlamak için aracılık yapılır. Şayet birbirlerinden el çekmeyecek ve barış yapmayacak olurlarsa, her ikisi de haksızlıklarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa, o takdirde her ikisi ile de çarpışılır.

Şayet ikinci durum sözkonusu ise yani bu iki kesimden birisi diğerine haksızlıkta bulunuyor ise, o vakit haksızlık yapan grub ile vazgeçinceye ve tevbe edinceye kadar savaşmak gerekir. Eğer bu duruma gelirse aralarında ve kendilerine haksızlık yapılan kesimle adalet ile barış yapılır. Eğer her iki tarafın karşı karşıya kaldığı bir şüphe sebebiyle aralarında çatışmalar baş göstermiş ve her bir grub da kendisine göre kendisini haklı kabul ediyor ise, bu durumda, apaçık ve parlak deliller ile kesin belgeler ile şüphenin ortadan kaldırılması ve hakka ileten yolun gösterilmesi gerekir. Buna rağmen her iki kesim yine düşmanlığı bırakmayıp, kendilerine gösterilen yola uygun davranmayıp, kendileri için açıklığa kavuştuktan sonra, kendilerine öğütlenen hakka uymayacak olurlarsa, o vakit her ikisi de haksızlık eden kesim demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3- Halifeye Yahut Herhangi Bir Müslümana Haksızlık Yaptığı Bilinen Kesime Karşı Savaşmak Gereği:

Bu ayet-i kerimede halifeye yahutta herhangi bir müslümana haksızlık yaptığı bilinen kesime (el-fietu'l-bağiye'ye) karşı savaşmanın vacib olduğuna delil vardır. Ayrıca müminlerle savaşılmayacağını söyleyip, Peygamber Efendimizin: "Mümin ile savaşmak küfürdür'' hadisini delil gösterenlerin görüşünün tutarsız olduğuna da delildir. Çünkü eğer haksızlık yapan müminle çarpışmak küfür olsaydı, haşa Yüce Allah küfrü emretmiş olurdu. Diğer taraftan Ebu Bekir es-Sıddik (r.a), İslam'a sarılmakla birlikte zekat vermek istemeyenlerle çarpışmış, fakat bırakıp kaçan kimsenin ardından gidilmemesini, yaralı bir kimsenin işinin bitirilmemesini emretmiştir. Malları -kafirlerde vacib olandan farklı olarak- ganimet olarak helal olmaz.

Taberi dedi ki: Eğer her iki kesim arasındaki ayrılıklarda vacib olan, ondan kaçıp evlere sığınmak olsaydı, hiçbir had uygulanmaz ve hiçbir batılın sonu getirilemez, nifak ehli ve facir olan kimseler Allah'ın kendilerine haram kılmış olduğu müslümanların mallarını, kadınlarını esir almayı ve kanlarını dökmeyi, onlara karşı grublar oluşturmak, diğer taraftan da müslümanların onlara ilişmemesi sonucunda Allah'ın kendilerine haram kılmış olduğu herşeyi helal görmek için bir yol olurdu. Oysa bu Peygamber (s.a.v.)'ın: "Aranızdaki beyinsizlerin ellerini tutun (kötülük yapmalarına meydan vermeyin)." hadisine aykırıdır.

4- Ashab Arasında Çıkan Çatışmalar:

Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu ayet-i kerime müslümanların (birbirleriyle) savaşmalarında asıl dayanak ve tevilcilerle savaşmakta bir esastır. Ashab da buna dayanmış, bu dinin ileri gelenleri buna sığınmıştır. Peygamber (s.a.v.): "Ammar'ı bağy (haksızca ayaklanan) kesim öldürecektir" hadisi ile bunu kastetmiştir. Yine Peygamber Efendimizin Hariciler hakkındaki: "Onlar hayırlı olan kesime karşı ayaklanacaklar yahut bir ayrılık zamanında ayaklanacaklar" şeklindeki hadisinde de kastettiği bu husustur. Son hadisin birinci rivayeti daha sahihtir. Çünkü Peygamber Efendimiz: "İki kesimden hakka daha yakın olan onları (o Haricileri) öldürecektir" diye buyurmuştur.

Haricilerle çarpışan Ali b. Ebi Talib ve onunla birlikte olanlardı. Buna göre İslam alimlerine göre ve dinin delili ile sabit olan şu ki Ali; (r.a.) (meşru) imam idi. Ona karşı çıkan herkes de bir bağiy idi. O bağiy ile hakka dönünceye ve barışı kabul edip, boyun eğinceye kadar savaşmak vacib idi. Çünkü Osman (r.a.) öldürülmüş, ashab-ı kiram da onun kanından beri (onu öldürmekten uzak) idiler. Çünkü o kendisine ayaklananlarla çarpışılmasına engel olmuş ve: RasuluIlah (s.a.v.)'a ümmeti arasında insanları öldürmek suretiyle halifelik yapan ilk kişi ben olmak istemem, diyerek belaya sabretmiş, mihnete teslim olmuş ve kendisini ümmet adına feda etmişti.

Diğer taraftan insanların başıboş bırakılması mümkün değildir. O bakımdan Ömer (r.a)'ın kendisinden sonraki halifeyi tesbit etmek için tayin ettiği şurada adını verdiği diğer sahabilere halifelik teklif edildi. Onlar bu işi biri diğerine havale ettiler. Ali (r.a) bu işe layık ve ehil idi. Öldürmelere, batıl ile ümmetin kanının dökülmesine yahutta hiçbir hayırlı netice vermeyecek şekilde işinin darmadağın olmasına karşı ümmeti korumak maksadı ile ihtiyat göstererek kabul etti. Çünkü belki de din değişecek ve İslamın temel direği çökecekti. Ona bey'at edilince Şam halkı kendisine bey'at etmek için Osman'ın katillerini bulması ve onlara kısas uygulamasını şart koşmuşlardı. Ali (r.a) da onlara şöyle demişti: Siz beyatinizi yapınız, hakkı isteyiniz, onu elde edeceksiniz. Bu sefer onlar: Osman'ın katilleri senin aranda sabah-akşam sen onları görüp duruyorken sana bey 'at edilmeye hak sahibi değilsin, dedi.

Bu hususta Ali (r.a)'ın görüşü daha sağlam, sözü daha doğru idi. Çünkü Ali (r.a) eğer katillere kısas uygulayacak olsaydı, birtakım kabileler o katillerin lehine taassub gösterir ve üçüncü bir savaş baş gösterirdi. O bakımdan dizginleri eline sağlamca tutup, bey'at akdinin gerçekleşmesini ve hüküm meclisinde Hz. Osman'ın kanının velilerinin bunun taleb edilmesini ve böylelikle hak ile hüküm verilebilecek zamanın gelmesini bekle di.

Kısası uygulamak şayet fitne doğuracak yahutta sözbirliğini bozacak olursa, imamın kısası ertelemesinin caiz olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur.

Talha ve ez-Zübeyr'in başından geçenler de böyle olmuştur. Onlar Ali (r.a)'ın yöneticiliğine karşı itaatsizlik ederek beyatlerini bozmadıkları gibi; diyaneten de hiçbir şekilde ona itiraz etmemişlerdi. Onların görüşleri sadece işe Osman (r.a)'ın katillerinin öldürülmesi ile başlamanın daha uygun olacağından ibaretti.

Derim ki: İşte bu aralarındaki savaşın sebebi ile ilgili kabul edilecek görüştür. Değerli birtakım ilim adamları şöyle demiştir: Basra'da aralarında meydana gelen olay, hiçbir şekilde savaş yapma kararı vererek yapılmış değildir. Bu beklenmedik bir şekilde ve herbir kesim kendisini savunmak maksadı ile olmuştu. Çünkü herbirisi karşı tarafın kendisine verdiği sözde durmadığını zannetmişti. Çünkü onlar kendi aralarında işi düzene koymuş, aralarında barış tamamlanmış ve gönül rızasıyla birbirlerinden ayrılmışlardı. Osman (r.a)'ın katilleri kendilerine karşı güç yetirileceğinden ve çepeçevre kuşatılacaklarından korktular. Bunun için bir araya toplanıp, danıştılar, görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Daha sonra da iki kesime ayrılmak noktasında görüş birliğine vardılar ve her iki ordu arasında sabahın erken saatlerinde savaşa başlamayı kararlaştırdılar. Karşılıklı olarak birbirleriyle ok atacaklar ve Ali'nin askerleri arasında bulunan kesim "Talha ve Zübeyr" antlaşmayı bozdu diye bağıracaklar, Talha ve Zübeyr askerleri arasındaki kesim de: "Ali antlaşmayı bozdu" diye bağıracaklardı. Planladıkları şekilde uygulamayı gerçekleştirdiler ve savaş başgösterdi. Herbir kesim kendi kanaatine göre karşı tarafın düzenlediği bir hileyi bertaraf ediyor ve kanının dökülmesini engellemeye çalışıyordu. Bu sebeple her iki kesimin de yaptığı doğru bir işti ve Yüce Allah'a bir itaatti. Çünkü önce aralarında çarpışma olmuş, sonra da bu esas üzere çarpışmayı sona erdirmişlerdi. Bu hususta doğru ve meşhur olan görüş budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Haksızlık Eden ile Savaşmanın Gereği:

"O tecavüz eden grubla Allah'ın emrine dönünceye kadar çarpışın" buyruğu çarpışmayı emretmektedir. Bu ise bir farz-ı kifayedir. Eğer bir grub bunu yerine getirecek olursa, diğerlerinin üzerinden sorumluluk kalkar. Bundan dolayı ashab-ı kiramdan bir grub, bu gibi konumlarda bulunmaktan geri kalmışlardır. Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Amr, Muhammed b. Mesleme ve diğerleri gibi. Ali b. Ebi Talib de onların bu tutumlarını doğru kabul etmiş ve onların herbirisi ona kendisinin de uygun gördüğü bir mazeret ileri sürmüştür.

Rivayet olunduğuna göre halifelik Muaviye'nin eline geçince, yaptıkları dolayısıyla Sa'd'a sitem etti ve ona: Sen çarpıştıkları vakit iki kesimin arasını düzelten bir kimse olmadığın gibi, haksızlık yapan grubla da savaşanlardan olmadın. Sa'd ona şöyle dedi: Evet ben haksızlık eden gruba karşı savaşmayı terkettiğime pişmanım.

Böylelikle herbirisinin yaptıkları dolayısıyla sorumlu olmadığı, onların tasarruflarının içtihadları gereği ve şeriate uygun bir uygulama olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

6- Adaletle Barış Yapmanın çerçevesi:

"Eğer dönerse ikisinin arasını adaletle düzeltin" buyruğunda sözü edilen adaletin kapsamına aralarında cereyan eden kan dökmeler ve mal telef etmelerin taleb edilmemesi de girmektedir. Çünkü bu bir tevile dayalı olarak telef olan bir şeydir. Bunların cezaları istenecek olursa, o vakit onların barıştan uzaklaşmalarına, sınırı aşmakta daha da ileri gitmelerine sebeb teşkil eder. İşte masIahatın esası da budur. Lisanu'l-Umme şöyle demiştir: Ashab-ı kiramın savaşmasında Yüce Allah'ın hikmeti, onlar vasıtası ile tevil ehli olan kimselerle savaşmanın hükümlerini öğretmektir. Çünkü müşriklerle savaşmanın hükümleri Rasülullah (s.a.v.)'ın ifadeleri ve uygulamalarıyla bilinmiş bulunmaktadır.

7- Adaletli imama (islam Halifesine) Karşı Delilsiz Olarak Ayaklananlar:

Adaletli imama karşı haddi aşan ve delili bulunmayan bir kesim ayaklanacak olursa, imam bütün müslümanlarla yahutta yeteri kadar kimselerle birlikte onlarla savaşır. Bundan önce onları itaate ve müslüman cemaatin arasına girmeye davet eder. Şayet geri dönmeyi kabul etmeyip barışı benimsemeyecek olurlarsa, onlarla savaşılır. Onlardan alınan esirler öldürülmez, kaçanların arkasından gidilmez, yaralılarının işleri bitirilmez, çoluk-çocukları esir alınmaz, malları ganimet olmaz.

Adaletli imam tarafından olan kişi, haksızca ayaklananı yahutta haksızca ayaklanan kişi adaletli imamın tarafında bulunanı öldürecek olup da katil maktulün velisi ise bunların arasında mirasçılık cereyan etmez. Yani kasten öldüren bir kimse, hiçbir durumda miras almaz.

Adaletli imam tarafında olanın -kısasa kıyas ile- haddi aşarak haksızca ayaklanandan miras alacağı da söylenmiştir.

8- Ayaklanmacılar Tarafından Telef Edilen Kanların ve Malların Hükmü:

Haddi aşan bağiylerle ayaklanan haricilerin telef ettikleri kan ya da mallardan sonra tevbe edecek olurlarsa, bunlardan ötürü sorumlu tutulmazlar. Ebu Hanife, onlardan tazminat alınır, demiştir. Şafii'nin bu hususta iki görüşü vardır.

Ebu Hanife'nin görüşü şöylece açıklanır: Bu telef haksızca yapılan bir teleftir, dolayısıyla tazminatının ödenmesi gerekir.

Bize göre bu hususta gözönünde bulundurulması gereken şudur: Ashab (r.anhum), aralarında bu kabilden meydana gelen savaşlarda kaçanın peşinden gitmediler, yaralının işini bitirmediler, esirleri öldürmediler, herhangi bir can ve malın tazminatını da ödetmediler. Bu hususta kendilerine uyulacak kimseler de onlardır.

İbn Ömer de dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Abdullah! Yüce Allah'ın bu ümmetten bağyeden (haksızca ayaklanan) kimseler hakkındaki hükmünün nasıl olduğunu biliyor musun?" Abdullah: Allah ve Rasülü daha iyi bilir, dedi. Şöyle buyurdu: "Yaralılarının işleri bitirilmez, esirleri öldürülmez, kaçkınları takib edilmez, onlardan alınan mallar ganimet olarak paylaştırılmaz. ''

Ancak mevcut olan mallar aynı ile geri verilir.

Bütün bu hükümler kendisince uygun kabul edilen bir tevile dayanarak ayaklanan kimseler hakkındadır.

ez-Zemahşeri Tefsirinde şunu zikretmektedir: Eğer haddi aşan mütecaviz kesim az sayıda olup da kendilerini koruyabilecek güçleri yoksa Allah'ın hükmüne geri döndükten sonra yaptığı haksızlıkların tazminatını öder. Şayet kendilerini koruyacak sayıda çok ve güçlü iseler tazminat ödemezler. Bundan tek istisna Muhammed b. el-Hasen -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-in görüşüdür. O Allah'ın emrine döndüğü takdirde tazminat ödemesi gerektiği doğrultusunda fetva veriyordu. Bir araya toplanıp askeri düzene girmeden yahutta savaş silahlarının bırakılması esnasında dağıldığı esnada işledikleri cinayetlere gelince, bütün fukahaya göre tazminatlarının ödenmesi gerekir. Buna göre Yüce Allah'ın: "İkisinin arasını adaletle düzeltin" buyruğunda sözü edilen adaletle düzeltmek, Muhammed'in görüşüne göre açıkça anlaşılır ve ilahi buyruğun lafzına uygundur. Onun dışındakilerin görüşüne göre de tecavüz eden grubun sayıca az olmaları haline yorumlanır. Fukahanın sözünü ettiği maksat, kinleri öldürmek ve ortadan kaldırmaktır, yoksa cinayetlerin tazminatının öldürülmesi değildir, şeklindeki açıklamalar ise, emrolunan adaleti uygulamak ve gözetmekle güzel bir uyum arzetmemektedir.

(Yine) ez-Zemahşeri dedi ki: Şayet: Niye ikincisinde ıslah (arayı düzeltmek) ile birlikte adalet sözkonusu edildiği halde, birincisinde sözkonusu edilmemiştir diye sorulursa cevabımız şu olur: Çünkü ayetin baş tarafında sözü edilen çarpışmadan kasıt, haddi aşan iki kesimin yahutta şüpheye dayanarak çarpışan iki kesimin birbiriyle çarpışmasıdır.

Hangisi olursa olsun müslümanların onlar hakkında yapmaları gereken uygulama, aralarını ıslah etmek ve hakkı göstermek, kalblere şifa veren öğütler ve şüpheyi ortadan kaldırmak suretiyle musibeti dindirip arayı düzeltmektir. Ancak iki kesim ısrar edecek olursa, o takdirde çarpışmak icab eder. Burada ise tazminat uygun düşmez, fakat ikisinden birisinin haksızlık yapması halinde durum böyle değildir. Bu durumda daha önce sözü edilen her iki şekilde de tazminat ödenmesi uygundur.

9- Ayaklanan Kesim Ele Geçirdikleri Bölgelerde Ahkamı Uygulayacak Olurlarsa Hüküm Nedir?:

Şayet ayaklanan kesim, herhangi bir yere galibiyet sağlayıp zekatları toplar, hadleri uygular ve oradaki insanlar arasında İslam ahkamı ile hükmedecek olurlarsa ne zekatlar ikinci defa alınır, ne de hadler bir daha uygulanır. Kitaba, sünnete ya da icma'ya muhalif olanlar dışında verdikleri hükümler de bozulmaz. Nitekim böyle bir durumda adalet ve sünnet ehli kimselerin verdikleri hükümler de bozulur. Bu açıklamayı Mutarrif ve İbnu'l-Macişun yapmışlardır.

İbnu'l-Kasım da: Onların uygulamaları hiçbir halde caiz değildir, demiştir. Esbağ'dan bunun caiz olduğu rivayeti gelmiştir. Yine ondan gelen bir rivayete göre İbnu'l-Kasım'ın dediği gibi bunlar caiz olmaz. Ebu Hanife de böyle demiştir. Çünkü bu, velayeti caiz olmayan kimselerin haksızca bir uygulamasıdır. Bunlar bağiy olmasalardı bile hükümleri caiz olmadığı gibi, bu halde de hükümleri caiz olmaz.

Bu hususta bizim lehimize olan dayanak, daha önce arzettiğimiz ashabi kiramın uygulamasıdır. Fitne çekilip antlaşma ve barış ile aradaki ayrılıklar ortadan kalkınca, onların verdikleri hiçbir hükmü tekrar yeniden ele alıp değerlendirmediler.

İbnu'l-Arabi dedi ki: Benim kanaatime göre böyle bir iş uygun değildir.
Çünkü fitne ortadan kalktığı sırada imam olan kişi, daha önce bağiy olan kişi idi ve ortada ona itiraz edecek kimse de yoktu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

10- Ashabtan Herhangi Birisine Kati Olarak Bir Hata Nisbet Etmek Caiz Değildir:

Ashabtan herhangi birisine kati olarak bir hatanın nisbet edilmesi caiz değildir. Çünkü hepsi de yaptıkları işlerinde ictihad etmişler ve Allah'ın rızasını gözetmişlerdir. Onların hepsi de bizim için birer önderdir (imamdır). Ayrıca bizden aralarında baş gösteren olaylar hakkında konuşmamakla ve onları ancak en güzel şekliyle sözkonusu etmekle ibadet etmemiz istenmiştir. Çünkü ashab-ı kiramın belirli bir hürmeti vardır ve Peygamber (s.a.v.) onlara dil uzatmayı yasaklamıştır. Allah da onların günahlarını bağışlamış ve onlardan razı olduğunu haber vermiştir. Bununla birlikte değişik yollarla birtakım haberler varid olmuştur ki, Peygamber (s.a.v.) Talha'nın yeryüzünde yürüyen bir şehid olduğunu bildirmiştir. Eğer Talha'nın yapmak üzere gittiği savaş bir isyan olsaydı, hiçbir zaman o savaşta öldürülmekle şehidlik mertebesine ulaşamazdı. Aynı şekilde onun yaptığı iş, tevil açısından bir hata ve görevini yerine getirmek bakımından bir kusur olsaydı, yine öldürülmesi dolayısıyla şehid olması sözkonusu olmazdı. Çünkü şehadet ancak itaat uğrunda öldürülmek halinde sözkonusu olur. Dolayısı ile meselenin açıkladığımız şekilde yorumlanması gerekmektedir.

Buna delil teşkil eden hususlardan birisi de Ali (r.a)'dan sahih olarak ve yaygın bir surette rivayet olunan Zübeyr'in katilinin cehennemde olacağını söylemiş olması ve onun şöyle bir rivayet nakletmiş olmasıdır: Ben Resulullah (s.a.v.)'ı: "Safiyye'nin oğlunu öldüreni cehennem ateşiyle müjdele." diye buyururken dinledim.

Durum böyle olduğuna göre Talha'nın da, Zübeyr'in de savaşa katılmakla asi ve günahkar olmadıkları da açıkça sabit olmaktadır. Çünkü eğer onlar böyle olsaydı Peygamber (s.a.v.) Talha hakkında "şehiddir" demez, Zübeyr'i öldürenin de cehennemde olacağını bildirmezdi.

Aynı şekilde savaşa katılmayıp oturan da tevilinde hata işlemiş değildir.

Aksine o, Allah'ın ictihad yoluyla kendilerine gösterdiği bir doğrudur. Durum böyle olduğuna göre onların lanetlenmesi, onlardan beri olunması ve fasık olduklarının söylenmesi, fazilet ve cihadlarının geçersiz olduğunun belirtilmesi, dindeki büyük katkı ve faydalarının görmezlikten gelinmesi gerekmez. Allah hepsinden razı olsun.

İlim adamlarından birisine ashabın kendi aralarında döktükleri kanlar hakkında soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız da sizindir ve siz onların işlediklerinden sorumlu olmayacaksınız." (el-Bakara, 134 ve 141)

Yine ilim adamlarından birisine aynı soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiş: Sözünü ettiğiniz kanlara Allah elimi bulaştırmamış, ben de dilimi onlara daldırmıyorum.
Bununla bir hataya düşmekten sakınmayı ve bazıları aleyhine isabet edemeyeceği bir hüküm vermekten uzak durmayı kastetmiştir.

İbn Furek dedi ki: Bizim mezheb alimlerimizden kimisi şöyle demiştir: Ashab arasında meydana gelen çatışmalarda izlenmesi gereken yol, tıpkı Yusuf ile diğer kardeşleri arasında meydana gelenler hakkında izlenmesi gereken yol gibidir. Yusuf'un kardeşleri bu yaptıkları sebebiyle Allah'ın veli kulları olmanın ve peygamberliğin sınırları dışına çıkmamışlardır. İşte ashab-ı kiram arasında cereyan eden hususlarda da durum aynen böyledir.

el-Muhasibi dedi ki: Dökülen kanları sözkonusu edecek olursak, onların anlaşmazlıkları sebebiyle bu hususta bizim herhangi bir söz söylememiz oldukça zordur.

Hasan-ı Basri'ye onların çarpışmalarıyla ilgili soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: O Muhammed (s.a.v.)'ın ashabının hazır bulunduğu, bizim de bulunmadığımız, kendilerinin bildiği, bizimse bilmediğimiz bir çarpışmadır. Onların ittifak ettikleri hususlarda biz onlara tabi oluruz, aralarındaki anlaşmazlıklarda da haddimizi bilir, orada dururuz.

el-Muhasibi dedi ki: İşte biz de el-Hasen'in dediği gibi diyoruz ve şunu biliyoruz ki, onlar içine girdikleri işi bizden daha iyi biliyorlardı. üzerinde ittifak ettikleri hususlarda biz tabi oluruz. İhtilaf ettikleri yerde ise dururuz ve kendiliğimizden bidat bir görüş ortaya koymayız. Onların ictihad ederek Yüce Allah'ın rızasını gözetmeye çalıştıklarını da biliyoruz. Çünkü onlar dinleri hususunda itham altında tutulan kimseler değildir. Yüce Allah'tan tevfikini dileriz.


Kaynak:İmam Kurtubi El Camiu li Ahkamil Kuran
 
Son düzenleme:
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sonuç olarak ben kuran ve sünnete itibar ederim. Kuranda bir ayet müteşabih olarak duruyorsa ve bunun hakkında hadislerde bir açıklama yoksa bunu olduğu gibi kabul edip kastedilp edilmediği meçhul anlamlar yüklemem. Allah ne dediyse onu kastetmiştir derim çünkü aksi takdirde Allahın sözleri her yere çekilebilir hale gelir günümüzde olduğu gibi. Bence bu çok yanlış. Allah beni bunlardan beri eylesin.

Dediğinş şey doğrudur, İslam tarihinde en çok kan batı olan te'viller yüzünden dökülmüştür. Hemen her ayeti teviler eden Batıniyye denilen fırka Mısırda iktidarı elegeçirmiş, Ehli Sünnet katliamları yapmış ve işin sonunda Kudüs elden çıkmıştır...
 
ez-Zehebî Çevrimdışı

ez-Zehebî

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah’ın arşın üzerinde olduğunu söyleyen birisi Matûridî değildir, bunu dediği anda o mezhepten çıkmış olur. Allah arşın üzerindedir demek Maturidilere göre küfürdür lakin her küfür sahibi kafir ismini almaz. Kafir olmasan dahi bidat ehli olursun.
 
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah’ın arşın üzerinde olduğunu söyleyen birisi Matûridî değildir, bunu dediği anda o mezhepten çıkmış olur. Allah arşın üzerindedir demek Maturidilere göre küfürdür lakin her küfür sahibi kafir ismini almaz. Kafir olmasan dahi bidat ehli olursun.

Abi bir karar ver artık, Maturidimisin yoksa Selefimi :)
Maturidilerin içinden böyle söyleyenlerin olması, bu görüşü Maturidiyyenin görüşü yapmaz. Tıpkı Selefilerden(!) bazılarının Allahın semada olduğunu inkar edenin kadir olduğunu söylemesinin bu görüşü Selefiyyenin görüşü kılmadığı gibi
 
ez-Zehebî Çevrimdışı

ez-Zehebî

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Abi bir karar ver artık, Maturidimisin yoksa Selefimi :)
Maturidilerin içinden böyle söyleyenlerin olması, bu görüşü Maturidiyyenin görüşü yapmaz. Tıpkı Selefilerden(!) bazılarının Allahın semada olduğunu inkar edenin kadir olduğunu söylemesinin bu görüşü Selefiyyenin görüşü kılmadığı gibi
Maturidilerin tamamı böyle der, mutlak küfre nispet eder. Aliyyül Kari, Birgivi vs.
Evet selefiler de Allah’ın semada olduğunu inkar edenin kafir olduğunu söyler. Delilleri de gayet güçlü, delil dediğim kendi seleflerinin sözleri.
 
M Çevrimdışı

musab99

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sahabeler arasinda tevil ile içkiyi helal sayan bile olmuştur, ki buda açık meselelerdendir, Osman efendimizin şehid edilmesi haricilerle savasilmasi hep tevil ve ictihadlar ile olmuştur bu konuda iki tane ayetin tefsirini atacağım insAllah konunun anlaşılmasına vesile olur.
"Hamr" kelimesi sarap mi yoksa akli orten manasina mi geliyor ? . Tevil yoluyla derken .biraz fikih usulu ile ilgilenmistim , bugun ameli olarak uyguladigimiz bir cok sey hadislerin tevil yoluyla aciklanmasi ile meydana geliyor.

Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, Eşribe, 3 )

Bu hadisin sahihlik durumu nedir?
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Maturidilerin tamamı böyle der, mutlak küfre nispet eder. Aliyyül Kari, Birgivi vs.
Evet selefiler de Allah’ın semada olduğunu inkar edenin kafir olduğunu söyler. Delilleri de gayet güçlü, delil dediğim kendi seleflerinin sözleri.

Buna dair bir nakil var mı akhi? Örneğin Aliyyül Kari Bedul Emali şerhinde (yazma) böyle bir şey söylemiyor gördüğüm kadarıyla.

Abi muhkem ve müteşabih konusunda sana katılıyorum ama selefin Allah'ın isim ve sıfatlarda tefviz akidesini benimsediği iddiasına katılmıyorum. Selef de, Şeyhulislam ibn Teymiyye de, Necd uleması da, onları takip eden günümüzün muasır selefi alimleri de el, göz, vech vs. gibi Allah'ın sıfatlarının manasının malum olduğunu, keyfiyetinin ise meçhul olduğunu söylerler, selefin sıfatlar konusunda görüşünün tefviz olduğunu söyleyenler benim bildiğim genelde eşari ve maturidilerdir ki bunu da biraz bilgili olanları böyle söyler, bilgisiz olanları "selef, biz maturidiler ve eşariler gibi itikad ediyorlardı" derler ki bu iddianın doğru olmadığını yazından anladığım kadarıyla sen de biliyorsun. Selefin sıfatlara hem mana hem keyfiyet vermediğini söyleyen maturidi ve eşariler, teşbih fitnesine yol vermemek için selefe nispet ettikleri usule muhalefet edip sıfatları te'vil ederek farklı mana verirler, bunun da doğru bir yaklaşım olmadığı açık, Allahu alem.

Alimlerin bu konuda bazı sözleri:

Maturidi alimler selef mezhebi ve halef mezhebini (tevil) açıkça ayırırlar. Bunu Nureddin Sabuni'nin kitabında görebiliriz. Selef mezhebi daha güvenli/eslem, halef mezhebi ise daha güçlü/ahkem der. Diyanet ansiklopedisi de üçe ayırır itikadi mezhepleri. Mehmed Vehbi Efendi tefsirinde de Selef mezhebi hakkında: zamanımızda fazla kalmamıştır der.

Selef mezhebinin tefviz olduğunu ise yalnız mütekellimin değil, Hanbeliler de söyler, ve İmam Ahmed'e nispet ederler. Dediğin gibi Selefiler bunu reddederler. Gösterdiğin nakiller de farklı yorumlanır iki tarafca. Mesela Ebu Yala Hanbeliler indinde tefvizi savunur. Buna göre nakildeki 'zahirden' kasıt mana değil, herhangi bir açıklamadan yoksun olarak sıfatın kendisi. Ve bu sıfat olduğu gibi lafzen kabul edilir, ama aklen idrak edilmez. Zaten o kitap tevile reddiye olarak yazılmış, ki tefvizi savunan Hanbeliler, kelamcıların lafzı mecaza yormalarına karşı çıkmışlardır.
 
Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bakınız yine kim ne demişe dönüyor iş ve yüzyıllardır böyle süregelen tartışmalar ayrışmalar insanları bölmüş parçalamış. Bırakın onu bunu Allahın ne dediğine kulak verin. Bu işlerin tamamının sonucu tekfire gider ama çoğu da bundan kaçınır. Böylece yanlışlıklar varlıklarını sürdürmeye devam eder güçlenir. Bırakın bu işleri öze dönün.
 
D Çevrimdışı

Daimaİslam

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"Hamr" kelimesi sarap mi yoksa akli orten manasina mi geliyor ? . Tevil yoluyla derken .biraz fikih usulu ile ilgilenmistim , bugun ameli olarak uyguladigimiz bir cok sey hadislerin tevil yoluyla aciklanmasi ile meydana geliyor.

Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, Eşribe, 3 )

Bu hadisin sahihlik durumu nedir?
Akhi detaylarini bilmiyorum bu işe ehil olanlar yazsa daha iyi olur fakat bu hadis hakkinda süneni Ebu Davudda şunlar yazmaktadır:

Câbir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Çoğu sarhoşluk verenin azı da haramdır."



İzah:
Tirmizî, eşribe; Nesaî, eşribe; îbn Mâce, eşribe; Darimî, eşribe; Ahmed b. Hanbel, II, 91, 167, 179, III, 343.


Bu hadis-i şerifi açıklarken Bezlü'l-Mechûd yazan şöyle diyor: Eğer sarhoşluk veren şey şarap ise, maddesi de pis olduğu ve haramlığına dair nass bulunduğu için onun azı da çoğu gibi haramdır.

Fakat eğer sarhoşluk veren şey, şarabın dışındaki uyuşturuculardan birisi ise onun azının da çoğu gibi haram oluşuna sebep; onun az miktarda kullanılmasının ileride tiryakiliğe yol açmasıdır. Yahutta vakit geçirmek için içilmiş olmasıdır."

Bu mevzuda Hidâye yazarı Burhaneddin el-Merginanî de şöyle diyor:

"Eğer yaş üzüm şırası üçte ikisi buharlaşarak uçup gidinceye kadar kaynatılırsa, geriye kalan üçte biri hava ile teması neticesinde kendi kendine kabarmış olsa bile helâldir. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yusuf'a göre böyledir. İmam Muhammed ile İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre ise, kalan bu üçte bir kısım haramdır. Fakat imamlar arasındaki bu ihtilâf, kaynatılmış olan bu şıranın bedene kuvvet vermesi niyetiyle içilmesi üzerindedir. Hoş vakit geçirme niyetiyle içilmesi halinde haram olduğunda ittifak vardır.

İmam Muhammed'in bu şırayı içmenin helâl olduğunu söylediğine dair bir rivayet bulunduğu gibi, mekruh gördüğüne ve bu mevzudaki farklı hadislere bakarak hüküm vermekten kaçındığına dair de rivayetler vardır.”[Aynî, el-Binâye, IX, 540-541.]

Bedâyiu's-SanâyF yazarı Kâsanî'nin açıklamasına göre, "Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un bu mevzudaki delilleri; Tahavî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği Hz. Nebi'in nebiz içtiğine dair hadisle, Hz. Ömer'in nebiz içtiğine ve nebizin helâl olduğuna dair Ammar b. Yâsir'e mektup yazdığına dair hadisler ve Hz. Ali'nin misafirlerine nebiz ikram ettiğine dair haberlerdir.

İbn Abbas ile Abdullah b. Ömer'in de bu görüşte oldukları rivayet olunmuştur.

İşte ashab-ı kiramdan bu gibi kimselerin nebizi helâl saydıkları sabit olduğu için İmam Ebû Hanîfe de onu helâl saymıştır. Çünkü onun haram olduğunu iddia etmek sahabelerden onu mubah sayanlartn fasık olduğunu söylemek anlamına gelir ki bu da bid'attir.

Bu nedenle İmam Ebû Hanîfe, nebizi helâl görmeyi ehl-i sünnet ve'l cemaatten olmanın şartlarından saymıştır. Nebizin haram olduğuna dair rivayet edilen haberlere gelince; bu hadislerin hepsi de illetlidir. Sahih oldukları kabul edilse bile bedene kuvvet vermesi için değil de eğlence gayesiyle içilen nebizler hakkında gelmiş oldukları düşünülebilir."[el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, V, 116-117.]

İmam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'a göre, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki, "azı da haramdır" sözünden maksat; şarabın dışındaki uyuşturucuların az bir kısmı değil, sarhoşluk verecek kadar çokça içilen bu içkilerin son yudumudur. Ancak Hattâbî bu te'vili reddetmiştir.
Kaynak:Ebu Davud 3681 numarali hadis.

Yine Ebu Davudda baska bir hadiste şöyle geçmektedir

Âişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben, Rasûlullah(s.a.v.)'i şöyle derken işittim:

"Her sarhoş eden şey haramdır. Bir farak içildiği zaman sarhoş eden içkiden avuç dolusu içmek de haramdır."



İzah:

Tirmizî, eşribe; Ahmed b. Hanbel, VI, 71, 72, 131.

Metinde geçen "farak" kelimesi "fark" şeklinde de okunabilirse de lügat âlimlerine göre "farak" şeklindeki okunuşu daha fasihtir,

Hattâbi ile en-Nihâye yazarı İbn Esîr'in açıklamasına göre; bir hacim ölçüsü olan "farak", Hicazhlara göre onaltı ritla, on iki müdde eşittir. Bazıları da onun iki buçuk sa'a eşit olduğunu, "fark" şeklinde okunduğu zaman ise 120 rıtıllık bir hacim ölçüsü anlamına geldiğini söylemişlerdir.

Her ne kadar hadisin zahirinden, bir farak içildiği zaman sarhoş eden bir içkiden bir avuç dolusu kadar içmenin haram, daha azını içmeninse helâl olduğu gibi bir mana çıkıyorsa da aslında burada avuç kelimesi bir ölçü olarak verilmemiştir. Bu kelime burada "çok az bir miktar" anlamında kullanılmıştır. Binaenaleyh hadis-i şerifte, "çoğu sarhoşluk veren bir maddenin azını almak da haramdır" denilmek istenmektedir. Cumhur ulemanın görüşü de budur. Ancak Hanefi imamlarından bazılarının bu mevzudaki farklı düşünceleri 3681 numaralı hadisin şerhinde geçtiğinden tekrara lüzum görmüyoruz.

Kaynak:Ebu Davud:3687 nolu hadis
 
Son düzenleme:
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bakınız yine kim ne demişe dönüyor iş ve yüzyıllardır böyle süregelen tartışmalar ayrışmalar insanları bölmüş parçalamış. Bırakın onu bunu Allahın ne dediğine kulak verin. Bu işlerin tamamının sonucu tekfire gider ama çoğu da bundan kaçınır. Böylece yanlışlıklar varlıklarını sürdürmeye devam eder güçlenir. Bırakın bu işleri öze dönün.

Bölünme/ parçalanma zaten herkesin kendi görüşünü mutlak bir şekilde Allah ve Rasulüne nisbet etmesinden kaynaklanıyor.
Unutmamak gerekirki İbni Mülcem de Allahın dediğine kulak vererek yaptı ne yaptıysa.
İnsanları bölüp parçalayan, makul olan ihtilaf değil kendi görüşünü dayatan cahillerdir.

Maturidilerin tamamı böyle der, mutlak küfre nispet eder. Aliyyül Kari, Birgivi vs.
Evet selefiler de Allah’ın semada olduğunu inkar edenin kafir olduğunu söyler. Delilleri de gayet güçlü, delil dediğim kendi seleflerinin sözleri.

Onların Selefi senin Selefin değilmi?
Hüncel vakıda Talibandan pek çok Maturidi alim, Selefileri bırak tekfiri, ehli bidat bile saymıyor.
@عبد الرحمن abinin verdiği örnekte de bunun daha eskilerde de olduğu görülüyor.
Hatta DİB ilmihali dahi Ehli sünnet mezhebler olarak Maturidilik, Eşarilik ve Selefiliktir diyor
Şu an yolda olduğum için ayak üstü verdiğim bu cevapta aksi örnekleri fazla çoğaltmayacağım.

Selefilerden ise İbni Teymiye'nin, bu konuda Maturidiler ile aynı düşünen Eşariler için "Onlar ehli sünnete en yakın olanlardır, hatta diğerlerine nazaran ehli sünnet sayılırlar" dediği, İbnul Kudame'nin keza Eşarilerle beraber cihad ettiğide bilinmektedir. Bunun yanında Abdullah azzam yukarda verdiğim nakli yapmıştır konu ile ilgili olarak
 
ez-Zehebî Çevrimdışı

ez-Zehebî

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Buna dair bir nakil var mı akhi? Örneğin Aliyyül Kari Bedul Emali şerhinde (yazma) böyle bir şey söylemiyor gördüğüm kadarıyla.
Fıkhı Ekber şerhinde elfazı küfr bahsinde diyordu hatırladığım kadarıyla. Birgivi de keza vasiyetnamesinde Allah gökte demenin küfür olduğunu söyler.
 
ez-Zehebî Çevrimdışı

ez-Zehebî

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Onların Selefi senin Selefin değilmi?
Allah gökte değildir diyenlerin kanını helal gören adamlar benim niye selefim olsun? Onların Selefi ehli hadis çizgisinden Kirmani, Berbeharî gibi adamlar. Benim selefim Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed.
 
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah gökte değildir diyenlerin kanını helal gören adamlar benim niye selefim olsun? Onların Selefi ehli hadis çizgisinden Kirmani, Berbeharî gibi adamlar. Benim selefim Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed.

Zannediyorum kafa karışıklığı yaşıyorsun.
Profilinde rahmetle andığın ibni teymiye, berbehariye rahmet okuyor, aynı zamanda nisbesini rumuz yaptığın zehebide bu inancı taşıyor.
Berbehari'yi, Seleften saymayız. Bizce o sadece Selefin yolundan giden bir alimdir. Tıpkı ibni teymiye ve başkaları gibi.
Ayrıca berbeharinin, dediğin gibi Allah gökte değildir diyenin kanını helal saydığına dair sözünün kaynağını atarsan sevinirim.
Saydığın kişiler ise tüm ümmetin selefidir. Tıpkı İmam Malik, Süfyanı Sevri, Veki bin Cerrah ve başkaları gibi
 
عبد الرحمن Çevrimdışı

عبد الرحمن

قُل آمَنتُ بِاللهِ ثُمَّ استَقِم
İslam-TR Üyesi
Hüncel vakıda Talibandan pek çok Maturidi alim, Selefileri bırak tekfiri, ehli bidat bile saymıyor.
@عبد الرحمن abinin verdiği örnekte de bunun daha eskilerde de olduğu görülüyor.
Hatta DİB ilmihali dahi Ehli sünnet mezhebler olarak Maturidilik, Eşarilik ve Selefiliktir diyor
Şu an yolda olduğum için ayak üstü verdiğim bu cevapta aksi örnekleri fazla çoğaltmayacağım.

Diyanetin ilmihalinde Selefilik'ten kasıt Şeyhülislam İbn Teymiyye ve Selefiyye değil akhi, kelam uleması ve Hanbeli Müfevvizanın anladığı şekliyle: tevilden kaçınan Selef - Tefviz mezhebi. Diğer örnekler de aynı.
Ama Zahirci Selefiler de Ala el-Buhari gibi istisnalar hariç tekfir edilmemiştir zaten, herhalükarda. Zehebi akhi de tekfir edildiklerini söylemiyor, ortaya koydukları itikadın küfür görüldüğü ama tevile binaen mazur görüldüğünü söylüyor.

Fıkhı Ekber şerhinde elfazı küfr bahsinde diyordu hatırladığım kadarıyla. Birgivi de keza vasiyetnamesinde Allah gökte demenin küfür olduğunu söyler.

Teşekkür ederim. Mekan izafe etmeyi küfür gören şöyle bir ibare geçiyor Aliyyülkari şerhinde: وكذا من قال : بأنه سبحانه جسم وله مكان ويمرّ عليه زمان ونحو ذلك كافر حيث لم تثبت له حقيقة الإيمان . Emali şerhinde ise teşbihten tenzih ile fevk sıfatının kullanılmasını caiz görmekle birlikte bunu istikrar veya muttasıl mekan olarak anlayan Mücessime ve Kerramiye'yi eleştiriyor. Hanbelileri ve İbn Teymiyye'yi ise Aliyyülkari'nin müşebbihe saymadığını söylüyor Şemseddin Afgani, ancak bunun naklini görmedim henüz.
@Pezdevi kardeşin sorusunun cevabı buna göre: Hayır, Allah teâla mahlukata benzemekten tenzih edildiği sürece, fevkiyetinden (Allah arşın üstündedir) söz etmek küfür değildir Aliyyülkari gibi Maturidi ulemaya göre.
 
Son düzenleme:
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Diyanetin ilmihalinde Selefilik'ten kasıt Şeyhülislam İbn Teymiyye ve Selefiyye değil akhi, kelam uleması ve Hanbeli Müfevvizanın anladığı şekliyle: tevilden kaçınan Selef - Tefviz mezhebi. Diğer örnekler de aynı.
Ama Zahirci Selefiler de Ala el-Buhari gibi istisnalar hariç tekfir edilmemiştir zaten, herhalükarda. Zehebi akhi de tekfir edildiklerini söylemiyor, ortaya koydukları itikadın küfür görüldüğü ama tevile binaen mazur görüldüğünü söylüyor.

YAni benim kastım ortaya koydukları itikadı da bütün Maturidiye küfür görmez. Bunu demek istedim.
DİB konusunda ise hafızam beni yanıltmış, orada sanki "Selefilik bu gün Arap yarımadası ve başka yerlerde yaygındır" tarzı bir ifade geçtiği kalmış aklımda. O sebepten bu günkü çizgi geldi aklıma.
Zaten Haşevileri, Selefilerde tekfir eder. Tıpkı Cehmileri, Maturidilerinde tekfir ettiği gibi. Bunda ihtilaf yok. Buradaki konu Maturidilerin Selefileri, Haşevilik; Selefilerin ise Maturidileri, cehmilik ile ithamı meselesi.
 
Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bölünme/ parçalanma zaten herkesin kendi görüşünü mutlak bir şekilde Allah ve Rasulüne nisbet etmesinden kaynaklanıyor.
Aslında benim gördüğüm durum bu değil. Kuran ve hadis harici ne varsa herşeye nisbet ediliyor da kuran ve sünnet ekarte ediliyor benim izlenimime göre. Misal yukarıdaki çoğu sarhoş edenin azı da haramdır hadisi. Aslında gayet net ama açıkla babam açıkla konu olmadık yerlere gidiyor. Şimdi alkol haramdır bunda hepimiz hemfikiriz ama peygamberimiz sas suda bekletilmiş meyve suyu içmiş sanırım üç gün sonra bunu dökmüştür rakamlardan emin değilim. Bundan ne anlaşılır? Meyvenin kendisindeki alkol oranı çok düşük olduğundan bu meyvenin tüketilmesinde bir sakınca yok ama oran artınca o auda bekletilmiş meyvenin suyu da haram olur. Misal günümüzde aromalar alkolle çözülür sonra hazır gıdalara aroma versin diye katılır ama bu alkolden neredeyse eser kalmaz hazır gıdanın içinde. Diyelim vişneli bir gofret içinde vişne aroması var aroma alkolle çözülmüş. Bu gofretten on kilo da yesen sarhoş olmazsın içinde alkol olmasına rağmen o yüzden gofretin azı da çoğu da helaldir. Ama biranın azı da çoğu da haramdır çünkü oran olarak aynı miktarda alkol vardır içinde. Bu gayet net iken tevil ede ede son yudum alkolün haram olacağına getirmişler işi. Kuran ve sünnete yaklaştıkça doğruya uzaklaştıkça sapıklığa gidersin ben bunu bilirim. Sanki her dediğini biliyormuş adamları tanıyormuş gibi isim yarıştıranlara da alkış tutmak istiyorum.
 
Tevhid yolunda Çevrimdışı

Tevhid yolunda

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ben de eskiden maturidiyken böyle düşünenlerdendim.
Fakat Allâh subhânehu ve teâlâ'nın isim sıfatlarını olduğu gibi kabul eden, biiznillah kurtuluşa erenlerin taifesindendir. Asıl Allah subhânehu ve teâlâ'nın isim sıfatlarını inkâr, tevil, tahrif, tekyifte bulunan kişi küfre düşmekten korkmalıdır öncelikle. Dolayısıyla maturidilik boş kelamdır.
 
İmam Ebu Hanif Çevrimdışı

İmam Ebu Hanif

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ben de eskiden maturidiyken böyle düşünenlerdendim.
Fakat Allâh subhânehu ve teâlâ'nın isim sıfatlarını olduğu gibi kabul eden, biiznillah kurtuluşa erenlerin taifesindendir. Asıl Allah subhânehu ve teâlâ'nın isim sıfatlarını inkâr, tevil, tahrif, tekyifte bulunan kişi küfre düşmekten korkmalıdır öncelikle. Dolayısıyla maturidilik boş kelamdır.
Maturudiler hakkında bilgin yok imam maturidi de boş biri değildir. O ki zamanın da çıkan bidat akımlarına hem akli hem nakli reddiyler vermiş eğer akli vermediyse de nakli vermiştir maturidilik yoldur anlma yorumlama biçimi yani bidat fırkalarından kendini soyutlamak için seçmemiz gereken bir şeydir sen ister sev ister sevme ben maturidi anlayışı benimsedim ama sana da hakaret edecek değilim kardeşim bide baya eski konu bu konuda bana ait :)
 
Üst Ana Sayfa Alt