Ama bunu yaparken de o kişinin "amelinin" küfür/şirk olduğunu aklımızdan çıkarmamamız lazım değil mi? Çünkü hiçbirimizin istikamet garantisi yok, kendimi "müslümanım diyosa müslümandır canııım" diye diye ircaya saplanmış halde bulmak istemediğimden diyorum bunu.
Bilmiyorum ya dengeyi kurmak zor.
Küfür söz ve amelleri dediğimiz esasında dini hafife alan hareketlerdir. Mesela bir kimsenin: "bana ne namazdan abdestten" gibi konuşması veya Kur'an'ı yere atması gibi. Yada bazılarının alışkanlıktan veya bilmeyerek Allah'a haşa küfür etmesi.
İşte burada gaflete düşmeyip iman halimizi korumamız lazım ve çevremizde bu tür bilinçsiz hareketler gördüğümüzde uyarmamız lazım. Bu meselenin özü budur. Ancak:
1. Bazı
dönemlerde küfür söz ve hareketler siyasi ve mezhepsel gruplarca genişletilmiş ve kendi görüşleri dışında kalan insanları tespit edip dışlamak için onların yaptıkları buna dahil edilmiştir. Bu tür aşırılıklardan uzak durmak lazım.
2. Söz ve hareketleri
nesnel bir şekilde belirlemek güçtür. Mesela yukarıdaki Kur'an'ı yere atma örneğini ele alalım. Yukarıda anlattığım şekliyle bunun küfür olduğunu, yani bunu yapanın kalbindeki küfre ve Allahsızlığa işaret olduğunu herkes kabul eder. Ama farz edelim ki birisi telaştan, korkudan veya başka bir sebepten ötürü Kur'an'ı yere attı, veya bir topluluğun kültüründe kitabı yere atmak saygısızlık sayılmıyor, Musa a.s.'ın Tevrat levhalarını yere atması gibi. Şimdi kalkıp ona sen (kitapta yazdığı) küfür ameli işledin denir mi? Tabi ki de denmez.
Maalesef bizim insanımız çoğu şeye lafzî bakıyor ve altında yatan mantığı kavramakta zorlanıyor. Bu konudaki örneği ele alalım. Atatürk'e dua etmek küfürdür deniyor. Bu
genel bir ifade olarak mı denmiştir? Hayır, bunu söyleyen kişi esasında daha derinde yatan bir duruma işaret ediyor, o da şudur ki Allahsız, İslam düşmanı bir kimseyi sevip ona dua etmek, o kimseyle aynı görüşte olunduğuna işarettir. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamaz, değil mi? Ama işte bu sözü genel bir kurala çevirmek yanlıştır. Küfür Atatürk'e dua etmede değil,
altında yatan zihniyettedir (yani kişinin niyeti, kalbî durumu). Ama Atatürk'e dua eden çoğu insan işte bu zihniyetten yola çıkarak değil, farklı düşüncelerle ona dua ederler. Tarihçiler Atatürk'ün positivist-materyalist bir dünya görüşüne sahip bir ulusalcı olup, Allah'a inanmadığını ortaya çıkardığı halde, ki bunu Batılı tarihçiler doksan yıldır ifade ediyor, Türkiye'de bu meseleyi bilinçli olarak çarpıtan insanlar olduğu için halk doğal olarak onu Müslüman görüyor ve bir Müslüman'a rahmet dilemekte sakınca yoktur. Dolayısıyla insanların rahmet okumasına takılmak yerine, onları Atatürk'ün şahsiyeti ve Kemalist devrim hakkında aydınlatmak gerekir.
Ehli Sünnet'in genel tutumu olan Müslümanım diyen kişinin ikrarını kabul etmek sizi asla Mürci'i yapmaz. Böyle bir kaygınız olmasın. Bu görüşü İslam tarihinde yalnızca Hariciler savunmuştur ve Ahmed bin Hanbel gibi İrca akidesine sahip olmayanları bile Mürci'e olarak nitelemişlerdir. İrca tartışması 8. yüzyılda Müslümanlar arasında imanın tanımı üzerine gerçekleşen bir tartışmadır ve bu tartışmanın tekfirle hiç bir bağlantısı yoktur, yani Mürcie'yi eleştiren gayr-ı Mürci'i Sünniler onları tekfir meselesi üzerinden eleştirmemiştir. Yalnızca Hariciler tekfir meselesini bu tartışmaya dahil etmiştir. İbn Teymiyye 13. yüzyılda Mürcie'yi yine eleştirmiştir, yine tekfir meselesine hiç değinmemiştir. O yüzden kim bu tartışmaya tekfir meselesini katarsa, haricilerin yolundan gitmiş olur.