muayen tekfir xevariç tolulugunun ortaya cıkardıgı ilk bidaattir....,
Aynı şekilde Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur ki:
«أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ، وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ، فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ إِلَّا بِحَقِّ الإِسْلاَمِ، وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ.»
«İnsanlarla, Allah’tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed’in Onun Rasulü olduğuna, namazı ikame edip, zekâtı verinceye kadar savaşmakla emrolundum! Şayet bunu yaparlarsa, kanlarını ve mallarını İslam’ın hakkı müstesna benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.» İşte bu, Allah’ın rasulünün kelamıdır!
Buhari, no: 25; Müslim, no: 22
Ali el-Kâfi (1014/1606) bunun için daha geniş bir tanım yaparak şöyle der: Ehl-i kıble zarûrât-ı diniye üzerinde ittifak eden kimselerdir" (Ali el-Karı, Şerhu'l-Fıkhı'l Ekber, 139).
Cundub b. Abdillah radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
مَنْ صَلَّى صَلاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا فَذَلِك الْمُسلم، لَهُ ذمَّة الله، وَذمَّة رَسُولِهِ
“Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o Müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun üzerindedir.” Sahih. Taberani (2/162) Ru’yani (954) el-Muhallisiyyat (1393) İbn Adiy (2/454) El-Esbehani el-Hucce (442)
Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem el-Munzir b. Sâvâ’ya şöyle yazdı:
مَنْ صَلَّى صَلَاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا، فَذَاكُمُ الْمُسْلِمُ، لَهُ ذِمَّةُ اللهِ وَذِمَّةُ الرَّسُولِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve kestğimizi yerse işte o müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasul sallallahu aleyhi ve sellem’in zimmeti onun üzerinedir.” [3] Sahih ligayrihi. Taberânî (10/152, 20/355) Ebu Nuaym Ma’rife (6100) Bkz.: Ebu Ubeyd el-Emval (51) Ebu Yusuf el-Harac (268)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ صَلَّى صَلَاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا، وَصَامَ شَهْرَنَا، فَذَلِكَ الْمُسْلِمُ، لَهُ ذِمَّةُ اللَّهِ وَذِمَّةُ رَسُولِهِ
“Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve (Ramazan) ayımızın orucunu tutarsa o müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun üzerinedir.”
Hasen ligayrihi. İshak b. Rahuye (407) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (2363) Ebu Yusuf el-Harac (270) isnadında Kulsum b. Muhammed vardır. “Ramazan ayımızın orunu tutarsa” kısmı sadece onun tarikinden geldiği için bu kısım zayıftır.
Ehl-i kıbleyi, ehl-i sünnet ve ehl-i bid'at şeklinde ikiye ayıran âlimler Hâriciye bir kısmı Mutezile, Şia, Kerrâmiye, Mücessime, Müşebbihe, Mürcie gibi bid'at mezheplerini de ehli kıbleden saymışlar; fakat açıkça İslâm'ın temel nasslarını değiştiren, bozan, reddeden Batınîlik, Gulât-ı Şia, Hâriciye bir kısmı, Cehmiye, Bahâiye, Kadıyânilik, Ahmedîlik, Nusayrilik, Dürzilik gibi fırka ve mezhepleri ehl-i dalâletten saymışlardır. Çünkü bunlar arasında meselâ Hâricî* Ezârika mezhebi gibi müslümanın kanını, malını, canını helâl sayarak birçok müslümanı katletmiş olanlar bulunmaktadır. İslâm da tekfiri, ayrılığı, bölük bölük fırkalara ayrılmayı, cedeli, te'vili, inanç esaslarının tartışılmasını ehl-i bid'at mezhepleri ortaya atmışlardır. Bunların içinde de, dalâlet ehli olanlar, hevâlarına uyanlar İslâm için en tehlikeli olanlardır.
Cenâb-ı Hak, Nisâ Sûresi’nde şöyle buyuruyor:
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ
“Size selâm verene, ‘Sen, mü’min değilsin.’ demeyin.”[1] [1] Nisa, 4:94.
Resûl-i Ekrem (sav) de hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
عَنْ أب۪ى ذَرٍّ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللهِ يَقُولُ: لَا يَرم۪ي رَجُلٌ رَجُلاً بِالْفِسْقِ أَوِ الْكُفْرِ، إلَّا ارْتَدَّتْ عَلَيْهِ، إنْ لَمْ يَكُنْ صَاحِبُهُ كَذٰلِكَ
Ebu Zer (ra)’dan rivâyet edildiğine göre O, Resûlullah (sav)’i şöyle buyururken işitmiştir:
“Hiç kimse, başkasına fâsık ve kâfir demesin. Şayet o kimsede bu haller mevcûd değilse, o söz, onu söyleyene döner.”[ Buharî, Edeb, 44.
وعَنْ أَب۪ي ذَرٍّ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ يَقُولُ : مَنْ دَعَا رَجُلاً بالْكُفْرِ ، أَوْ قَالَ عَدُوَّ اللّٰهِ ، ولَيْسَ كَذٰلِكَ إِلَّاحَارَ علَيْهِ .مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .حَارَ : رَجَعَ
Yine Ebû Zer (ra)’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Kim, bir adamı, ‘Ey kâfir!’ diye çağırır veya ona, ‘Ey Ellah'ın düşmanı!’ derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner.”[ Buhârî, Edeb, 44; Müslim, Îmân, 112.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ : إِذَا قَالَ الرَّجُـلُ لِاَخ۪يهِ : يَا كَافِرُ ، فَقَدْ بَاءَ بِهَا أَحَدُهُمَا ، فَإِنْ كَان كَمَا قَالَ وَإِلاَّ رَجَعَتْ عَلَيْهِ. مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ
İbni Ömer (ra)’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Bir adam, din kardeşine, ‘Ey kâfir!’ derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise, söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz, söyleyene geri döner.”[ Buhârî, Edeb, 73; Müslim, Îmân, 111. Tirmizî, Îmân 16.