Suriye İntifadasının Son Durumu Üzerine Düşünceler
Mart 2011 ayında başlayan Suriye intifadası, her geçen gün güçlenerek ve büyüyerek devam ediyor. Gelinen noktada, intifadanın geldiği son durum ile bir takım değerlendirmelerde bulunmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle, Suriye intifadasının, kendi şartları çerçevesinde değerlendirildiğinde; adeta sıfırdan başlayarak, rejim unsurlarını inlerine çekilmeye mecbur edecek seviyeye gelebilen destansı bir mücadele olduğunu düşünüyorum. Suriye ve Esed hanedanı ile Baas rejiminin geçmişi ve tesis ettiği korkunç dikta rejimi ile; geçmişte başta İhvanı Müslim mensupları olmak üzere Müslümanlara yaptıkları zulüm ve katliamlar dikkate alındığında, böyle bir intifadanın ortaya çıkması bile, -tabiri caizse- adeta bir mucizedir. Nitekim, Tunus, Mısır ve Libya’da Arap baharı denilen halk ayaklanmaları ortaya çıktığında, ben de dahil pek çok kişi Suriye’de böyle bir intifadayı beklemiyorduk.
Böyle güçlü bir intifada karşısında Esed rejiminin bu güne kadar dayanabilmiş olması da üzerinde durulması gereken bir durumdur. Diğer her hangi bir Arap ülkesinde böyle bir intifada karşısında rejimlerin bu kadar dayanabilmesi kanaatimce mümkün değildir. Esed rejiminin bu kadar dayanabilmesinin, Suriye’nin konumuna özel iç ve dış faktörlerden kaynaklandığını düşünüyorum.
İç faktörlerin en önemlisi, rejimin Nusayri azınlığına dayanan bir azınlık diktatörlüğü olması nedeniyle, çoğunluk olan Sünnilere iktidarı kaptırmamak için, kilit noktalara Nusayrilerin yerleştirildiği çok kuvvetli bir sistem inşa etmiş olmasıdır. Öyle ki, kilit noktalarda bulunan ve yıllarca yapılan zulüm ve katliamlara ortak olmuş olan kişiler, rejimin yıkılması halinde değil geleceklerinin, hayat haklarının bile olmadığı bilinciyle canhıraş bir şekilde mücadeleye devam etmektedirler.
Dış faktörlerin en önemlisi ise, İran ile dışarıdaki destekleyici ve eklentilerinden oluşan Şiacı blokun, Esed rejimine verdikleri maddi ve manevi desteklerdir. Sadece bu destek olmasaydı bile, Esed rejiminin ömrü çok kısa olurdu kanaatindeyim. Mezkur şii bloğunun desteği ise, Suriye ve Ortadoğu’da şii hegemonyası kurmalarının ancak mevcut Esed rejimi ile mümkün olduğu; rejim yıkılırsa şia’nın İran’a sıkışan güdük bir güç odağı haline geleceği ve Ortadoğu”da bir şia hegemonyası ihtimalinin sıfırlanacağı öngörüsüyle, tıpkı rejimin kilit noktalarındaki azınlık unsurları gibi, mezhebi bir varlık yokluk mücadelesi olarak sürmektedir. Bu saatten sonra da bu bloğun tavır değişikliği onlara bir şey kazandırmayacağından, rejim yıkılana kadar devam edecektir kanaatindeyim.
Diğer önemli bir dış faktör ise, Esed rejimine Rusya ve müttefiklerinin (Çin vs) direk, Amerika ve müttefiklerinin (Avrupa ülkeleri vs) dolaylı destek vermesidir. Ben ABD ve başta İsrail olmak üzere diğer batılı ve halen halk kıyamı oluşmamış Arap müttefiklerinin Esed rejimine dolaylı desteğinin etkisinin, Rusya’nın direk desteğinden daha az olmadığı kanaatindeyim.
ABD ve müttefikleri için Esed rejimi, gitse de olur gitmese de olur bir konumda iken; rejimin yerine gelmesi kuvvetle muhtemel islami rejim kesinlikle gelmemesi gereken bir rejim konumundadır. Böyle bir rejimi ABD ve müttefiklerinin, Rusya’dan daha sert şekilde istemediğini düşünüyorum.
Çünkü batılılar, sünni bir ülkede oluşacak kendi kendine yeterli gerçek bir islami rejimin dünyadaki diğer sünni islam memleketlerine örneklik oluşturacağı, tabiri caizse işbirlikçi arap rejimlerinin hakim olduğu ülkelerde domino etkisi yapacağı öngörüsü ve korkusu içindedirler.
İran rejiminin mezhebi yapısının şii olmayanları dışlayıcı olması ve sünni memleketlerde ciddi bir etkisinin bulunmayışı, böyle bir etki yapmadığının ve yapamayacağının farkında olmaları nedeniyle, şianın hegemonyasındaki bir Suriye onlar için her daim tercih edilebilir bir seçenektir.
Bunun mümkün olmaması halinde, yarı laik yada batı etkisine açık islami bir rejim arzulamaktadırlar. Bu nedenle ABD ve müttefikleri savaşın uzayarak direnişin islami kesiminin iyice güçten düşmesini ve batıya yanaşmasını; bu şekilde islami taleplerden iyice uzaklaşmış yarı laik bir yönetimin oluşmasını arzulamaktadırlar.
Lakin bu beklentileri boş çıkmak bir yana, kanaatimce uzayan savaş halk nezdindeki islami bilinç ve talepleri daha da artırmakta ve keskinleştirmekte, savaşan islami güçlerin prestij, tecrübe ve örgütlenmelerini artırmaktadır.
Savaşın uzamasının can ve mal kaybındaki artışlara yol açtığı açık. Fakat, bu kayıpların bir karşılığı olarak, sahada islami güçlerin yerel bazda devletleşmeye giden örgütlenmeleri gerçekleştirdikleri, Suriye’nin büyük bir kısmının kurtarılmış bölgeler biçiminde bu güçlerin denetim ve yönetimine geçtikleri görülmektedir.
Gözlemleyebildiğim kadarıyla, Suriye’de sahada hakim olan asıl güç muhalifler olup, rejim kapana kısılmış – inlerine girmiş bir vaziyette varlığını sürdürmeye gayret etmektedir. Muhaliflerin Suriye çapında tabandan tavana doğru bir devlet yapısını inşa etmekte oldukları da görülmektedir.
Savaşın uzaması ve batının Suriyeli muhalefete destek vermemesi, direnişin öz güvenini artırmakta, batıya borçlu olmamanın verdiği bir izzete dönüşmekte; batının ve işbirlikçi Arap rejimlerinin gerçek yüzünün halk nezdinde bir kez daha ortaya çıkmasına vesile olmaktadır. Bu nedenle, bir gün rejim yıkıldığında ne ABD nede başka bir güç, Suriye halkına batı yanlısı islam dışı bir rejim dayatamayacak; buna dair yapılacak girişimler ve ayak oyunları sonuçsuz kalacaktır inşaallah.
Eğer Suriye direnişi ilk günlerde ABD ve müttefiklerinin desteğini alsa ve bunun etkisiyle rejim yıkılsa idi; islami bir rejimin kurulması ve kurulacak rejimin batının etkisinden uzak kalabilmesi çok zor olacaktı diye düşünüyorum. Gelinen noktada direnişin kimseye diyet borcu bulunmamakta olup, bu nedenle halkın islami iradesi Esed sonrası oluşacak yönetime direk yansıyacaktır inşaallah.
Suriye’deki mücadeleyi 2.Bakara Suresi 153’ten 157’ye kadar olan ayetler ışığında değerlendirdiğimizde, bu mücadelenin doğru yolda ilerleyen bir mücadele olduğunu görebiliriz. Sadece Allah’a dayanarak mücadele eden ve olumsuz şartlara sabredenlerden oluşan bir mücadele. Elbetteki böyle bir mücadelede can ve mal kayıpları olacaktır ki, bu kayıplara kayıp demek bile doğru değildir aslında. Giden canların şehit, malların ise Allah’tan karşılığı ahirette alınacak karzı hasen (güzel borç) olduğunu değerlendirirsek, daha isabetli bir değerlendirme yapmış oluruz.
Gelinen noktada direniş sadece Allah’a dayanarak mücadelesine devam etmekte olup; hattı müdafa yoktur sathı müdafa vardır savaş kaidesi gereğince, adım adım Suriye’yi özgürleştirmektedir.
Bu nedenledir ki, çılgına dönen ve panikleyen Esed rejimi, başını ininden çıkarabildiği anlarda, fırın kuyruklarında ekmek sırası bekleyen insanlara uçaklarla saldırmaktadır. Muhtemelen dehşet oluşturarak halkla mücahidleri karşı karşıya getirmeyi amaçlayan bu tür saldırılar tam aksi sonuç verecek; Suriye halkının rejime nefretini ve mücahidlere desteğini artıracaktır.
2.Bakara Suresi 216. ayette, hoşumuza gitmediği halde savaşın farz kılındığı; hoşumuza gitmeyen şeylerin bizim hayrımıza, sevdiğimiz şeylerin ise şerrimize sebep olabileceği bildirilmektedir. Elbette Suriye’de yaşananlar çok acı, hiç birimizin hoşuna gitmeyen şeyler.
Elbette ne Suriye’li Müslümanlar, nede bizler bela ve felaket aramıyoruz. Fakat, imtihan hikmeti gereği kaçınılmaz durumlar oluştuğunda, yukarıdaki ayetler ışığında dayanmak, mücadele ve sabretmek zorundayız. Böyle yaptığımızda Allah’ın yardımı er geç gelecek ve mü’minler için hayırlı neticeler oluşacaktır.
Kaldı ki bu intifada başlamasa bile, Suriye’deki rejim insanlara zulmetmeye ve düşük yoğunluklu da olsa katletmeye devam edecekti. Bu zulüm ve kayıpları yıllara yaydığımızda, uzun süreç toplamında 2 yıllık intifada da verilen kayıplardan daha fazlası olacak, lakin dikta rejimi ve zulüm devam edecekti.
Suriye’li kardeşlerimiz üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla ifa etmekte, şahitliklerini gerçekleştirmekte, aralarından şehitler vermektedirler ve Allah’ın izni ile başarıya ulaşacaktır. Nitekim zaferin yaklaştığına dair ciddi emareler ortaya çıkmıştır. Lakin, Suriye mücadelesi sadece onların değil, tüm Müslümanların mücadelesidir. Özellikle, yakın olmamız nedeniyle Türkiyeli Müslümanların daha fazla çaba göstermesi gereken bir mücadeledir.
Bu konuda bu güne kadar Özgür-Der yüzü akı bir performans sergilemiştir kanaatindeyim. Özellikle Suriye direnişi hakkında İran-şii bloğu kaynaklı dezenformasyon çabalarının etkisiz bırakılarak islami camiada direnişin sahiplenilmesinde önder rol oynamıştır. Aynı zamanda direnişin tüm Türkiye halka duyurulması ve halkın sahiplenmesi için yaptığı çalışmalarda kayda değer neticeler vermiştir.
Bununla da kalmayarak, mağdur durumda olan Suriye halkı için kendi çapında gerçekleştirdiği yardım kampanyaları ile topladığı yardımları bizzat Suriye içinde dağıtması da önemli bir çalışmadır. Özelikle Suriye içinde mağdur durumda bulunan halka yardım hususunda İHH’nın çalışmalarının da takdir ve teşvik edilmesi gereken yüz akı faaliyetler olduğuna dair gözlem ve kanaatimi de bu vesile ile paylaşmak istiyorum.
Bu faaliyetler daha da arttırılarak devam etmeli ve tüm islami camialar ile halkımızın da katılımının sağlanmasına gayret edilmelidir. Rejim düşene kadar tüm bu faaliyetlerde gevşeklik gösterilmemeli, Suriye konusu gündemden düşürülmemelidir.
Gün bu gündür. Bu gün aç olan bir insanı açlıktan kurtarmazsak, o insana tok olduğu günde dünyaları bağışlasak bir kıymeti olmaz. Bu gün bu faaliyetleri yapmazsak, rejim devrildikten sonra yapacağımız faaliyetlerin bir kıymeti olmayacaktır. Suriyeli kardeşlerimiz orada kulluk imtihanlarının gereğini yaptıkları gibi, bizlerde burada kulluk imtihanımızın görevlerimizi yapmalıyız.
Faaliyetlerimiz onlara bir ihsan değil, Rabbimize olan kulluğumuzun ve hakka şahitliğimizin bir gereğidir.
Yazar: Mustafa Siel
HAKSÖZ HABER sitesinden 02 Ocak 2013 tarihinde yazdırılmıştır.