Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevessül Ve Teberrük

İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
şeyh efendiye uymaktaki ölçü şeriat ve sünnet olmalıdır. Şeyhin nafile namazları kılıyor sende kıl, şeyhin az konuşuyor, konuştuğu zaman Hakkı konuşuyor boş konuşmuyor, sende boş konuşma. Şeyhin gıybet etmiyor sende etme. Şeyhin gece namazı kılıyor, sende kıl. Şeyhin na mahreme bakmıyor, sende bakma…. Gördüğünüz gibi mürşid hareketleriyle de Resulullah Efendimizin aynası oluyor.

Bunun dışında bir ittiba varsa onlar haktan sapmışlardır zaten
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
RESULÜLLAHIN TEVESSÜLÜ
Öncelikle Hem Peygamberi, hemde salih kimseleri vesile edinmeye delil olan bir nakil paylaşalım:
EnesRadıyallahu Anh’den den rivâyet edilmiştir ki: Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıklarızaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber’in amcası) Abbas İbni Abdilmuttalib’ivesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada “Ya Allah! bizler, peygamberimizivesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsan ederdin.Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek senden niyaz ediyoruz. Yağmur ihsaneyle” (Buhari, İstiska:3)

Hazreti Ömer gibi bir sahabe “Peygambere yakın olması hasebiyle” İbniAbbas’ı vesile yapıyor. Buna göre Hem Peygamberi, hem de Allahu Teala’ya vepeygamberine yakın olduğuna inandığımız kişileri vesile yapmak Hazreti Ömer(Radıyallahu Anh)ın da adetidir ve bunun önemini anlatması açısından büyük birdelildir.

Hafız İbni Kesir(Rahimehullah) ın naklettiğine göre, Yemame vakıasında Müslümanların şiarı(nişanı) “Ey Muhammed! Bize yardım et” sözleriydi. (İbni Kesir,el-Bidaye ve’n-Nihaye:6/324)

Abdurrahman ibni sa’d(Radıyallahu anh) şöyle anlatıyor:
“Bir kere Abdullah ibni Ömer(Radıyallahu anhuma)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: “En sevdiğininsanı an” dedi. O da “YaMuhammed” der demez bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı. (Buhari,el-Edebü’l-müfred:438, No:993, sh:262)

Bu şekilde değişik birrivayeti de İmam-ı Mücahid (Radıyallahu anh) vasıtasıyla ibn-i Abbas (Radıyallahuanh) yapmıştır.

Bakınız bu sahabelerPeygamberimizin vefatından sonra onu vesile etmişlerdir (himmet istemişlerdir)

Şafii ulemasından Allame Şihaber-Remli (Rahimehullah)’a: “Bazıinsanlar zorluklarla karşılaştıklarında ‘Ya Resulallah, Ya Şeyh’ gibinidalarla, peygamberlerden, velilerden, alimler ve Salihlerden istiğasedebulunuyor (meded dileniyor)lar, bu caiz midir? Bu zatların, vefatlarından sonrabir istiğase (yardım ve destek) leri var mıdır?” diye sorulduğunda,şöyle cevap vermiştir:

“Resullerin,nebilerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. ÇünküPeygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez.
Zirabirçok sağlam hadis-i şeriflerde varid olduğu üzere “Peygamberler kabirlerindediridirler, namaz kılarlar.”(EbuYa’la, El Müsned, No: 3425,6/147; İbni Hacel, el-metaibul-aliye, No:3452,3/269)
Dolayısıylaonların (peygamberlerin) yardım mucizelerinden sayılır. Şehitler de diridirler,gündüz gözüyle aşikare kafirlerle harbettikleri açıkça görülmüştür. Velilerinyardımı ise onların kerametidir.” (Fetave’r-Remli, İbni Hacer El-Haytemi’ninEl-Fetave’l-Kübra’sının hamişi-, 4/382; El-Fetave’l-Hayriyye,- ibni Abidin’inel-Ukududdürriyye fi tenkihi’l Hamidiyyesinin hamişi-, 2/279-280; Tehanevi,Ahkamu’l Kuran, 3/67; nebhani, Şevahidü’l-Hak, sh:113)

EVLİYANIN TEVESSÜLÜ

Yukarıda zikredilen EnesRadıyallahu Anh’den den rivâyet edilen hadise nasıldı: Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğ*radıklarızaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber’in amcası) Abbas İbni Abdilmuttalib’ivesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada “Ya Allah! bizler, peygamberimizivesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsanederdin. Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek senden niyazediyoruz.yağmur ihsan eyle” (Buhari, İstiska:3)
Bu nakil,bize sahabelerin açıkça vesile ile dua ettiklerini gösteriyor. Dolayısıyla sahabeler bile kendilerinden üstün gördükleri bir insanı vesile ederek: “yağmur ihsan eyle” diye dua ediyorlardı.
Buradaki önemli husus peygamberimizin amcasının bir sahabe olduğudur. Yani o bir peygamber değildir. Ama Hazreti Ömer gibi bir sahabe tarafından vesile yapılmaktadır.
Üstteki sapkın itikade mensub alıntıda 4 ayrı mesele bulunmaktadır.
Bunlar:

1- Bid'at Tevessul Çeşidi

2- Şehidlerin Dünyaya dönüp savaşa katılmalarıdır.

3- Savaşta muslumanların kendi aralarındaki paralonun "Ey Muhammed! Bize yardım et" ifadesi

4- Ayağı uyuşan kimsenin, en sevdiği kimsenin "Ya Muhammed" adını anması ile ayağının iyileşmesi

Bunlara reddiyemiz şöyledir :


1- Tasavvuf ehlinin kafasının basmadığı nokta tevessulun meşru olan ve olmayan hallerini ayırt edemediklerinden, câiz olan tevessulu rivayetlerini getirip, kendi şirk itikadlerine delil diye sunmalarıdır. Ömer (r.anh)ın meşhur yağmur isteme duası ve Rasulullah (s.a.v.)e gözlerinin açılması için Allah'a dua etmesini isteyen Âma kıssası bunlardandır.
Ömer (r.anh)ın, bu tasavvufcular gibi Rasulullah'ın dahi olsa kabir başına gitmeyip, kendisi gibi hayatta olan peygamberin amcası Abbas (r.anh) ile birlikte Allah'a el açarak, Allah'tan yağmur istedikleri duayı idrak edememektedirler.

Salih kişiler ile birlikte , beraber el açarak Allaha yalvarıp, dua ederek, Allaha karşı duada meşru tevessulde bulunulabilinir. Duada ölçü de Hz. Ömer (r.anh)ın sözünün anlam ve içeriğinde olmalıdır:

A- Yağmur İsteme
"Kıtlıkla karşı karşıya kaldıklarında Ömer b. el-Hattab, Abbas İbn Abdulmuttalib'le istiskâ eder ve:
"Allahım, (hayattayken) Peygamberimizle tevessul ederdik; bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Sana Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz, bize yağmur ver, derdi."

Râvî diyor ki: Bu dua üzerine yağmur yağdırılırdı.

(Buhârî, İstiskâ, 3, Fedâilu Âshâbi'n-Nebî, 11).

B-Âmâ Hadisi

Sunen-i Tirmizi, Nesai ve diğer kaynaklar tarafından Osman b. Huneyf el Ensari (r.anh)'ten sahih olarak rivayet edilen şu hadisi delil olarak göstermektedirler.

ثنا محمود بن غيلان حدثنا عثمان بن عمر حدثنا شعبة عن أبي جعفر عن عمارة بن خزيمة بن ثابت عن عثمان بن حنيف أن رجلا ضرير البصر أتى النبي صلى الله عليه وسلم فقال :
ادع الله أن يعافيني قال إن شئت دعوت وإن شئت صبرت فهو خير لك قال فادعه قال فأمره أن يتوضأ فيحسن وضوءه ويدعو بهذا الدعاء اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة إني توجهت بك إلى ربي في حاجتي هذه لتقضى لي اللهم فشفعه في قال هذا حديث حسن صحيح غريب لا نعرفه إلا من هذا الوجه من حديث أبي جعفر وهو الخطمي وعثمان بن حنيف هو أخو سهل بن حنيف

قال الترمذي : حسن صحيح غريب
قال الشيخ الألباني : صحيح
Hadiste ravi şöyle anlatmaktadır:

Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca, adam: "Dua et" dedi.
Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allahım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbime yöneldim. Allahım, O'nu benim için şefaatçi kıl"

(صحيح sahih hadis
Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü)
el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No :508 rivayetin merfu olan son bölümü)

Kabirperest tasavvufçular, bu hadisin vefatından sonra Rasulullah (s.a.v.) araçılığıyla dua ve tevessülde bulunmaya dalalet ettiğini iddia etmektedirler.

1. ZULUM'E REDDİYE

Bu hadiste (Âmâ Hadisi) , vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'e seslenip dua etmenin ve kendisi ile tevessülde bulunmanın caiz olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.

Sebebi :
1- Hadiste ifade edilen Peygamber (s.a.v.)den istiğase değil bilakis Peygamber (s.a.v.) ile Allah'a yönelmektir. İsteme makamı Peygamber (s.a.v.) değil Allah'tır….

2- Hadiste anlatılan ama kimse Peygamber (s.a.v.)in zatı ile değil duası ve şefaati ile Allah'a yönelmektedir. Rasulullah'tan kendisi için dua etmesini istemiştir. Bu sebeble de O'nu benim için şefaatçi kıl" demiştir. Bu da Rasulullah'ın onun için şefaat yani (dua) ettiğini göstermektedir. Yoksa öncesinde Peygamber (s.a.v.)den herhangi bir dua ve şefaat etme olmamış olsa "Onu benim için şefaatçi kıl" sözünün hiç bir anlamı olmazdı.

Ashabı Kiram'ın örfünde, onların bildiği şekliyle Peygamber (s.a.v.) ile tevessülde bulunmak bu biçimdedir. Yani sahabi Peygamber (s.a.v.)'e gelir, O'ndan kendisi için dua etmesini ister ve sonra duasının kabul olunmasını Allah'tan dilerdi.

Sahih-i Buhari'de sabit olan bir hadis bu konuya delil teşkil etmektedir.
Buna göre Hz Ömer (r.anh) (23/644) r.a. kıtlık zamanında yağmur yağması için Abbas b.Abdulmuttalib (32/652) (r.anh) ile yani onun duası ile tevessülde bulunur ve "Allahım biz sana (Hayatta iken) peygamberin ile tevessül ederdik de yağmur yağdırırdın. Şimdi de peygamberinin amcası ile tevessülde bulunuyoruz, bize yağmur nimetini bahşet"
(صحيح sahih hadis - Buhari (No: 1010, 3710) Enes b Malik r.a. den) derdi ardından yağmura kavuşurlardı.

3- Eğer onların söylediği gibi Rasulullah (s.a.v.)'in zatı ile tevessül etmek caiz olsaydı ama zat Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna gitmeye ihtiyaç duymaz, aksine kendi evinde Rasulullah (s.a.v.) ile tevessül etmek suretiyle dua ederdi.

Âmâ olan Sahabi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, sadece kendisine dua etmesi için geldi. "Allah'a dua et de gözlerimi iyileştirsin" diye dua etmesi bunu gösteriyor.

Yani O, Allah Azze ve Celle'ye, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla tevessulde bulunmuştu. Çünkü O kimse biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.)'in duası, diğerlerinin duasına nazaran daha çok kabule layıktı. Eğer âmânın amacı Rasulullah (s.a.v.)'in makamına tevessül etmek olsaydı, kalkıp Rasulullah'ın yanına gelerek O'ndan dua istemezdi; buna gerek de kalmazdı. Evinde oturup, "Allah'ım, Nebi'nin senin katındaki makamı ve yerinin yüceliği ile sana yöneliyorum. Sana yalvarıyor, bana şifa verip gözümü açmanı istiyorum" diye dua ederdi. Fakat o bunu yapmadı. Neden ?
Çünkü O bir Arap'tı ve Arap dilinde tevessülün ne anlama geldiğini çok iyi anlıyordu.
Biliyordu ki, bu duayı ancak çok şiddetli ihtiyacı olan biri söyler ve kendisine tevessül ettiği insanın adını anar. Bu duanın aksine, kesin bir şekilde kendisinde Kitap ve Sünnet ilmi bulunan salih bir kimseye gidilip istenmesi gerekir.
İşte bu durum onun Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna sadece Rasulullah (s.a.v.)'in kendisi için dua etmesi gayesiyle gittiğini açıkça göstermektedir.

4- Vefatından sonra Peygamber (s.a.v.)'in zatı ile tevessülde bulunmak caiz olsaydı, sahabe böyle bir uygulamada bulunurdu. Ashabın böyle bir uygulamayı güç yetirdikleri ve gereklilik bulunduğu halde terk etmiş olmaları bu tür bir tevessülün sonradan ortaya çıkarılmış bir bid'at olduğunu göstermektedir.
Bu nedenden ötürü kıtlık zamanlarında sahabe-i kiram Abbas b. Abdulmuttalib r.a.'ın duası, Muaviye b. Ebi Sufyan ile ed-Dahhak b. Kays r.a. , Yezid b. el-Esved el-Cureşi'nin duasıyla tevessülde bulunmuşlardır.

Şüphe sahiplerinin biri çıkıp istidrakte bulunarak Beyhaki'nin aynı hadisi rivayet ettiğini ve bu hadiste Osman b. Huneyf r.a.'ın Osman b. Affan r.a. zamanında yani, Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra sözü geçen ama hadisine dayanarak bir adama bu şekilde dua etmesini emrettiği ifade edilmektedir ( ضعيف الإسناد Zayıf Eser- Taberani el Mu'cemu'l-Kebir (9/No:8311) El Muce's-Sağir (Er-Ravdu'd-Dani No: 508) Beyhaki Delailu'n Nubuvve (6/168) şeklinde bir itirazda bulunursa cevaben şöyle denir.

İlk olarak bu ziyade munkerdir, mahfuz değildir. Şebib b. Said el Habati adındaki bir ravi tarafından teferrüden rivayet edilmiştir. Bu ravinin çok sayıda münker rivayeti bulunmaktadır. En düzgün hadisi oğlunun kendisinden Yunus b Yezid el Eyli nüshasından Zuhri kanalıyla yapmış olduğu rivayettir. Konu edilen hadis ise bu nüshadan bile değildir.

Ayrıca işaret edilen ravi kendisinden daha sika olan Şu'be ve Hammad b. Seleme'ye muhalefet etmektedir. Çünkü bu iki ravi sözü edilen ziyadeyi zikretmemektedirler. Dolayısıyla bu ziyadenin Şebib b Sa'id el-Habati'nin munkerlerinden olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci olarak bu gibi rivayetler, kıssa sahih olsa bile bu, şer'i bir hususun subutu için yeterli sayılmaz.
İbadet, ibaha, vucub veya tahrim ile alakalı bir şeyde sahabilerin birinden rivayet edilip de diğer sahabilerin muvafakat göstermediği ve Peygamber (s.a.v.)'den sabit olanın da ona muhalefet edip muvafakat etmediği durumda da aynısı geçerlidir.
Böyle bir uygulama Müslümanlar tarafından uyulması zorunlu olan bir sünnet kapsamında değerlendirilemez.

5- Rasulullah Sallallhu Aleyhi ve Sellem, hem âmâya dua edeceğini vaadetmiş, hem de ona, nasıl dua edeceğini öğretmiştir.
"Dilersen sana dua ederim, dilersen sabredersin ve bu senin için daha hayırlı olur."
Bu ikinci emir, Rasulullah (s.a.v.)'in, Rabb'inden rivayet ettiği bir hadistir:
"Ben kulumu iki sevgilisiyle (gözüyle) imtihan ettiğimde sabrederse, Cennet'te onun karşılığını ona veririm"

(Buhari, Enes'ten rivayet etmiştir. El-Ehadis es-Sahiha: 2010)
6- Âmânın ısrarla "bana dua et" demesi, Rasulullah (s.a.v.)'in ona dua ettiğini gösterir. Zira O, vaad edenlerin en hayırlısıdır.
Biraz Önce geçtiği üzere Rasulullah (s.a.v.) onun için dua edeceğine söz vermişti. Âmâ ise duada ısrar ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) de bu ısrar karşısında ona dua etti. Böylece âmânın muradı oldu.
AllahRasulu (s.a.v.) merhametinden ötürü âmâya yapması gerekeni ısrarla gösterdi ki, Allah Azze ve Celle onun duasını kabul etsin. Meşru olan ikinci tür tevessüle başvurmasını ona tavsiye etti. Bu ikinci tür tevessül, daha önce açıkladığımız gibi, salih amel ile tevessülde bulunmaktır.
Rasulullah (s.a.v.), bununla ona daha büyük bir hayrın ulaşmasını diliyordu. Bunun için de ona abdest almasını, iki rekat namaz kılarak kendisi için dua etmesini söyledi. Bu amellerin hepsi Allah Subhanehu ve Tealaya itaattir.
Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem dua etmeden o bu ameli işliyor. Bu amel de "O'na vesileyi arayınız" hükmüne dahildir.

İşte böylece Rasulullah (s.a.v.) sadece âmâya dua etmekle yetinmedi, üstelik onu Allah Azze ve Celle'ye itaat ve yakınlık ifade eden amellerle meşgul etti.
Böylece mesele her yönüyle tamamlanarak, Allah Teala'nın rızasına daha yakın olmasına çalışılmıştır. Böyle olunca da onların zannettiklerinin aksine, olayın tamamı "dua" etrafında dolaşmaktadır.

Hadisi çarpık itikad sahibi tasavvufçulara uygun hale getirmeye çalışan Şeyh el-Gimari ya gafildir, ya da gafil gibi davranmaya çalışıyor.
Çünkü el-Misbah adlı eserinde (sh. 24) şöyle diyor: "Dilersen dua ederim, dilersen senin edebileceğin bir duayı sana öğreteyim."

Bu tevil, hadisin başı ile sonunun uyuşması için gereklidir."
Ben de bu tevilin batıl olduğunu söylüyorum. Çünkü batıl oluşunun birçok yönü vardır.

Temiz Akıl sahibleri Dikkat edelim:

Âmâ kişi, O'ndan kendisi için dua etmesini ister. Kendisine dua etmeyi öğretmesini değil!..
Rasulullah (s.a.v.) ona "dilersen sana dua ederim" dediğine göre, Rasulun ona dua etmesi kesinlik kazanmış oluyor. Bu, hadisin sonuyla uyuşan bir anlamdır.
Yine görüyoruz ki, el-Gimari, hadisin sonundaki "Allah'ım! O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl!" sözüne hiç değinmiyor. Zira bu ifade daha önce de söylediğimiz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessülün apaçık bir isbatıdır.

Rasulullah (s.a.v.) 'in âmâya öğrettiği dua : "Allah'ım! Onu benim için şefaatçi kıl."
(Bu cümle Ahmed b. Hanbel'in Musned'indedir. El-Hakim de onu nakleder. İsnadı sahihtir.)

Bu ibareyi, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, makamına veya haklarına hamletmek mümkün değildir. Çünkü bu cümledeki anlam; "Allah'ım, benim hakkımda gözlerimin iyileşmesi için O'nun şefaat ve dualarını kabul et" şeklindedir.

Şefaat, lugatta dua demektir.
Bu da hem Rasulullah (s.a.v.), hem de diğer rasuller için kıyamet günü sabit olan şefaattir. Bu da bize göstermektedir ki, şefaatten daha özel birşeydir.
Şefaat ise, ancak iki kimsenin olmasını gerektirir. Bu da, birisinin diğerinden, kendisine şefaatçi olması için dua etmesini istemesidir. Bu, başkasına şefaat etmeyen kimsenin haline benzer. Lisanu'l-Arab'da şöyle denir;
"Şefaat; şefaatçi olacak olanın, bir sultana veya padişaha, bir başkasının ihtiyacının görülmesi için aracılık etmesidir. Başkası için şefaat taleb eden kimse, bununla, istenen şeyin elde edilmesine vasıta olur. Denilir ki, falan kimse, falan için falancanın şefaatini diledi, o da ona şefaatte bulundu ve beni şefaatçi kıldı."
Bununla, Âmânın, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına değil, duasına tevessül etmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Rasulullah (s.a.v.)in âmâya öğrettiği "beni de O'nun için şefaatçi kıl", yani "benim de O'nun hakkındaki şefaatimi kabul et" sözü (Bu cümle hadiste sahih olarak varid olmuştur. Ahmed ve el-Hakim bunu rivayet etmişler ve ez-Zehebi de sahih olduğuna muvafakat etmiştir. Bu, tek başına bile kesin bir hüccettir. Zat ile tevessül hakkında hadisi yorumlamak batıldır. Ancak, bazı yazarlar son zamanlarda zat ile tevessüle cevaz verirler. Anlaşılan odur ki, onlar bu gerçeği bilmelerine rağmen, bu kanaati zikretmektedirler.
Ayrıca onlar, hadiste bundan önceki "Allah'ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" cümlesini naklettiler. Bu da onların nakildeki güvenilirliklerinin delilidir. Onlar bu cümleyi zat ile tevessüle delil göstermektedirler. Ancak, okuyuculara bunun nasıl delil olduğunu açıklamaktan kaçınıyorlar.) "O'nun benim gözümün iyileşmesi hakkındaki duasını kabul et" demektir.

İşte böyle bir bir mana taşıdığından dolayı, bize muhalif olanların bu cümleye uzaktan veya yakından temas etmediklerini görürsünüz. Çünkü bu cümle, onların düşüncelerini temelden yıkmakta, kökünden sökmektedir.

Bunu onlara söylediğiniz zaman size bayılacakmış gibi bakarlar. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), âmâ hakkındaki şefaati anlaşılan bir şeydir; ancak âmânın Rasulullah hakkındaki şefaat; nasıl olur? Bu sorunun onların yanında asla cevabı yoktur.

Onların bu cümleyi anlamadıklarına dair delile ve onların batıl tevillerini anlamaya gelince; onların dualarında, "Allah'ım, Nebi'ni benim için şefaatçi kıl, beni de O'nun hakkında şefaatçi kıl" cümlesini söylemediklerini görürsünüz.

Sonra el-Gimari şöyle der:
"Allah Rasulu'nün âmâya dua ettiğini düşünsek bile bu, hadisin başkasına da genellenmesine engel değildir."

Bu apaçık bir saçmalıktır. Çünkü hadisin, dua halinde âmânın dışındaki kimseler için genellenmesine bir engel olmadığını inkar eden kimse yoktur.
Ancak, Rasulullah (s.a.v.)'in, ölümünden sonra kendisine ihtiyaçları için tevessülde bulunanlar hakkında dua bilinmediği için, onlar bu şekilde doğrudan doğruya Rasulullah (s.a.v.)'in duasına tevessül etmiş olmamaktadırlar. Bundan dolayı, hükümde ihtilaf sözkonusudur.
EI-Gimari'nin bunu söylemesi, onun aleyhinde bir huccettir.

7- Bu hadisi alimler, Rasulullah (s.a.v.)'in mucizelerinden olarak görürler.
Rasulullah (s.a.v.)'in kabul edilen bir duasını beyan eden hadis, Allah Azze ve Celle'nin, O'na duasıyla ne harikulade işlerin kolaylaşmasını ikram ettiğini de göstermektedir. İnsanların O'nun duasıyla hastalıklardan iyileşmesi gibi. Allah Teala, O'nun duasıyla âmânın gözlerini de iyileştirmiştir.

Bu nedenle "Delailu'n - Nubuvve" adlı kitabında el-Beyhaki ve diğer bazı alimler, bunu böyle rivayet etmişlerdir. Bu da âmânın şifa bulmasının sırrının, ancak Rasulullah (s.a.v.)'in duasıyla olduğuna delildir.
Körlerden Allah Azze ve Celle'ye ihlasla dua ederek şifa isteyip de herhangi birinin şifa bulup bulmamasına bakılırsa, dediklerimizin doğruluğu anlaşılır. Bugün herhangi bir körün bu yöndeki bir duası kabul olmamaktadır. Bu da, hadiste geçen âmânın gözlerinin iyileşmesinin, Rasulullah (s.a.v.)in duasıyla olduğunu gösterir. Yoksa, âmânın gözlerinin iyileşmesindeki sır O'nun, Rasulullah (s.a.v.)'in zatına, Allah-Azze ve Celle katındaki makamına veya hakkına tevessül değildir. Eğer zata tevessülden dolayı iyileşmiş olsaydı, ondan başka körlerin de Rasulullah (s.a.v.)'in makamına, haklarına veya zatına tevessül etmelerinden dolayı gözlerinin iyileşmesi gerekirdi.

Böyle bir görüşü savunanlar kimi zaman da diğer bütün Peygamberlerin, velilerin, şehidlerin, salihlerin ve Allah Teala'nın katında bir makam ve değer sahibi olan herkesin, ayrıca meleklerin, insan ve cinlerin hepsine tevessülü de buna eklemektedirler.
Şimdiye kadar biz böyle birşey bilemediğimiz gibi; herhangi bir kimsenin de Rasulullah (s.a.v.)in ölümünün üzerinden bunca asır geçmiş olmasına rağmen, böyle bir şeyin meydana geldiğini bildiğini zannetmiyoruz.

Eğer kıymetli araştırıcı kardeşler izah etmeye çalıştığımız âmâ hadisinin sadece Rasulullah(s.a.v.)in duasına tevessülle ilgisi olduğu, kesinlikle zata tevessülle bir ilgisi olmadığı anlaşılırsa; âmânın, "Allah'ım, ben senden diliyorum ve senin Nebin Muhammed ile sana tevessülde bulunuyorum" sözünün anlamının ve maksadının da "sana Nebin Muhammed'in duasıyla tevessülde bulunuyorum" demek olduğu anlaşılacaktır.

Bu, kendisine izafe edilen cümlenin hafzı demek olup, Arap dilinde bilinen birşeydir. Tıpkı, Kur'an'da geçen "istersen bulunduğun köye ve beraber olduğumuz kafileye sor" ayetinde olduğu gibi.
Yani, "köyün ahalisine" ve "kervanın sahiplerine" demektir.
Biz ve bize muhalif olanlar, cümlede "tamamlayan"ın kaldırılmış olduğunda hemfikiriz. Bu da tıpkı, Ömer Radıyallahu Anh'ın, Abbas Radıyallahu Anh'ın duasına tevessülü gibidir.
Ancak, bu hadisteki anlamın; "ben sana, Nebi'n Muhammed'in (makamı) ile yöneliyorum" veya "Ey Muhammed, ben senin zatın veya makamın ile Rabb'ime yöneliyorum" şeklinde yorumlanması yanlıştır.
Hadisteki anlamın, "Rabb'im, ben sana Nebi'n Muhammed'in duası ile yöneliyorum" veya "ey Muhammed, ben senin duan ile Rabb'ime yöneldim" sözlerinden birisi olduğunu, bu hadis veya bir başka hadisin delil oluşundan ötürü kabul etmemiz gerekir.
Zira, bu sözün siyakında Rasulullah (s.a.v.)'in makamına açıkça işaret eden veya buna delalet eden herhangi birşey yoktur.

Onların "makam ile tevessül" şeklindeki düşünce ve yorumlarına ne Kuran'dan, ne Sünnet'ten ve ne de Sahabe'nin sözlerinden bir tek delil vardır. Böylece, onların tercih edilecek bir yeri olmayan takdir ve yorumların kendiliğinden sakıt olmaktadır.

Burada hatırlatılması gereken bir diğer mesele de; eğer o kör (ama) Sahabi hadisi, olduğu gibi zahirine hamledilse bile, ki bu da Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessüldür, bu ifade kendisinden sonra gelen "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de Ona şefaatçi kıl" cümlesini iptal edip anlamsız kılar.
Bu da, bilindiği gibi caiz değildir. Öyleyse geriye, bu cümle ile ondan önceki cümlenin arasını bulmak kalıyor.
Bu da olsa olsa, ancak tevessülün dua ile olduğunu ortaya koyar. Böyle bir durum, hadisten anlaşılan şeyin ne olduğunu bize İspat etmiş olur. Dolayısıyla, hadisi zat ile tevessüle delil göstermeye çalışanların delil-lendirmeleri geçersiz kalmış olur.

Buna rağmen diyorum ki, ama'nın Rasulullah (s.a.v.)'in zatına tevessül etmesi sahih olsa bile, bu ancak O'nun zatına özgü bir hüküm olmuş olur. Ne Peygamberlerden, ne de salihlerden hiç kimse, Onun bu durumuna ortak olamaz.
Onları AllahRasulü(s.a.v.)'in hükmüne dahil etmeyi, doğru ve sağlıklı olan bir düşüce kabul etmez. Çünkü O, onların seyyidi ve en faziletlilerindendir.
Birçok salih haberde bize geldiği gibi, bu Özellik, Allah Subhanehu ve Teala'nın, Rasulullah (s.a.v.)i diğer Peygamberlere karşı faziletli kıldığı birşey olabilir ilgili meselelere kıyas müdahale edemez.
Kim körün Rasulullah (s.a.v.)in zatı ile Allah Azze ve Celle'ye tevessül ettiğini söylüyorsa, yapması gereken, orada durmaktır.
İmam Ahmed ve İz b. Abdusselam'dan da benzeri sözler nakledilmiştir.
İşte bu, bilimsel araştırmanın insafla beraber gerektirdiği şeydir. Doğruya eriştiren Allah Azze ve Celle'dir.

Bir Uyarı

Âmâ hadisiyle ilgili olarak bazı rivayet yollarında iki ziyade vardır. Bu ziyadelerin zayıflığını ve garibliğini açıklamak bir zorunluluktur. Ta ki okuyan kimse bu iki ziyade hakkında bilgi sahibi olsun ve bununla gerçeğin ve doğrunun aleyhine delil getirmek isteyenlere aldanmasın.

Hadisteki 1. Fazlalık:

Hammad b. Seleme'nin ziyadesidir.
Hammad b, Seleme diyor ki; "Ebu Cafer el-Hatmi bunu bize rivayet etti."
Tıpkı Şu'be'nin rivayetine benzer bir şekilde isnadından söz etti. Hakeza metin de böyledir. Ancak o kısmen de olsa metni kısaltmıştır. Hadisin sonundaki "Nebini gözümün bana geri verilmesinde şefaatçi kıl" lafzından sonra ziyade olarak, "eğer herhangi bir İhtiyaç olursa bunun gibi yap" lafzı vardır. Bunu Ebi Bekir b. Hayseme "Tarih"inde rivayet eder. Bunu kendisine Muslim b. İbrahim'in, ona da Hammad b. Seleme'nin söylediğini yazar.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye, "el-Kaidetu'l-Celiyye"de (sh. 102) bu ziyadenin illetli olduğunu söyler. Sebebi de, Hammad b. Seleme'nin bu hadisi tek başına rivayet etmesi ve Şu'be'nin rivayetine de muhalif olmasıdır. Şu'be ise, bu hadisi rivayet eden ravilerin en güvenilirlerindendir. Hadisteki bu illetin tesbiti hadis kaidelerine uygun olup, kesinlikle aykırı değildir.

El-Gimari'nin "eI-Misbah"da (sh. 30) Hammad b. Seleme için "O Sahih'in ricalindendir. Sikadır. Sikanın hadiste zikrettiği ziyade makbuldür" demesi, ya onun hadis ıstılahında belirtilmiş olan şeyden gafil olmasından, veya kasıtlı olarak bilmiyor gibi davranmasmdandır. Zira hadis ıstılahında bilinen bir şart vardır, o da ravinin kabulü için, kendinden daha güvenilir raviye muhalefet etmemesi gerekir.

İbn-i Hacer "Nuhbetu'l-Fiker" adlı eserinde, "hadiste fazlalık, ravinin kendisinden daha güvenilir olanın rivayetine aykırı olmadığı zaman makbuldür. Daha tercih edilene aykırı olursa, tercih edilen, daha iyi korunan rivayettir. Bunun karşıtı da "söz" olur." der. İşte bu şart, burada sözü edilen ziyade için yoktur.
Çünkü Hammad b. Seleme, Müslim'in ricalinden olsa bile, onun hadis ezberinde Şu'be'den daha zayıf olduğunda şüphe yoktur. Bunu daha iyi anlamak için, alimlerin bu konuda yazdıkları kitaplara bakmak yeter.

Birincisini ez-Zehebi, "el-Mizan"da zikretti.
Ez-Zehebi, ancak kendileri hakkında konuşulmuş olanları ve sika (güvenilir) oldukları halde rivayetlerinde evham bulunanları zikreder. Halbuki O, kitabında Şu'be'ye kesinlikle yer vermemiştir.
Öte yandan, Hammad ile Şu'be'nin hayatı hakkında İbn-i Hacer'in "eI-Takrib"de yazdıklarını iyice düşünenler, aradaki farkı daha iyi anlarlar.
O diyor ki; "Hammad b. Seleme güvenilir ve ibadet sahibi olan bir kişidir. Güvenilir olanların en güveniliridir. Hayatının sonunda hıfzı değişmiştir."
Sonra şöyle devam ediyor:
"Şu'be İbnu'l-Haccac güvenilir, hafız ve hadisi çok iyi bilen bir insandır. Es-Sevri, O'na, "hadiste emiru'l-muminin" derdi. Irak'ta ilk kez hadis ricali hakkında araştırmada bulunan ve Sünnet'i savunan O'dur. İbadet ehli bir İnsandı."

Bu bilgilere sahib olduktan sonra anlarız ki, Hammad b. Seleme'nin bu hadiste Şu'be'nin aksine olarak zikrettiği ziyadesi makbul değildir. Çünkü onun bu rivayeti, kendisinden daha güvenilir olan ravinin rivayetine aykırıdır. Böylece bu, şaz bir rivayet olmaktadır. Tıpkı İbn-i Hacer'in biraz yukarıda işaret ettiği gibi. Olabilir ki, Hammad bu ziyade lafzı ezberinin zayıfladığı bir dönemde rivayet etmiştir. Dolayısıyla hataya düşmüştür.

Ahmed b. Hanbel de rivayetinde sanki bu fazlalığa değinmiş gibi. O bu hadisi Muemmel (İsmail) yoluyla Hammad'dan rivayet etmektedir.
Bunu Şu'be'nin rivayetinden sonra zikretmesine rağmen, hadisi lafzıyla ele almamıştır. Aksine, doğrudan doğruya Şu'be'nin rivayet ettiği lafzı esas alıyor.
Hadisi zikrettikten sonra şöyle diyor: "Muemmel'in Hammad'dan rivayetinde fazlalık olması muhtemeldir."
Bunun için İmam Ahmed de, diğer hafızların âdeti olduğu gibi, bu rivayeti diğerine havale ettiğinde, havale edilen rivayetteki fazlalığı belirttiği gibi, işaret etmedi.

Sözün Özü şudur:
Hadisteki ziyade şâz olduğundan dolayı sahih değildir. Olsa bile, Rasulullah (s.a.v.)'in doğrudan zatına tevessüle delil olamaz. Çünkü, "bunun gibi yap" sözünün anlamının, "hayatında iken yine çıkıp Rasulullah (s.a.v.)e gelmesi, O'ndan dua isteyip tevessül etmesi, sonra da abdest alıp Allah Rasulü (s.a.v.)'in kendisine emrettiği gibi namaz kılıp dua etmesi" şeklinde olması da muhtemeldir. Allah Subhanehu ve Teala daha iyi bilir.

Hadisdeki 2. Fazlalık :

Osman b. Afvan Radıyallahu Anh'a tevessül edip ihtiyacını gören bir kimsenin durumunu anlatan bu ziyadeyi Taberani "el-Mu'cemu's-Sağir"de (sh. 103-104) ve "el-Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir. Rivayet zinciri şöyledir: Tabera-ni, Abdullah b. Vehb'den, O Şebib b. Said el-meki'den, O Ruh İbnu'I-Kasım'dan, O Ebu Ca'fer el-Hatmi el-Medeni'den, O Ebu Umame b. Sehl b. Hanifden, o da amcası Osman b. Haniften rivayetle şöyle diyor:

Bir adam vardı. Sık sık Osman'a gelir, fakat Osman onun ihtiyacına bakmazdı. Adam, Osman b. Hanif'Ie karşılaşınca durumu O'na şikayet etti.
Osman b. Hanif O'na, abdest yerine gidip abdest almasını, sonra mescide gidip iki rekat namaz kılmasını, sonra da; "Allah'ım, ben seni diliyor ve senin Nebi'n, rahmet Nebi'siyle tevessülde bulunuyorum. Ey Muhammed, ben seninle, Rabb'im Azze ve Celle'ye ihtiyacını görmesi için yöneldim" diye dua ederek ihtiyacını zikretmesini söyledi.
Adam da bunu yerine getirdi.
Sonra O'na dedi ki; "benimle beraber gel, Osman'a gidelim." O adam da Osman b. Hanif'le beraber Osman b. Afvan'ın kapısına geldi.
O'nu gören kapıcı, geldi, elinden tutup Osman'ın yanına götürdü ve minderin üstüne oturttu.
Osman b. Afvan O'na, "ihtiyacın nedir?" diye sordu.
Adam da ihtiyacını O'na söyledi. Osman da onun ihtiyacını giderdi. Sonra adama, "bu ana kadar senin ihtiyacını görmeyi hatırlayamadım. Eğer bundan sonra bir ihtiyacın olursa bize gel" dedi.
O adam Osman b. Afvan'ın yanından ayrılınca Osman b. Hanif'le karşılaştı. O'na, "Allah senden razı olsun! Sen O'nunla konuşuncaya kadar O bana hiç bakmıyor ve ne demek istediğimi anlamıyordu" dedi.
Osman b. Hanif, "vallahi ben O'nunla konuşmadım" dedi. Sonra şöyle devam etti:

- Ben Allah Rasulu zamanında O'na kör bir adamın gelip şikayetlendiğini, sonra da iyileştiğini gördüm.
Allah Rasulü sana dediğimi ona söyledi, o da bunu yaptı ve gözleri iyi oldu.
O adam Allah Rasulune, "ey Allah'ın Rasulü! Ben kör bir insanım. Elimden tutup bana yol gösterecek olan kimsem yok. Çok zorlanıyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.)de ona şöyle söyledi.
"Abdest alma yerine git, abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Sonra şu dualarını et."
Osman b. Hanif bu olayı anlatırken diyor ki; "vallahi biz daha oradan ayrılmamış ve aradan fazla vakit geçmemişti ki, o adam yanımıza sanki hiç kör değilmiş gibi çıkageldi."

Taberani diyor ki: "Bunu Ruh İbnu'l-Kasım'dan Şebib b. Said, O'ndan da Ebu Said el-Mekki rivayet etmiştir. Güvenilirdir.
Ahmed b. Şebib ve babasından, Yunus b. Yezid el-Eyli'den hadis rivayet eden O'dur. Bu hadisi Ebu Ca'fer et-Hutami'den (adı Umeyr b. Yezid'dir) Şu'be rivayet etmektedir.
O güvenilirdir. Şube'den de bunu tek başına Osman b. Ömer b. Faris rivayet etmiştir. Hadis sahihtir."

Bu hadisin sahih olduğunda şek yoktur. Ancak burada söz konusu olan, et-Taberani'nin de dediği gibi, Şebib b. Said'in naklettiği kıssadır.
Şebib denen bu adam, hakkında konuşulmuş bir kimsedir. Özellikle İbn Vehb'in ondan rivayetinde... Ancak, onu Şebib yoluyla İsmail ve Ahmed (Şebib b. Said'in oğulları) takib etmişlerdir. Yalnız bu İsmail denen kimseyi tanımıyorum ve ondan söz eden bir kimseyi de görmedim. Hatta öyle ki, babasından hadis rivayet edenler arasında bile sayılmadı. Ancak onun kardeşi Ahmed doğru birisidir.
Babası Şebib'e gelince, onun hakkında söylenen sözün özü;
"o güvenilirdir, yalnız ezberinde zayıflık vardır." şeklindedir.
Sadece oğlu Ahmed'in ondan ve Yunus'tan rivayeti hüccettir. Ez-Zehebi "el-Mizan"da, "O saduktur, garib hadisler rivayet eder" der.
İbn-i Adiyy de el-Kamil'de; "Onun Yunus b. Yezid'den rivayet ettiği düzgün bir nüshadır. İbn Velid bazı münker rivayetlerin yanında ondan da hadis nakleder" der.
İbnu'l-Mediyni diyor ki; "Mısır'a ticaret için gidip gelmekteydi. Onun nüshası (kitabı) sahihtir, Onu oğlu Ahmed'den alarak yazdım."
İbn-i Adiyy de şöyle der: "Şebib hıfzından konuştuğu zaman hem karıştırıyor, hem de hata ediyordu. Dilerim ki bunu kasıtlı olarak yapmamıştır. Oğlu Ahmed, Yunusun hadislerini ondan rivayet ettiğinde, sanki Yu-nusmuş gibi güzelce rivayet eder."

Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Şebib'in rivayeti iki şartla kabul edilir:

Birinci Şart: Rivayetin, oğlu Ahmed'in ondan yaptığı rivayet olması gerekir.

İkinci Şart: Şebib'in Yunus'tan yaptığı rivyet olmasıdır. Bunun sebebine de gelince; yanında Yunus b. Yezid'in kitaplarının bulunmasıydı.

İbn Ebi Hatim, "Ec-Cerhu ve't-Ta'dil" adlı kitaında onun babası için şunu söyler:
"O, kitaplarından hadis söylediğinde güzel hadis rivayet eder. İbn Adiyy'in dediği gibi, ezberinden konuştuğunda ise, İbn-i Vehb'in değil, oğlu Ahmed'in rivayeti olması şartıyla, rivayetinde herhangi bir sakınca yoktur."

İbn-i Hacer' de "et-Takrib" adlı eserinde onun hayatını anlatırken böyle söyler. Zira o tartışmalıdır. Çünkü o, oğlu Ahmed'in babasından hadis rivayetinde "kesinlikle bir sakınca olmadığı"nı söylemekle vehimde bulunmuştur. Aslı böyle değildir. Aksine, Ahmed'in böyle bir rivayetinin sahih olabilmesi için, mutlaka kendisinin bizzat Yunus'tan rivayet etmesi şartı vardır. Bu şartı, İbn-i Hacer'in işaretiyle anlıyoruz. Zira İbn-i Hacer, Şebib'i, Buhari'nin tenkit edilen ravileri arasında saymıştır.

(Fethu'l-Bari, Mukaddime, 5:133)
Daha sonra, İbn-i Adiyy'in de onun hakkındaki sözlerini naklederek, onun güvenilir olduğunu söylemiş ve Onu tenkitten kurtarmak istemiştir.
Diyor ki; "Buhari, oğlunun ondan ve Yunus'tan yaptığı rivayetleri kabul etmiştir. Ancak, Yunus'tan, başkasından rivayet ettiği hadislerini almadığı gibi, îbn-i Vehb'in de ondan rivayetlerini almamıştır."
Bu şekilde onun tenkidi, Yunus'tan başkasından rivayet etmesi şartına bağlanmıştır. Velev ki oğlu Ahmed yoluyla gelmiş olsa da. Biraz önce değindiğimiz gibi, doğru olan da budur.

Bu noktada, İbn-i Hacer'in "et-Takrib"deki her iki sözünün arasındaki çelişkinin kaldırılması, bu sözlerin arasının bulunması gerekmektedir. Bundan da, hem bu kıssanın, hem de onu delil göstermenin zayıflığı ortaya çıkmış oluyor.

Bunun ardından, rivayet hakkında bir diğer illetle karşılaştım. O da, rivayet konusunda Ahmed'in de tartışılmasıdır.
İbnu's-Sunni bu rivayeti, "Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyf'de (sh. 202), el-Hakim "el-Mustedrek"te d/562), Şebib'in oğlu Ahmed'den üç yolla rivayet etmektedir.
Ayrıca Avn b. Umare el-Basri diyor ki, "İbnu'l-Kasım bunu bize rivayet etti." (El-Hakim rivayeti) Fakat Avn denen bu kişi zayıftır. Ancak rivayeti, Şu'be, Hammad b. Seleme ve Ebu Ca'fer el-Hutami yoluyla gelen riveyete uygun olması nedeniyle daha iyidir.

Sözün özü, bu kıssa gerçekten üç sebepten dolayı zayıf ve çirkindir:

1- Bu hadisi tek başına rivayet eden kimsenin zayıflığı,

2- O'nun hakkında ihtilaf edilmiş olması,

3- Hadisi rivayet edenlerin, güvenilir hadis ravilerinin rivayetlerine aykırı hadis rivayet edip, onun adını zikretmemeleri.

Bu nedenlerden bir tanesi bile, sözkonusu rivayetin kabul edilmemesi için yeter.

Ne garip bir taassub veya hataya uymaktır ki; Şeyh El-Gimari bu rivayetleri "el-Misbah" adlı eserinde (sh. 12,17) Beyhaki'nin "Delailu'n-Nubuve"sine ve et-Taberâni'ye atıfta bulunarak nakletmiştir. Daha sonra da bir kez olsun bu rivayetlerin sahihliği veya zayıflığı üzerinde tek bir söz bile söylememiştir. Nedeni gayet açık. Bu rivayetleri sahih göstermeye gelince, bunun imkanı yoktur. Ancak, rivayetlerin zayıflığını iptal mümkündür.
Ancak, "el-İsabe" (sh. 21-22) hakkında konuşanlar da bu rivayet hakkıda doğruyu bulamamışlardır. Buna rağmen, "bu hadis, et-Taberani, el-Mu'cemu's-Sağir ve el-Kebir'de sahihtir" diyebilmişlerdir. Bu söz önemsiz olmasına rağmen, birkaç yönden cehaletle doludur:

1-Taberani, bu hadis için "sahih" dememiştir. Aksine, sadece "es-Sağir"de böyle demiştir. Onlar hadis ilmini bilmedikleri için, vasıtalar aracılığıyla hadisi rivayet etmektedirler. Biz ise, hadisi doğrudan doğruya kaynağından aldık. "Kim denize ulaşırsa, su çeken dolaplara muhtaç olmaz."

2- Taberani bu kıssaya değil, sadece hadise "sahih" demiştir. Daha önce buna değinmiştik. "Şu'be de bu hadisi rivayet etmiştir. Hadis sahihtir" sözüyle, Şu'be'nin hadisini kastetmiştir. Şu'be ise bu kıssayı rivayet etmemiştir. Öyleyse et-Taberani kıssayı sahih görmemiştir. Bu nedenle hüccet olamaz.

3- Osman b. Hanifin kıssası sabit olsa bile, Osman b. Hanif o adama kıssadan anlaşıldığı kadarıyla nasıl dua edeceğini tam olarak öğretmemiştir. Zira o duadan, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" sözünü çıkarmıştır.
Zira o, Arapça bilgisi gereği biliyordu ki, Rasulullah (s.a.v.), o duayı yalnız o kör adam için yapmıştı. Bu adam için aynı dua söz konusu olmadığına göre, bu cümleyi zikretmedi.

Şeyhulislam İbn-i Teymiyye (rahimehullah) şöyle diyor:
"Bilinen bir şeydir ki, bir kimse Allah Rasulunün ölümünden sonra, "Allah'ım, O'nu bana şefaatçi kıl, beni de O'na şefaatçi kıl" dese bile, Rasulullah bu kimse için herhangi bir duada bulunmamıştır. Öyleyse, onların sözleri batıldır.
Osman b. Hanif o kimseye Allah Rasulü'nden birşey istemesini söylemediği gibi, "O'nu buna şefaatçi kıl" demesini de istememiştir. Daha doğrusu, bu rivayet edilen duayı olduğu gibi okumasını ona söylememiştir. Ancak bu duanın sadece bir kısmını okumasını söylemiştir.
Burada Nebi'den ne bir şefaat söz konusudur ve ne de şefaat zannedilen bir şey vardır. Velev ki o, "O'nu bana şefaatçi kıl" dese bile, bunun bir anlamı yoktur. Bunun için Osman, bunu emretmedi. Onun o adama söylediği dua, Allah Rasulunden gelen dua değildir. Böyle şeylerle Şer'i olan bir amel kanıtlanamaz. Tıpkı bazı Sahabilerden gelen, ancak diğer Sahabilerin muvafakat etmedikleri, ibadetlerin güzelliği, mubah, vacip veya haram olan ameller hakkındaki haberler gibi."

Bu da yine, Rasulullah (s.a.v.)den rivayet edilenlere aykırı olan bir haber olması şartına bağlıdır. Böyle olunca da bu şekilde bir davranış, müslümanların hepsinin uyması gereken bir amel değil, aksine gayesi ictihad olan ve ümmetin üzerinde tartıştığı bir şeydir. Bunun da Allah Azze ve Celle'ye Ve Rasulullah (s.a.v.)'e götürülmesi gerekir.

Biz de biliyoruz ki, Ömer Radıyallahu Anh ve Sahabenin büyükleri, hayattayken kendisine tevessül ettikleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi vessellem'e öldükten sonra tevessulde bulunmadılar. O ölünce O'na tevessül etmediler. Bilakis kuraklık yılında kıtlık çok şiddetli bir şekilde bastırınca Ömer Radıyallahu Anh, tüm ilim ehlinin de bildiği gibi ve Ensar ve Muhacirin'in de şahid olmasıyla, insanların eline yiyecek birşeyler geçinceye kadar yağlı yemek yemeyeceğine dair yemin etmiştir. Sonra da "istiska"da bulunmak için Abbas Radıyallahu Anh'a başvurunca şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Biz kuraklık gördüğümüzde senin Nebi'n ile sana tevessulde bulunuyorduk, sen de bize yağmur gönderiyordun. Şimdi ise senin Nebi'nin amcası Abbas ile sana tevessulde bulunuyoruz. Bize yağmur ver!"

Allah Teala da onlara yağmur göndermiştir. Bütün Sahabenin kabul ettiği ve meşhur olması nedeniyle hiçbirisinin inkar etmediği dua budur. Bu, icma edilen konuların en meşhurlanndandır.

Muaviye b. Ebu Sufyan da Hilafeti döneminde böyle dua etmiştir. Eğer onlar, Rasulullah (s.a.v.)'in ölümünden sonra tevessül etmek hayattayken tevessül etmek gibi olsaydı, "nasıl olur da Abbas ve Yezid İbnu'l Esved'e ve başkalanna tevessülde bulunuyoruz da insanların en faziletlisi olan Rasulullah (s.a.v.)'e tevessulu terkediyoruz? Halbuki O'na tevessul, tevessullerin en faziletlisi ve en büyüğüdür." diyerek Sahabe bunu icra ederdi. Ancak, bu sözü onlardan hiç kimse demediği ve hayattayken Rasulullah (s.a.v.)'in duasına ve şefaatına tevessul edildiği gibi, O öldükten sonra O'ndan başkasının duasına ve şefaatına tevessül ettikleri bilindiğine göre; onlar nezdinde meşru olan tevessulun kişinin zatıyla değil, duasıyla olan tevessul olduğu da bilinmiş olur.

Bununla beraber bu kıssada, düşünen akıllı bir insanın rahatlıkla görebileceği gibi, Osman (Radıyallahu Anh) gibi bir Halife'nin faziletine gölge düşüren bir cümle vardır. O da, Raşid Halife'nin, ihtiyacı olan bir adama hiç yüz vermemesidir. Bu İfade, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisinden meleklerin bile haya ettiğini söylediği ve özellikle yumuşaklığı, iyiliği ve insanlara karşı hoşgörülülüğü ile tanınmış Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakıyla uyuşmamaktadır. İşte bu durum, kıssanın sıhhatli olması ihtimalini tamamen uzak görmemize neden olmaktadır. Zira bu, Osman (Radıyallahu Anh)'ın ahlakına ters düşen bir zulümdür.


2- Aynı yazıda Şehidlerin savaşlara katılıp yardım ettiğinin yazılması ise, sahih naslara alerjisi olanlar için, kendilerinden beklenen bir şeydir. Halbuki ehl-i sunnet akidesinde şehidin durumu şöyledir :

Mesrûk (r.anh) Abdullah'a bu âyette zikredilen şehidlerin halini sormuş, o şöyle cevap vermiştir:
Biz de bunu Muhammed (s.a.v.)'e sormuştuk. Bize şu cevabı vermişti:
"
Şehidlerin ruhları yeşil kuşların karnındadır. Onların arşa asılı kandilleri vardır. Diledikleri gibi cennette serbestçe dolaşır, sonra o kandillere geri dönerler"
(Muslim, İmâre, 121; Ebû Davûd Cihâd 25; Tirmizî, Tefsiru Sure, 3/19; Ibn Mâce, Cenâiz, 4; Cihâd, 16).
Şehidliğin fazileti hakkında ise şu hadis-i şerifler mevcuttur:
Muhammed (s.a.v.)'in, şehîd olmanın fazileti hakkında söylemiş olduğu iki hadisin meali de şöyledir:
"
Cennete giren hiç bir kimse, dünya üzerindeki her şey kendisine verilse bile, dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid mustesnadır. O, göreceği ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönüp on defa daha öldürülmeyi (şehid olmayı) temenni eder"

(Buhârî, Cihâd 6; Muslim, Imâre,108,109; Neseî, Cihâd 33).
" Abdullah İbni Abbas (r.anhuma)dan; demiştir ki:

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Uhud'da kardeşlerinize (şehidlik) isabet edince Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. (Bu ruhlar yeşil suretindeki taşıyıcılarına binerek) cennet nehirlerine uğrar meyvelerinden yerler (sonra), arşın gölgesinde asılı olan altından kandillere dönerler. (Şehidler) Yediklerinin, içtiklerinin ve kaldıkları yerin güzelliğini görünce,
"Bizim cennette diri olup da (Şehadetten dolayı cennet nimetleriyle) rızıklandırıldığımızı, cihada yönelmeleri ve harbden korkup kaçmamaları için (dünyada bulunan) kardeşlerimize iletecek kim var? derler.
(Bunun üzerine) Her türlü noksan sıfatlardan munezzeh olan Allah: (bunu)sizden onlara ben eriştireceğim" buyuracak. (Nitekim) Allah: "Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin...." (Âl-i İmrân, 169) (mealindeki)ayeti kerimeyi sonuna kadar indirdi."

(Ebu Davud (9/513-514) K. Cihad Bab: 25 Hadis no: 2520)
Cennetle müjdelenen sahabeler için bile öldükten sonra savaşmaya geleceğine dair bir inanç bulunmamasına rağmen, savaşta ölülerin yardıma geleceğine inanmak Şamanizm inancında olduğu gibi, ölülerin ruhlarının öldükten sonra da yakınlarının yardımına geleceği inancı gibi ve Budizm'de inanılan ruhların tenasuhu inancı(reenkarnasyon : ölünün yeniden hayata gelmesi ve ruhun bir başka sağlam bedenle) yeniden hayat sürmesi gibi ve Yunan mitolojisinde bulunan kendilerinin insanlardan uzakta Olympos dağında yaşadığına ve insanların yardımına geldiğine inanılan Yunan Tanrıları gibi batıl olan Gavs inancından kaynaklanmaktadır.
Gavs yardım istenildiğinde hemen yardıma yetişen demektir ki ölüsü de dirisi de yardıma gelir diye inanılmaktadır.
Bu inanç keramet hastası bazı sapkın sufileri şeytanın ulaştırdığı son noktadır. Bu terim Rasûlullah (s.a.v.) in öğrettiği İslâm dininde yoktur.
Kendisine İstiğase edilen (yardım istenilerek sığınılan) sadece Allah’tır. Halbuki tasavvuf terimleri sözlüğünden ve evliyanın menakıbı (menkıbeleri) kitaplarından bu sıfatın şeyhlere nisbet edilerek Allah'a (c.c.) şirk koşulduğunu fazlaca görebilir ve hatta bunun tasavvufun amentüsü olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz.
İşte bu şeyhlerin menkıbelerinde anlatılan, ölmüş bir Gavs'ın (haşa) çamura çöken eşeği bile çıkarmaya geldiğine inanmak onların savaşa iştirak edeceklerine inanmayı (onlar açısından) kaçınılmaz kılmaktadır. Oysa bu batıl bir inanıştır.
Evliyanın ölüsünün dünyaya yeniden döneceğine bir delil bulamayan bu kimseler meseleyi biraz daha çetrefilli şekilde karıştırarak anlatınca "ben anlayamıyorsam demek ki çok ağır bilgiler vardır, doğrudur" anlayışındaki cahil kimseler için halleder gibi yapıp göz boyamaktadırlar.
Ölmüş olan evliya nasıl dünyaya dönebiliyormuş derseniz; Allah "şehidlere ölüler demeyin, çünkü onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar" buyurmuştur, derler ve o halde falanca evliya diri olduğuna göre elbet yardıma gelir demektedirler. Bu kandırmacaya, "ayet denince hangi mana yüklenirse yüklensin kabul etmek gerekir" zanneden batıl manaları da sorgulamayan insanlara belki yutturabilirler. Fakat bu iddialarıyla sorumuzun dünyaya nasıl dönebiliyorlar kısmına cevap vermemiş ve şehidlerin diriltildiği deliliyle de bahsettiği evliyayı şehid(!) etmiştir.
Bunlar hem arızalı bir anlayışın tezahürüdür hem de kendi içinde çelişkilerle doludur.
Bu çelişkilerini şöylece sıralayabiliriz:

1_ Evliya dedikleri kimseler şehid değildir

2_ Onlar hayattayken bile zorda kalan din kardeşlerine sırt çevirmiş, cihada iştirak etmemişlerdir ki öldükten sonra buna yüzleri olsun. Bu gün bile durum bundan ibarettir. Müslümanları katleden kafirler post düşkünlerinden gayet memnundurlar. Gerçi bu konuda bazı sanal mucahidlerin gece rüyalarında cihada katıldıkları , yara bile aldıkları hikayelerini de duymamış değiliz.

3_ "Şehidlere ölüler demeyin çünkü onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar" ayetinin tefsirine müracaat edenler görecektir ki ; Allah şehid olan kimseyi diriltti ve onu cennet nimetleriyle rızıklandırmaktadır, demektir. Baş taraftaki bahzettiğimiz ayet ve hadisler bu konuda delilimizdir.

4- Ayrıca şehidler bile savaşmak için dünyaya geri gönderilmezler, sadece bunu temenni ederler. Yine baş taraftaki bahsettiğimiz ayet ve hadisler bu konuda delilimizdir.

Allah c.c. Ahzab suresinde Hendek harbi sırasında yaklaşık 1 ay boyunca düşman karşısında yardımsız bekleyen ve artık tabir câizse homurdanmaya başlayan ve Allah'ın ve peygamberinin vaadi boşmuş diyerek veya biz evlerimizi korumaya gidiyoruz evlerimiz tehlikede diyerek cepheden ayrılan imanı zayıf kimseleri ve munafıkları açığa çıkarıncaya kadar ve onlar müminlerden ayrılıncaya kadar şiddetli bir imtihanla o insanları sınamış ve sonra müminlere yardım olarak meleklerini göndermiştir.

Bu hadise bize mühim ipuçları vermektedir.
Allah melekleriyle kime yardım etmektedir sorusuna bu ayetlerden cevap bulabiliyoruz.
İmanında sebatlı, Allah yolunda neticesi ne olursa olsun peygambere itaatkar kimselere, meleklerle, rüzgarla ve yağmurla yardım gönderilmiştir. Daha önce de Bedir harbinde yardım etmişti.
Şimdi insanlar öyle hadiseler üzerine meleklerin yardımının geldiğinden bahsediyorlar ki sanki dersiniz asr-ı saadet ümmeti gibi Tağuta kıyam eden bir ordudur! Nerde paşam nerde o günler ?
Allah’a kitaba küfredenlerin, namaz kılmanın başarıya engel olduğuna inananların komutasında, ben müslümanım demeyi iman zanneden, para için Müslüman öldüren, abdestsiz namazsız adamların, laik demokratik düzenlerin, kumarhane , faizhane (Banka), meyhane ve kerhaneyi resmen işleten ve ruhsat veren , fiş, fatura kesip vergi levhası astıran ve vergisini alıp Bel'amlarına ve saray yalakalarına yedirten küfür düzenlerini ayakta tutmak için yapılan savaşlarında yeşil sarıklı uzun sakallı melekler yardıma gelmiş miş de , şehidler de gelmiş miş. Bu hangi din ?
Yani anlatılanlara bakılırsa irticacı veliler ve melekler (haşa) Allah'ın Kitabı'na irtica diyen ve onunla mücadele eden kendi düşmanlarına yardıma gelmişler.
Daha yakın bir örneğe dönersek, 30 sene önce Rum zulmünden kurtarılan Kıbrıs insanlarının büyük bir kısmı bu gün kendilerine yasaklanan ve çirkin gösterilen islamı istemiyorlar. O memleket gûya kurtarıldıktan sonra Kur'an öğrenebilme yaşı 18'e çıkarıldı. Fuhuşhaneler, batakhaneler, kara paraların aklandığı en büyük kumarhanelerle mamur oldu. Mescidler günahsız hayvanlara ahır olmaktan kurtarıldı amma mescide gidecek kadar dinini bilen Müslüman kalmadığından bir kısmı yıkıldı, bir kısmı da günahkar hayvanların tepindiği düğün ve eğlence salonlarına çevrildi.
Velilerle, şehidlerle fethedildiğini söylediğiniz Kıbrıs'ın bu hale gelmesi için mi Allah meleklerini gönderdi ?
Hiç akletmez misiniz ?
Siz sanıyor musunuz ki Allah'ın adını yeryüzünden silmeye çalışan Ebu Cehil'ler emredince melekler de başüstüne komutanım diyecek, silahını kılıcını kuşanacak ve yollara düşecek!
Hiç düşünmez misiniz; Allah'ı yeryüzünün işlerine karıştırmayız, O gökleri idare etsin diyen bu adamlara melekler, yerin dibinden mi çıkıp geliyor ?
Kur'anı ve Peygamberin sünnetini tanımamış adam, aklını da kullanamaz olmuş.
Din denince aklına gelenler safsata, hurafe, bir yığın ecüş bücüş hikaye. Evlerde duvarda asılı Kur'an neye yarıyor bilmem ki ?

Delillerimiz şunu göstermektedir ki, ölen kim olursa olsun tekrar dünyaya geri dönemez. İster şehid, ister peygamber, ister mu'min, ister kafir, isterse insanların Allah'ın sevgili kulu, salih kimse , Allah dostu diye adlandırdıkları her hangi biri ....
Şu kesinlikle bilinmelidir ki Şehid olsun olmasın Hiç ama hiç kimse öldükten sonra dünyaya tekrar gelemez!...

ŞEHİDLERİN DÜNYAYA TEKRAR DÖNÜP SAVAŞMALARI

https://www.islam-tr.org/tevhid/12149-sehidlerin-dunyaya-tekrar-donup-savasmalari-yaziya-cevap.html
3- Allah'tan başkasından yardım istemeye, savaştaki muslumanların paralo olarak kullandıkları "Ey Muhammed! Bize yardım et" ifadesi kalblerinden maraz olanları sapkınlığa düşürmektedir.
Sadece Allah'tan istenen yardımlar olduğu gibi, insanın gücü ve imkanının yettiği meselelerde yardımları da olabilir. Misal verecek olursak, denizde boğulan bir kimsenin, kıyıdaki veya yanındaki kimselerden yardım istemesi câizdir. Hiç bir âlim bunun aksini söylememiştir.

Sırf haklı çıkmak için orjinal kitablardaki ifazdeleri setrederek, iftira ve çarpıtmalarla rivayetleri tahrif edenleri Allah'a havale ediyor, tevbe etmemesi halinde huzur-u mahşerde hesablaşacağız!
Şimdi atılan iftira ve orjinalini görelim:

Hafız İbni Kesir(Rahimehullah) ın naklettiğine göre, Yemame vakıasında Müslümanların şiarı(nişanı) “Ey Muhammed! Bize yardım et” sözleriydi. (İbni Kesir,el-Bidaye ve’n-Nihaye:6/324)
İftira Paralo : "Ey Muhammed! Bize Yardım Et" İftirası!

Gerçek Paralo : "Ya Muhammed!"

"Museyleme-tu'l-Kezzab vak'asıyla ilgili Bera b. Malik'in hadisinde de anlatılmıştır. Museylemetu'l-Kezzab'ın adamları bir bahçeye girmiş, oraya sığınmış ve kapıyı üzerlerine kilitlemişlerdi. Bera b. Malik de dedi ki:
- Beni hurma lifinden yapılmış bir hasırın içine koyun ve mızrakların ucuna yerleştirin. Sonra da beni kapının üst tarafından bahçenin içine atın.
Bera'nın dediğini yaptılar. Onu mızrakların ucuna takarak bahçenin içine fırlattılar, o da gidip bahçenin içine düştü. Kalktı, muşiklerle savaştı ve Museylemetu'l-Kezzab'ı öldürdü.

Ben derim ki: Bu hadise, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'ın hilafeti döneminde cereyan etmiştir. O, Museylemetu'l-Kezzab ve Beni Halife kabilesiyle savaşması için Halid b. Velid'i 10.000 küsur askerden teşekkül eden bir ordunun başında gönderdi. Museyleme taraftarları ise 100.000 civarında veya daha fazla idiler. İki taraf karşı karşıya gelince, Arabilerin çoğu kaçmaya başladı. Muhacirlerle Ensâr:
- Kurtar bizi ey Halid, dediler. Halid de onları Arabilerden ayıkladı. Muhacirlerle Ensâr 2500 kişiye yakın idiler. Kuvvetli bir hamle yaptılar. Karşılarındaki düşman, ardını dönüp kaçmaya başladı.
Müslümanlar: - Ey Bakara sûresinin ashabı! Bugün büyü bozuldu! dediler.
Allah'ın izniyle onları yenilgiye uğrattılar. Onları oradaki bir bahçeye sığınmak mecburiyetinde bıraktılar. O bahçeye, ölüm bahçesi denir. Museyleme ve taraftarları bahçeye sığındılar. Müslümanlar, onları orada kuşatma altına aldılar. Enes b. Malik'in ağabeyi olan Bera b. Malik, kendini bir hasırın içine koydurup mızrakların ucuna bağlatarak mancınık şeklinde surların üzerinden bahçenin içine attırdı. Bahçenin içine düşünce, süratle kalkıp düşmanın üzerine saldırdı. Yalnız başına onlarla savaşmaya başladı. Nihayet bahçeyi fethetti. Kapıyı açma imkanını buldu. Müslümanlar da tekbir getirerek içeri girdiler, Museyleme'nin kasrına vardılar. O, kasrın dışında duvarın yanında mor renkli bir deve gibi durmaktaydı, ilk olarak ona Vahşî b. Harb el-Esved (Hamza'nın katili) ile Ebu Dücane Simak b. Hareşe el-Ensârî saldırdı. Şeyhimiz Ebu'l-Mealî b. Zemlekânî, Ebu Dücane'nin nesebinden gelmektedir. İkisi birlikte saldırdıkları halde önce Vahşî mızrağını ona sapladı. Sonra Ebu Ducâne gelip bir kılıç darbesiyle onu öldürdü, ama köşkün üzerinden bir cariye:
- Vah benim emirime! Onu siyahı bir köle öldürdü! diye ünlemeye başladı.
Anlatıldığına göre, öldürüldüğü gün Museyleme 140 yaşındaymış. Allah ona lanet etsin. Ömrü uzun olup ta ameli kötü olan kimseyi Allah rezil etsin."

(İbn Kesîr, El Bidaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: C.6, sf: 343 - 344)
" Akran ve emsallerinizi ne kötü bir âdete alıştırdınız, dedi. Her taraflarda, "Kurtar bizi ey Halid!" diye imdat sesleri gelmeye başladı. Muhacirler'in ve Ensâr'ın bir cemaati kurtarıldı. Bera b. Marur da sıtmaya yakalandı. O, savaşı gördüğü zaman önce sıtma titremesine yakalanır, bineğinin sırtına çıkıp oturup şalvarını ıslatır, sonra da aslan gibi kükremeye başlardı. O gün Hanife oğulları, misli görülmemiş bir şekilde savaştılar. Sahabeler de kendi aralarında tavsiyede bulunup şöyle diyorlardı:
- Ey Bakara sûresinin ashabı! Bugün büyü bozuldu.
Sabit b. Kays, bacaklarının yarısına varan derinlikte bir çukur kazmış, o çukura girmiş, Ensâr'm bayrağını eline almış, ketenine bürünüp hanut kokusu süründükten sonra savaşmaya devam etmiş, oradan ayrılmamış ve nihayet o çukurda vurulup şehid edilmişti. Muhacirler, Ebu Huzeyfe'nin azatlısı Salim'e:
- Senin tarafına gelmemizden korkar mısın? diye sordukları zaman o:
- O zaman ben ne kötü bir Kur'ân taşıyıcısı olurum, diye karşılık vermişti.
Zeyd b. Hattab da Müslüman savaşçılara şöyle sesleniyordu:
- Ey insanlar, dişinizi sıkın. Düşmanınıza vurun ve ilerleyin! Allah'a yemin ederim ki, Rabbim düşmanları yenilgiye uğratmadıkça veya ben şehid edilip Allah'ın huzuruna varıp ta huccetimi ileri sürmedikçe konuşmayacağım.
O da vurulup şehid edildi. Allah ondan razı olsun.
Ebu Huzeyfe dedi ki: Ey Kur'ân ehli! Kur'ân'ı yaptığınız işlerle süsleyin!
Böyle dedikten sonra düşmana saldırdı onları uzaklaştırdı, ama kendisi vurulup şehid edildi. Allah ondan razı olsun.

Halid b. Velid, Museyleme ordusu üzerine saldırdı, çemberi yardı. Museyleme, dağlara doğru gitti. Museyleme'yi gözetlemeye başladı ki, yanma yaklaşsın da onu öldürsün. Sonra geri dönüp iki saf arasında mubareze çağrısında bulunup şöyle dedi:
- Ben Velid'in oğlu Ud'um. Ben, Amir ve Zeyd'in oğluyum. Böyle dedikten sonra müslümanların parolasını söyledi.
O gün Müslümanların parolası "Ya Muhammed" idi.
Halid, mubareze için karşısına çıkan herkesi öldürdü. Yanma yaklaşan herşeyi de yeyip yok etti. Müslümanların değirmeni döndü. Sonra Halid, Museyleme'ye yaklaştı. Ona insaflı olup Hakka dönmesini teklif etti, ama Museyleme'nin şeytanı Museyleme'nin boynunu çevirdi. Halid'in hiçbir teklifini kabul etmedi. Museyleme tekliflere kabul ile yaklaşmak istedikçe, şeytanı onu geri çeviriyordu. Halid de ondan uzaklaştı. Muhacirlerle Ensâr ve Arabileri birbirinden ayırdı. Herkesi kendi bayrağının altında topladı ki, bayraklarının gölgesi altında savaşsınlar ve herkes de kendilerine nereden saldırılacağını bilsinler.
Sahabeler, o günkü zorlu savaş ortamında benzeri görülmemiş bir sabır ve metanet gösterdiler. Düşmanlarının boyunlarına vurmak için hep ileriye doğru gittiler. Nihayet Allah onlara fethi nasib etti. Kafirler de arkalarını dönüp kaçtılar. Müslümanlar, onları takibe başladılar. Enselerinden vurup öldürdüler. Kılıçlarım diledikleri gibi kafirlerin boyunlarına indiriyorlardı. Nihayet onları ölüm bahçesine sığınma mecburiyetinde bıraktılar. Onların ölüm bahçesine girmelerini, Yemameli Muhkem b. Tufeyl adındaki mel'un tavsiye etmişti. Bahçeye girdiler. Orada Allah'ın düşmanı lanetli Museyleme vardı. Abdurrahman b. Ebu Bekir, Muhkem b. Tufeyl'in boynuna bir mızrak fırlattı. Muhkem, askerlerine nutuk irad etmekte iken öldü. Hanife oğulları da bahçenin kapılarını üzerlerine kapattılar.
Sahabeler onları kuşattılar, Bera b. Malik de:
- Ey Müslümanlar topluluğu! Beni bir yaypıya sararak bahçeye firlatın, dedi. Onu bir yaygıya koyup mızrakların ucuna takarak yükselttiler. Sonra da sur üzerinden bahçeye fırlattılar. O da kapının arkasında düşmanlarla savaşmaya devam etti, nihayet kapıyı açtı. Müslümanlar duvarların üstünden ve kapılardan içeriye girip Yemameli murtedlerle savaştılar. Nihayet mel'un Müseyleme'nin yanma ulaştılar. Esmer bir deveyi andıran Museyleme, bir duvar gediğinin yanında durmuş, duvara tırmanmak istiyordu, ama öfkesinden ötürü aklını kaybetmiş gibiydi. Şeytanı ona musallat olunca, ağzından köpükler çıkıyordu. Hz. Hamza'nın katili ve Cubeyr b. Mut'im'in kölesi Vahşî b. Harb ona ulaştı. Mızrağıyla onu vurdu. Mızrak vücudunun bir tarafından girip diğer tarafından çıktı.
Ebu Ducane Simak b. Haraşe de koşarak geldi. Kılıcıyla ona bir darbe vurdu ve Museyleme yere düştü:
Köşkten bir kadın: - Vah parlak yüzlü emirim! Emirimi siyahi bir köle öldürdü, diye feryad etti.

Ölüm bahçesinde ve savaş alanında 10.000'e yalan adam öldürüldü. Başka bir rivayete göre ise 20.000 kişi öldürülmüştür. Müslümanlardan 600, başka bir rivayete göre 500 kişi öldürülmüştü. Doğrusunu Allah bilir. Öldürülen Müslümanlar arasında sahabelerin Önde gelenleri ve ayan takımından şahsiyetler de vardı.

Halid dışarı çıktı. Mecaa b. Murare de zincirlerine bağlı olarak sürünür vaziyette Halid'in peşinden gitti. Museyleme'nin cesedini tanıtmak için, ölüleri Halid'e göstermeye başladı. Rical b. Unfuv'un cesedinin yanına geldiklerinde Halid:
- Museyleme bu mudur? diye sordu.
Mecaa şöyle cevap verdi: - Hayır, vallahi bu ondan iyidir. Bu, Rical b. Unfuv'un cesedidir.
Seyf b. Ömer dedi ki: Sonra sarı renkli şeytani mahiyyette bir adama uğradılar.
Mecaa: - İşte adamınız Museyleme'nin cesedi budur, deyince
Halid: - Buna uyduğunuz için Allah sizi kahretsin! dedi.

(İbn Kesîr, El Bidaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: C.6, sf: 462 - 469)

4- Abdurrahmân ibni Sa‛d (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor:
“Bir kere Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhumâ)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: ‘En sevdiğin insanı an’ dedi.
O da: ‘Muhammed!’ deyince bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı.”

(Buhârî, el-Edebu’l-mufred, Bab, 457, no: 964)


Evvela bu rivayet Buhari'nin Edeb'ul Mufredinde geçtiği gibi Rasulullah (s.a.v.)den gelen bir hadis te değildir. Sahabe sözüdür. ve metinde "Ya Muhammed" değil, "Muhammed" dediği sabittir.

Yine Muhammed dediği zaman, "Ey Muhammed, ayağımı iyileştir", ya da "Ey Allahım, Muhammedin yüzü suyu hürmetine ayağımdaki uyuşukluğu gider" diye dua mı ettiğini sanıyorsunuz? Ki bunu şirk istiânenize(!) delil diye getiriyorsun?

Elbani'nin tesbit ettiği Edebu'l-Mufred'deki zayıfların listesi ile ilgili bilgiyi verdiğimde bu hadisin de zayıfların arasında olduğunu görebilesiniz.

Buhari’nin Edebu’l-Mufred Adlı Eserinin Alperen Yayınları ve Sönmez Neşriyat tarafından yayınlanan; Ali Fikri Yavuz Tarafından Yapılan Tercemesinde ve Konevi Yayınları Tarafından yayınlanan Ramazan Sönmez Tarafından yapılan tercemesindeki Elbani’nin Tesbitlerine göre zayıf hadislerin numaraları:
7, 628, 936, 964, 969,

964 numaralı hadis muhatablarımızın dayandığı hadistir ve gördüğünüz gibi zayıftır. 628 nolu hadis ise bizim lehimizde olmasına rağmen Elbani onun da zayıf olduğunu beyan etmiştir.
Sofi hadisçi Ebubekir Sifil, Buhari'nin sahihindeki bazı zayıf hadisler hakkında şöyle demiştir:

"İmam el-Buhârî bu eserinde,
[Edebu'l-Mufred'de] istişhad, mutabaat vb hususlar için değil, doğrudan ihticac [delil olması] amacıyla pek çok zayıf hadis sevketmiştir. Öyle ki, bu eserde bizzat kendisinin "munkeru´l-hadîs" olduğunu söylediği, diğer cerh-ta'dil otoriteleri tarafından "kezzâb", "metrûku´l-hadîs", "leyse bi sika", "lâ yuhteccu bih", "mechûl" gibi tabirlerle cerhedilmiş ravilerin rivayetleri mevcuttur.
(el-Leknevî, Zaferu´l-Emânî, 182 vd (İbnu’l-Cevzî, el-Mevzuat, 3/76)

Ebubekir Sifil'in konuyla ilgili yazısı:

Ebubekir Sifil
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İbn Teymiyye, El-Kelimu’t Tayyib adlı eserinde sayfa. 109’da bize ne-relerde sünnete uygun, nasıl duâ edeceğimizi göstermek için yazdığı eserde Abdullâh b. Mes’ud’dan rivâyet edilen şu hadis-i şerifi zikretmektedir: “Sizden birinizin hayvanı çölde ipinden boşalıp kaybolursa, Ey Allâh’ın kulları hapsedin. Ey Allah’ın kulları hapsedin, diye iki defa seslensin. Zira Allah’ın yeryüzünde onu hapsedecek çepe çevre kuşatacak (memuru) var-dır.” Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf dediği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sün-nete uygun görmüş ki, el-Kelimü’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı ese-rine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allah’tan değil de, bir başkasından yardım isteme var. İbn Teymiyye, insanlardan yardım istemeyi (istigâseyi) kabul etmezken, bu hadisteki gibi “Ey Allah’ın kulları!” diye seslenerek, yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.

Utbe b. Gazvân radıyallahu anh’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
َSizin biriniz bir şey kaybederse yahut yanında arkadaşı bulunma-dığı bir yerde yardım dilerse;“Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana im-dat edin!” desin. Çünkü Allah’ın bizim görmediğimiz kulları vardır.”

Bunu Taberânî rivâyet eder. Ve râvîleri güvenilir kabul edilmiştir. An-cak bazılarında bir zayıflık vardır. Şu kadar vardır ki, Yezid Utbe’ye yetişmemiştir. (Yani râvîler sîka ka-bul edilmekle beraber, içlerindeki birinde biraz zayıflık görülmüş, dolayı-sıyla bu râvî hasenü’l-hadisdir. Diğer yandan munkatı‘dır. Bu Hanefî usul-cülerine göre zarar vermez. Fıkıh bilginlerinin tamamı ve hadis bilginlerinin çoğunluğuna göre, hasen hadis, akâid esasları dışındaki bütün dinî hükümlerde delildir; Allâme Muhammed b. Allan radıyallahu anh, “Ezkâr” şerhinde şöyle demiştir: “Bu hadis-i şeriflerde geçen, “Allah’ın kulları”ndan maksat, ya melekler veya Müslüman cinler ya da, “Ebdâl” diye isimlendirilen “Ricâl-i Gayb” (seçkin veliler)’dir.”

Gelelim Elbani nin durumuna, Elbani’nin bazen bir raviye zayıf der, delil olmaz der. Bazen aynı ravi için delil olur der. Elbânî’nin bu çelişkili ifadeleri hataları bir kaçtane deyil Hasan b. Alî es-Sekkâf, Tenâkuzât-ı Elbânî isimli birkaç ciltlik eserinde, bu tezatlıkları açıklamıştır. Ayrıca Mamud Saîd Memduh Naktu’s-Sahih Haşiyesi’nde, bir-çok örnekler ortaya koymuştu. Mahmud Said Memduh Albânî'nin İmam Müslim'in Sahihi'nde rivayet ettiği bazı hadislere zayıf demesinden dolayı Tenbîhü'l-müslim ilâ te'addi'l-Albânî alâ Sahihi Müslim adlı küçük hacimli kitabını kaleme almış, bilahare Albânî'nin değerlendirmelerini tenkit ettiği et-Ta'rîf bi evhâmi men kassame's-Sünen ilâ sahihin ve zaîf adıyla (İbadât kısmı) altı cilt halinde Dubai'de tabedilmistir. Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenler, Elbânî’ye “Asrın Muhad-disi” diyorlardı. Elbânî bir hadise zayıf veya uydurma demişse artık o hadis zayıf veya uydurma olarak görüyorlardı. Elbânî’nin yukardaki eserlerdeki çelişkili ifadeleri, hatalarını gördükten sonra Elbani nin bir hadise zayıf veya uydurma demesine itibar edilmeyip araştırılması gerektiği anlaşılmış oluyor. Önemli olan bunca hataları olan Elbânî’nin Müslümanların yaptıklarına dair getirdikleri hadislere zayıf veya uydurma demesiyle o Müslümanların yaptıklarını ilmi dayanaktan yoksun bırakıp yaptıklarına bidat veya şirk denmesine sebep olmasıdır. Siz madem Elbani nin hataları olabileceğini hatasından dönmesini bir erdem olarak kabul ediyorsunuz o zaman onun bir hadise zayıf dediği zaman o hadisin zayıf olmayabileceğinide düşünüp kendinizinde hata etmiş olabileceğinizi gözden geçirmeniz lazım. Kayıtsız şartsız onun görüşlerine teslim olmamanız lazım. Hadisleri kolayca zayi etmemek için öz eleştiriyi yapmanız gerekir.

İnsanda edeb hâya olur. Hâla utanmadan sahih deyip duruyorsun!
Cevab ver !


1-Hadisin sıhhati: İbn Hacer “Bu hadisin isnadı hasendir Yine es-Sehavî de el-İbtihac’da hasen olduğunu söylemiş, el-Heysemî de şöyle demiştir: “Ravileri güvenilirdir.” İmam Ahmed kuvvetli görmüş, bununla amel etmiştir.

Hadisin sıhhati diye başladığın iftira içerikli yazının kaynağı nerede?
Üstelik Heysemi' "rivayetin ravileri güvenilir" dediğini aktarmışsın.

1- Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X/132'de rivayetin ravisi olan Mâruf bin Hassan es Semerkandi hakkında (güvenilirliği, sika vs) ne demiştir?

2- Ebu Hatim er-Razi, rivayetin ravisi olan Mâruf bin Hassan es Semerkandi hakkında (güvenilirliği, sika vs) ne demiştir?

3- Ayrıca ravi zincirinde İbni Burayde ile İbni Mes’ud arasındaki ravilerde kopukluk yok ise isimlerini bekliyorum!
 
İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
İnsanda edeb hâya olur. Hâla utanmadan sahih deyip duruyorsun!
Cevab ver !



Hadisin sıhhati diye başladığın iftira içerikli yazının kaynağı nerede?
Üstelik Heysemi' "rivayetin ravileri güvenilir" dediğini aktarmışsın.

1- Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X/132'de rivayetin ravisi olan Mâruf bin Hassan es Semerkandi hakkında (güvenilirliği, sika vs) ne demiştir?

2- Ebu Hatim er-Razi, rivayetin ravisi olan Mâruf bin Hassan es Semerkandi hakkında (güvenilirliği, sika vs) ne demiştir?

3- Ayrıca ravi zincirinde İbni Burayde ile İbni Mes’ud arasındaki ravilerde kopukluk yok ise isimlerini bekliyorum!

İbni Teymiyye insanları zayıf hadisle amel etmeye mi yönlendirdi o zaman? Buna da sen cevap ver.
 
İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Reddiyene reddiyemiz şudur:

1-Ama hadisi: Tevessül Aracılık Meselesine ilmi ve nakli Deliller - YouTube [İbret alacaklara yeterli cevap vardır]

2-Sual: Bir yazar, "(Şehidler hariç, Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Ancak şehid, kavuştuğu ikramlar sebebiyle dünyaya dönüp on kere şehit olmayı ister) hadisinden dolayı, şehidlerin bu dünyaya gelip burada savaştıkları sonucunu çıkarmak yanlıştır. Ne şehid, ne evliya, öldükten sonra herhangi bir iş yapamaz, savaşamaz" diyor. Ruh ölmediğine göre, dirilere hareket kuvveti veren Allah, şehitlere, evliya zatlara niye vermesin?
CEVAP
Evliya zatların ruhlarının gelip savaştıkları ve insanlara yardım ettikleri çok görülmüştür. İşte vesikalar:
Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
Meleklerin, peygamberlerin, evliyanın ve salih müminlerin ruhları, her kim nerede ve ne zamanda ve her ne hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselamın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Resulullah'ın ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselamın, ruh [can] almak için her anda, her yere gelmesi de böyledir. Her mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekânlıdır. Ezeli ve ebedi değildir. Devamlı da değildir. Hazır olmalarından önce, yok idiler. Bir zaman sonra da, oradan ayrılırlar. Allahü teâlânın hazır olmasıyla ruhların hazır olması çok farklıdır. Allahü teâlânın hazır olması gibi, kimse hazır değildir. (S. Ebediyye)

İmam-ı Muhammed Masum Farukî hazretleri buyuruyor ki:
Hızır aleyhisselamın, insan şeklinde görülmesi ve bazı işleri yapması, onun hayatta olduğunu göstermez. Allahü teâlâ, onun ve birçok enbiyanın ve evliyanın ruhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermiştir. Onları görmek hayatta olduklarını göstermez. Ruhu insan şeklinde görülmüş, insanın yapacağı şeyleri ruhuyla yapıyor. O zaman hayatta olmuş ise, şimdi de hayatta olması lazım gelmez. El-İsabe-fi-marifet-is-sahabe kitabında Hızır aleyhisselamın yaptığı çok şeyler yazılıdır. Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselamın öldüğünü bildirdi. Eğer hayatta olsaydı, Peygamber efendimize gelir, birlikte cuma namazı kılar, sohbetinde ve cihatlarında bulunurdu. (Mektubat-ı Masumiyye1/182 )

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, meleklere, cinlere çeşitli şekil alabilmek kuvveti verdiği gibi, çok sevdiği kullarının ruhlarına da, bu kuvveti vermektedir. Evliyadan birçoğu, bir anda çeşitli yerlerde görülmüş, birbirine uymayan işler yapmışlar. Burada da latifeleri, insan şekline girmekte, başka başka bedenler hâlini almaktadır. Bunun gibi, mesela Hindistan'da oturan ve şehrinden hiç çıkmamış olan bir veliyi, hacılar Kâbe'de görüp konuştuklarını, başkaları da, mesela aynı günde başka şehirde, bir kısım kimseler de, bu veli ile yine o gün, Bağdat'ta görüştüklerini söylemişlerdir. Bu da, o velinin latifelerinin muhtelif şekiller almasıdır. [ Latife: Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her birine denir. Âlem-i emirde bulunan beş latifenin insanda birer sureti, benzeri vardır. Bu beş latifeye kalb, ruh, sır, hafî ve ahfâ isimleri verilmiştir. Bazıları bunları birbirinden ayıramayıp hepsine ruh demiş geçmiştir.] Bazen o velinin bunlardan haberi olmaz. Seni gördük diyenlere, (Yanılıyorsunuz, o zaman, evimdeydim. Oralara gitmemiştim, o şehirleri bilmiyorum ve sizleri de tanımıyorum) der. Yine bunlar gibi, güç hâlde bulunan kimseler, korku ve tehlikelerden kurtulmak için, ölü veya diri olan bazı evliyadan yardım istemiştir. O büyüklerin, kendi şekillerinde olarak, hemen orada bulunduklarını ve imdatlarına yetiştiklerini görmüşlerdir. Bu evliyanın yaptıkları yardımdan bazen haberi olmakta, bazen de olmamaktadır. [Bu hâl, bilhassa savaşlarda görülmüştür.] Böyle yardımları yapanlar, o din büyüklerinin ruhları ve latifeleridir. Latifeleri bazen, bu Âlem-i şehadette, bazen de Âlem-i misalde şekil almaktadır. Nitekim Peygamber efendimizi bir gecede, binlerce kimse, rüyada görüp istifade etmektedir. Bu gördükleri, hep onun latifelerinin ve sıfatlarının Âlem-i misaldeki şekilleridir. Yine bunlar gibi, müridler, mürşidlerinin Âlem-i misaldeki sûretlerinden istifade ederler ve bu yolla müşküllerini çözerler. (2/58)

İlyas aleyhisselamla Hızır aleyhisselam ruhani şekillerde geldiler. Hızır aleyhisselam, (Biz ruhlar âlemindeniz. Allahü teâlâ, bizim ruhlarımıza öyle kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız. İnsanların yaptığı işleri, ruhlarımız da yapar) dedi. (1/282)

Bu vesikalar açıkça gösteriyor ki, ölü veya diri evliya zatların ruhları, Allahü teâlânın izniyle insanlara yardım etmektedir.

3-İTİRAZ:
“Ey Muhammed!” “Yetiş ya Muhammed! Ashab bu kelimeyi parola ola-rak kullanıyordu Resûlullah’tan (sas) yardım istemiyorlardı.

CEVAP: Size göre şirk olan bir kelimeyi sahabe parola olarak kullandı yoru-munu siz yapıyorsunuz. Sahabe şirk olan bir kelimeyi parola olarak kullan-maz. Şiar Kelimesi Parola değil, slogandır. Slogan nedir, eğer ansiklopedilere ve lügate bakılırsa buralarda görülecektir ki rivayette geçen şiar kelimesinin bugünkü Türkçe karşılığı parola değil, slogandır. Büyük bir kitlenın toplu halde yüksek sesle söylediği sözdür. Bunun parola ile ilgisi ne? Parola karşılıklıdır. Biri güneş der, diğeri ay der. İnsanların birbirlerini tanımak için kullanılır. Yetiş ya Halit! Ya Muhammed (Türkçesi, yetiş ya Muhammed) kelimesini nasıl parola olarak değerlendirirsiniz.?Kıyasla ve akli muhakemeyle anlaşılmayacak, ihtimalden çok çok uzak gülünç bir manayı (parola) seçmiş olmak bu meselede, ilmi mevzulardaki acizliğinizi göstermektedir. Aksine burada anlaşılacak olan Allah nezninde onun şefâatçi kılınması ve Allah’ın yardımını celp talebidir. Subkî’nin de dediği gibi bir tevessül babındandır. “Ya Rabb'i bu sevdiğin kulun hatrına yardım et.” demektir. Yoksa ondan bir şey istemek değil-dir. Ayrıca sahabenin Yemâme’de Allah’tan (yetiş ya Muhammed! şiarı ile) yardım istediğini destekleyen bir delil de Yemâme’de şu âyeti sık sık okumalarıydı َ:

“Üzerimize hak oldu ki müminlere yardım ederiz.”(30/47)
Ayrıca, Yemâme Savaşı nda sahabe şöyle diyordu: Her tarafta, “Kurtar bizi ey Halid!” diye imdat sesleri gelmeye başladı. Muhacirlerin ve Ensârın bir cemâati kurtarıldı. Bu da bize yetiş ya Muhammed (sas), derken parola değil, bir sıkıntı neticesinde tevessül yani Allah’tan yardım temenni edilmiş olduğuna işaret ediyor. Resûlullah’ın hatrına Allah’tan yardım veya Resûlullah’ın sahabeye yardım için Allah’a dua emesi neticesinde Allah’ın yardım etmesini umuyor sahabe.

İTİRAZ:
“Yetiş ya Muhammed” demek ayrı, “ya Muhammed” ayrıdır.

CEVAP:
Ya Muhammedahu (Arapça biliyorsanız buradaki ya nida harfi olup ey demektir. Muhammed kelimesi münadadır. Yani kendisine seslenilen kişi-dir. Münadadan sonra gelen elif elifi istiğase derler yani medet isteme elifi derler. Dolayısıyla bu kelimeden çıkan mana: Ey Muhammed imdadıma yetiş. Bize yardım et! olur.

4-Ayağını uzat:
mâm Buhârî’nin isnâdını inceleyelim. Ebû Nüaym Fadl İbn-i Dükeyn (130-218 veya 219), Buhârî’nin şeyhlerinin büyüklerinden, sağlam bir râvîdir. Süfyân, ki Sevrî’dir (97-161) hadîste, fıkıhta ve zühdde Mü’minlerin emîri babasından ve Ebû İshâk eş-Şeybânî’den ve diğerlerinden rivâyet etti. Tanıtılmaya ihtiyâcı yoktur. Ebû İshâk, Süleymân İbnü Ebî Süleymân eş-Şeybânî, Kûfeli beşinci tabakadan Süfyân O’ndan rivâyet eder. Abdurrahmân, İbn-i Ömer’in kölesi. Kûfeli, üçüncü tabakadan Nesâî sağlam olduğunu söyledi. İmâm Buhârî, O’ndan el-Edebu’l-Müfredde rivâyet getirmiştir, O, Mevlâsı İbn-i Ömer'den, Mansûr ve Ebû İshâk da O’ndan rivâyet etmiştir. İbn-i Hibbân O’nu sika/sağlam bulmuştur. İbnü Hacer’in, râvileri ayırdığı tabakalara ve şurada geçen diğer bil-gilere dikkatle bakan hadîsin sika râvîlerce muttasıl/bitişik olarak rivâyet edildiğini görecektir. Bu râvîlerde tedlîs şâibesi de yoktur. O hâlde, Şu rivâyetin senedi için bir şey söylenemez. Sahîh olduğu açıkça ortadadır. Buna rağmen tevessül delîli sadedinde bu rivâyetin neden bırakılıp da diğerlerinin tercîh edildiğini doğrusu merak etmekteyiz. Yalnız, el-Edebu’l-Müfred’i şerh eden Fadlullah el-Ceylânî, burada yer alan Muhammed! şek-lindeki lafzın İbnü’s-Sünnî’de /yâ Muhammedâhu biçiminde oldu-ğunu, ama, /‘yâ’ nidâ harfi bulunsa bile bunda istiğâse veya istiâne olmadığını söylerken iddiâsının sebebini açıklamıyor. Hadîsi manâlan-dırmada nedense sâdece kendince aklî ve fizîkî îzâhlarla yetiniyor Üstelik bir de nidânın bazen işittirme irâdesi olmadan da yapılabileceğini ek-liyor. Hâlbuki, basit bir nahiv bilgisi olanlar, yâ Muhammedâhu’daki elif’in katiyetle istiğâse elifi olduğunu bilirler. “ Keşke bir bilebilseydim, hangi dil kâidesine göre bu İstiğâse elif’i değildir?” denilmektedir?. Bilen söylesin.

Üstelik, İmâm Buhârî’nin rivâyetinde Nidâ /Yâ’sı bulunmasa da ortada bir istiğâsenin bulunduğuna zarar vermez. Çünkü harf-i nidânın hazfe-dilmesi meşhûrdur. Şu dediğimiz hazif, sadedinde olduğumuz husust mücerred bir ihtimâl de değildir. Makâm o makâm olup başka bir i’râbı kal-dırmaz. Nitekim İbnü Sünnî’nin lafzı burada hazf bulunduğunun karînesidir. Çünkü hâdise aynıdır. Rivâyetler arasında uygunluk asıldır. Zıtlık ârizî olup isbâtı delîle muhtâctır. Binâenaleyh, aralarında bir teâruz/çelişki yoktur. İki rivâyet birbirini açıklamış olur, netîce aynı noktaya varır. Bir de istiâne veya istiğâseyi savunanlardan bu nidâlarda illâ da işittirmenin bulunacağını kim söylemişti ki? Hiç kimse… Anlaşılıyor ki, yanlış bilgiler üzerine binâ edilen yanlış hükümlerle karşı karşıyayız. Mühim olan husûs bu tür seslenmeyi Buhârî ve Hâfız İbnü’s-Sünnî ta-rafından kitaplarına alınması… Hattâ İbnü Teymiyye bile şirk görmeyip el-Kelimu't-Tayyib/Güzel Kelime isimli kitabında, nerelerde sünnete uygun, nasıl duâ edeceğimizi göstermek için yazdığı esere almasıdır. Gâib bir kulu çağırarak bir tevessül etmek yüzünden, bu âlimlerden haşa hangisi şirkle suçlanabilir? Allah Celle Celâluhû’dan istemedi yardımı, vefat etmiş Resulullah’tan istedi. Abdullah b. Ömer radıyallahu anh haşa şirk mi işlemiş oldu?
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
İbn Teymiyye, El-Kelimu’t Tayyib adlı eserinde sayfa. 109’da bize ne-relerde sünnete uygun, nasıl duâ edeceğimizi göstermek için yazdığı eserde Abdullâh b. Mes’ud’dan rivâyet edilen şu hadis-i şerifi zikretmektedir: “Sizden birinizin hayvanı çölde ipinden boşalıp kaybolursa, Ey Allâh’ın kulları hapsedin. Ey Allah’ın kulları hapsedin, diye iki defa seslensin. Zira Allah’ın yeryüzünde onu hapsedecek çepe çevre kuşatacak (memuru) var-dır.” Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf dediği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sün-nete uygun görmüş ki, el-Kelimü’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı ese-rine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allah’tan değil de, bir başkasından yardım isteme var. İbn Teymiyye, insanlardan yardım istemeyi (istigâseyi) kabul etmezken, bu hadisteki gibi “Ey Allah’ın kulları!” diye seslenerek, yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.


kendin demissin "İbn Teymiyye, insanlardan yardım istemeyi (istigâseyi) kabul etmezken" etmiyorsa neden ona iftira atiyorsun?

demissinki "bu hadisteki gibi “Ey Allah’ın kulları!” diye seslenerek, yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür" EVET UYGUN GORMUSTUR CUNKI sizin hadise verdiginiz manayi vermiyor ..

siz hala HAZIR olandan istemeyle, yetis ya GAVS sozunu bir tutuyorsunuz .. bence sizler bakkalcidan sogan ekmek isteme ile Allah swt ya yapilan dua arasindaki farki bilmiyorsunuz ..


bak seyh ne demis "Zira Allah’ın yeryüzünde onu hapsedecek çepe çevre kuşatacak (memuru) var-dır" bu soz bu sekildede cevrilmistir “sizin için onu hapsedecek olan” bu soze bakildigi zaman seyhin ne demek istedigi hadise verdigi mana aciga cikiyor .. ama siz samanla sapi karistirdiginiz icin okudugunuzu anlamiyorsunuz ..

GUZEL ARKADASIM BUNU BIR KERE KAFANIZIN BIR KOSESINE YAZIN ..

NE SEYH, NE SELEF, NEDE DIGER SELEFILER, GUCUNUN YETTIGI KONULARDA YASAYAN VE HAZIR OLAN KIMSELERDEN YARDIM ISTEMEYI (IMDAT) ISTEMEYI CAIZ GORUYORLAR .. bu konuda kimsenin sikintisi yok

( NOT; benim konum hadisin sihati degil .. lakin bizlerde biliyoruzki imam ibni teymiyenin ( selam uzerine olsun ) adı geçen kitabında zikredip iti*raz etmediği tek zayıf hadis de bu değildir. Elbani, kitabın tahkikinde, bununla beraber onlarca zayıf hadis olduğu*nu tesbit etmiş, dahası birkaç tane mevzu hadis bulundu*ğunu da ifade etmiştir. )





Allâme Muhammed b. Allan radıyallahu anh, “Ezkâr” şerhinde şöyle demiştir: “Bu hadis-i şeriflerde geçen, “Allah’ın kulları”ndan maksat, ya melekler veya Müslüman cinler ya da, “Ebdâl” diye isimlendirilen “Ricâl-i Gayb” (seçkin veliler)’dir.”


Bahsettiginiz Allame de velevki ona iftira edilmiyorsa bu sozuyle “Ebdâl” diye isimlendirilen “Ricâl-i Gayb” (seçkin veliler)’dir" ... hata etmistir .. cunki bu soz islamda yeri olmayan bir sozdur, bundada hic bir muslumanin suphesi yoktur ...
 
İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
senin peygamberin bu şahıslar olmuş..ruhlara tapıyorsun,senin akiden bu..kurandan sünnetden delilin yok

Senin de işin gücün tekfir. ''Alimler peygamberlerin varisleridir[Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.17, Hds.223.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İlm, B.19, Hds.2822.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l- İlm, B.1, Hds.3641.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.32, Hds.349.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-İlm, B.11 (Bab başlığında)
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1, Sh.262, Hds.13/210.(
ve ümmetimin alimleri israiloğullarının peygamberleri gibidir[Razi, Tefsir, VIII/302; Neysaburi, Tefsir: I/264; Keşfu’l-Hafa: II/64]'' hadislerine bak da ibret al
 
İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bahsettiginiz Allame de velevki ona iftira edilmiyorsa bu sozuyle “Ebdâl” diye isimlendirilen “Ricâl-i Gayb” (seçkin veliler)’dir" ... hata etmistir .. cunki bu soz islamda yeri olmayan bir sozdur, bundada hic bir muslumanin suphesi yoktur ...

Sen o alim kadar ilim okudun mu? Kimden icazet aldın? O bu sözün islamda yeri olmayan bir söz olduğunu bilmiyordu da sen mi biliyorsun?
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Sen o alim kadar ilim okudun mu? Kimden icazet aldın? O bu sözün islamda yeri olmayan bir söz olduğunu bilmiyordu da sen mi biliyorsun?

arkadasim bos konusuyorsun evet ben biliyorum yada siz bu alime iftira atiyor soylemedigi bir sozu soyletiyorsunuz bu soz ap acik ortadadir “Ebdâl” diye isimlendirilen “Ricâl-i Gayb” (seçkin veliler)’dir"

bana ispatlasana EBDAL denen seckin velilerin su an yeryuzunde dolastigina dair BIR DELILIN VARMI ?

BU SORUYA BIR MUSLUMAN CEVAB VERMEZ ZATEN .. cunki islamda boyle seyler yoktur .. bunlar musriklerinin islama zorla sokmaya calistigi mesrulastirmaya calistigi seytandan seylerdir ..

Sanada tavsiyem bu seytanlari birak ..

GELIYORSUNUZ su alim bu sekilde amel etmis bu alim bunu demis diyorsunuz ama o alimin kendi sozune verdigi manayi degistiriyor kafaniza gore alip delil diye sunuyorsunuz .. sence imam nevevi bu hadisle amel edince gavslar veliler diyemi dusunmus ? imam ibni teymiye bu hadisi dua adabinda zikir edince senin hadisten anladigin manayimi hadise yuklemis ..

sen bu konuda samimi isen kendi yazdigin yaziyi al yaninda fitrati saglam bir cocuga okut .. o sana derki imam ibni teymiye nin bu hadise verdigi mana seninki ile bir degil cunki hamdolsun biz imam ibni teymiyeyi taniyoruz ..

sizlerin ( ebu bekir sifil, m yazici vb kisilerin) tek taktigi bu .. YA Delil diye getirdiginiz ALIME IFTIRA ATIYORSUNUZ..
ya ALIMIN SOZUNU TEVIL EDIYORSUNUZ (kendinize gore) YADA, konusulan konu HAKKINDA YINE SIZIN GIBI BATIL DUSUNEN BIRINI ALIM, ALLAME diyerek onumuze geliyorsunuz, YADA size sununlan hadisleri yalanliyor yine manalari ile oynuyor yada kendinizce tevil ediyorsunuz .. yoksa gorebilene HAMDOLSUN HER SEY GUN ISIGI GIBI AP ACIK .. ( Rabbim basiretimizi artirsin )

koca imam ebu hanife kitabinda cariye hadisini kullaniyor siz hala hadisin sihatiyle ugrasiyorsunuz bende size derimki ebu hanife bilmiyorda sizmi biliyorsunuz yada Sen imam ebu hanife kadar ilim okudun mu? Kimden icazet aldın? O bu hadisin sihatini, manasini bilmiyordu da sen mi biliyorsun?

size soylenecek cooook sey var lakin ALLAH gozunuzu kor etmis HUCCET islemiyor ..



 
İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın artması ancak küfrün azalmasıyla; eksilmesi de küfrün artmasıyla tasavvur olunabilir. Bir şahsın aynı durumda mü’min ve kâfir olması nasıl mümkün olur? Mü’min gerçekten iman eden, kâfir de gerçekten inkâr eden kimsedir. İmanda şüphe olmaz. Zira Yüce Allah “Onlar gerçekten mü’minlerdir.”(el-Enfal,4.) ve “Onlar gerçekten kâfirlerdir.”(en-Nisa,151.)buyurmaktadır. Hazreti Muhammed’in ümmetinden âsi olan kimselerin hepsi gerçekten mü’min olup, kâfir değillerdir.

Amel imandan ayrı, iman da amelden ayrı şeylerdir. Mü’minin bir çok zaman bazı amellerden muaf tutulması bunun delilidir. Bu muaflık halinde mü’minden imanın gittiği söylenemez. Âdet gören bir kadın, namazdan muaftır. Fakat, ondan imanın kaldırıldığını, yahut imanın terkedilmesinin emredildiğini söylemek caiz değildir.(el-vasiyye)


İmam-ı Azam bunları da dedi.
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın artması ancak küfrün azalmasıyla; eksilmesi de küfrün artmasıyla tasavvur olunabilir. Bir şahsın aynı durumda mü’min ve kâfir olması nasıl mümkün olur? Mü’min gerçekten iman eden, kâfir de gerçekten inkâr eden kimsedir. İmanda şüphe olmaz. Zira Yüce Allah “Onlar gerçekten mü’minlerdir.”(el-Enfal,4.) ve “Onlar gerçekten kâfirlerdir.”(en-Nisa,151.)buyurmaktadır. Hazreti Muhammed’in ümmetinden âsi olan kimselerin hepsi gerçekten mü’min olup, kâfir değillerdir.

Amel imandan ayrı, iman da amelden ayrı şeylerdir. Mü’minin bir çok zaman bazı amellerden muaf tutulması bunun delilidir. Bu muaflık halinde mü’minden imanın gittiği söylenemez. Âdet gören bir kadın, namazdan muaftır. Fakat, ondan imanın kaldırıldığını, yahut imanın terkedilmesinin emredildiğini söylemek caiz değildir.(el-vasiyye)


İmam-ı Azam bunları da dedi.

YANI ? ne demeye getiriyorsunuz .. iman tarifimi duzeltmemimi istiyorsunuz ?

LUTFEN DUSUNEREK YAZIN ..
 
İ Çevrimdışı

İlim Talebesi.

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Demek istediğim şudur: İmam-ı Azam'ı işinize gelen yerde kaynak olarak kullanıp işinize gelmeyen yerde atmak hiç de hoş değil.

Selefi olduğunu iddia edenlerle Münazara Etmek Zordur.
Bir çok meselede Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin bazılarının sabit bir duruşları olmadığı görülmektedir. Munazarada haklı çıkmak maksadıyla bir çok yolu denemelerinden dolayı, onlarla münazara etmek bir çok yönden zordur. Munazara ederken belli sabit bir usul kaide yoktur onlarda. Yani normalde top oynarken sahada iki kale olur. Ama Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerden bir kısmı ile maç yapıyorsanız, munazara yapıyorsanız onların 5 kalesi sizin bir kaleniz var demektir. Bir kalesine gol atarsınız bu bizim asıl kalemiz deyil ki derler. 5 kalesine birden gol atarsınız bu sefer zaten top oynamak caiz deyil deyip işin içinden sıyrılıp çıkarlar .imdi bu dediklerimi aşağıdaki örneklerle ispatlıyalım Bazen bir mezhebe bağlı olmadıklarını her mezhebten faydalandıklarını söylerler. İşlerine geldiğinde haklı çıkmak için bir konuda dört mezhepten birine yapışıp delil getirler. Ama biz İmam Ahmed Hanbel in tevessülü kabul ettiğine dair kaynağı gösterince bunu kabul etmezler. Bazen dört mezhebin görüşü işlerine gelmediğinde dört mezhebin görüşünü kabul etmeyip, İbn Teymiyye de müctehidtir biz bu konuda onu görüşünü delil kabul ediyoz derler. Biz bu sefer İbni Teymiyye den onların görüşüne zıt bir sözünü delil getirip sıkıştırdığımızda, İbni Teymiyye ölülere tekli vermeyi kabul etmesi gibi ve bu kitapta bir çok yerde bunun gibi örneklerde olduğu gibi gol attığımızda, bu seferde şöyle derler. Her alimin bir hatası vardır. Buda büyük imamımızı olan şeyhülislam İbni Teymiyye nin hatası olsa gerek deyip işin içinden çıkmaya çalışıp bu bizim asıl kalemiz deyilki deyip golü saymazlar. Onlar böyle yapmakla aslında dört mezhepi nede görüşlerinin kaynağı olan İbni Teymiyyeyi gerçek manada kabul etmiş olmuyorlar. Ancak haklı çıkmak için nefislerinin ğörüşünü kabul etmiş oluyorlar. Kendi hatalarını görmeden hem dört mezhepi hemde İbni Teymiyyeyi bir çok hatalarla itham etmiş oluyolar . Bazen ayetin zahirine yapışıp tevil etmezler, Bazen teviline yapışıp, yorum yaparlar. "O, Allah'dır semavatta ve yerde" âyetinin de yarısını, yani "yerdedir" kısmını te'vîl edip yarısını yani "göktedir" kısmını te'vîle yanaş-madıkları gibi. Bunlara missalleri görmek için bu kitaptaki mezar başında kuran okumak ve ayetlere yanlış mana verilip yorumlanması konularına bakabilirsiniz.Bazen işlerine geldiği zaman bir hadis aliminin bir hadisteki görüşlerine yapışıp delil gösterirler. Fakat aynı hadis alimimi başka bir hadiste onların görüşüne ters olan bir hadisi kabul etimi onu görüşünü kabul etmezler. Bazen Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenler. Resulullah yapmadı, demedi, Selef zamanında yoktu diyerek birçok şeye bidat deyip bid’at-ın hasenesi iyisi kötüsü olmaz diyorlardı. Ama işlerine geldiginde Resulullahın yapmadığı, demediği, sahabenin tabii nin yapmadıgı demediği şekilde Tevhidi, Rubûbiyet ulûhiyet isim ve sıfat tevhîdi diye üçe ayırmışlardır. Bu ayırım bidat iken buna bidat demeyip evet Resulullah zamanında yoktu ama manen vardı diyorlar. Biz bir çok meselede sahih veya zayıf hadisle dayanarak yaptığımız şeylere bidat diyebiliyorlar. Misal olarak bu kitaptaki ölülere kuran okumak konusunda geniş bir şekilde açıklandığı gibi, ölüye kuran okumak meselesinde Resulullahın cenaze esnasında veya yıllar sonra ölürlere cenaze namazı kılarken okudugu kuranı delil getirmemiz ve bir çok sahih ve zayıf hadisleri sahabenin tabii nin tatbiklerini göstermemiz, ve meshep imamlarından okunacağına dair delil getirmemize rağmen ölüye kuran okumaya bidat diyebiliyorlar. Aslı vardı Manen vardı demiyorlar. Ama kendileri Resulullahın yapmadığı, demediği, sahabenin tabii nin yapmadıgı demediği şekilde Tevhidi, Rubûbiyet ulûhiyet isim ve sıfat tevhîdi diye üçe ayırıp kendi kafalarına göre ayet ve hadisleri yorumlayarak geliştirdikleri bu kalıba girmeyen milyonlarca müslümanı niyet okuyculuğu ve zan yaparak tevhidi bilemediler diyerek tekfir ederek müşrik olarak damgalayabiliyorlar. Resulullahın yapmadı, demedi, sahabenin tabii nin yapmadı bu yönden lafsen bidattır. Şeri manada deyil lugat manasında bidadtir diyenleri oluyor. Biz yaptıklarımızın şeri manada bidat deyil lugat manada bidattir dediğimizde ise kabul etmiyorlar. Bu da sizin gördünüz gibi onların çelişkili durumlarından biri daha olmuş oluyor. Böyle hakkı kabul etmek deyil haklı çıkmak için bi öyle bi böyle davranan insanlarla nasıl munazara edebilirsinizki. Bazen sahih hadisten başkasını kabul etmezler. azen zayıf hadisle amel ederler. İbn Teymiyye, ölüye telkin vermekle ilgili zayıf hadis ile amel ettiği gibi. İmâm Dârimî, Sünen’inden yaptığı rivâyette “Omer b. Yahya dede-sinden naklettiği Abdullah b. Mes’ûd’a âid ve Ebû Musa el-Eş’ari radıyallahu anh arasında gecen “Mescitte halka halinde oturmuş toplulugun komut ile zikir hadisinde oldugu gibi işlerine geldiginde son derece zayıf hadise itiraz etmeyip delil getirmeleri gibi. Buna benzer bir çook misaller var Yani işlerine geldiği zaman zayıf hadisi kabul etmezken burada tutu-nacakları başka bir delil olmadığından zayıf hadise yapışıp onu öne sürü-yorlar. Biz zayıf hadisle amel edilir diyoruz sorun onların bu çelişkili du-rumu. Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin hadis alimi Elbani İbn-i Teymiyye’nin kitaplarında zikredip itiraz etmediği onlarca zayıf hadis olduğunu, dahası birkaç tane mevzu hadis bulunduğunu söylüyor. (Elbani, el-Kelimu’t-Tayyib, Tahkik, 49-57 Ayrıca Elbani İbn-i Teymiyye’nin sahih bir hadise zayıf bir kısmına uy-durma dediğini halbuki hadisin sahih olduğunu söylüyor.Elbani kendisinin "Silsietu Hadis sahiha" adli kitabinin 4 cilt 344 sayfasinda diyor ki:
"Ben Şeyhülislam İbni Teymiyyenin hadisin (Ben kimin mevlasiysam Ali de onun mevlasidir) birinci kismini zayif ikinci kismini ise yalan ve uydurma adlandırdığini görünce bu konu üzerine uzun bir yazi yazmak zorunda kaldim. Benim fikrimce böyle abartisinin (İbni teymiyyenin) arkasindaki sebeb Onun (İbni Teymiyyenin) bazi hadisleri uygun şekilde görmeden önce onlarin asilsizliği yönünde aceleci karar vermiş olmasidir" (Silsiletu Hadis sahiha,cilt 4,sayfa 344) Elbani nin "Silsiletu hadis sahiha" adli kitabinin 4 ciltinin 331-344 sayfasında.:"Ben kimin Mevlasiysam Alide onun Mevlasidir.Allah ım ona dost olana dost ol,Ona düşman olana düşman ol... Bunu Ahmed ibni Hanbel (4/370),Ibni Hibban "Sahihinde (2205)" Ibn Ebu Asim (1367,1368),Teberani (4968) Elbani hadisin senedi hakkinda dedi ki: "Hadisin isnadi Buhari kriterine göre sahihtir".Heytemi kendi mecmuasinda (9/104) Ahmed bin Hanbel tarafindan bütün raviler sahih,Fatir bin Halife ise Sikadir (güvenilirdir)...Ayni zamanda ben kimin Mevlasiysam Alide onun mevlasidir Tirmizi tarafindan nakledilmiş (2/298) ve Hadis Hasen Sahihtir demiştir. Elbani sonraki sayfada "Hadisin isnadi Sahiheyn kriterlerine göre sahihtir" diyor.(Silsiletu Hads Sahiha,cilt 4,sayfa 331-344) Burada da görüleceği gibi Elbani ibn teymiyyenin zayıf hadislerle uy-durma hadislerle amel ettiğini itiraz etmediğini söylemişti şimdi ibn teymiyyenin sahih bir hadise zayıf ve uydurma olduğunu söylüyor.Ayrıca bn-i Teymiyye’nin talebesi İbnü’l Kayyim el-Cevziyye’nin Kitâbu’r-Ruh adlı eserini tercüme eden selefi görüşü üzere olduğunu iddia eden hoca dip notlarda Elbani nin görüşünü ve kitabını refarans göstererek İbnü’l Kayyim el-Cevziyye’nın Kitâbu’r-Ruh adlı eserinde ölülerin işittiğini, ölülere kuran okunabileceğini, ruhların yardım edebileceğini, ruhların rü-yalarda insanlara yardım ettiği gibi bir çok mesele için delil getirdiği ha-dislerin bir çoğunun Elbaniye göre zayıf bazılarınında uydurma olduğunu söylüyor
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Demek istediğim şudur: İmam-ı Azam'ı işinize gelen yerde kaynak olarak kullanıp işinize gelmeyen yerde atmak hiç de hoş değil.

Selefi olduğunu iddia edenlerle Münazara Etmek Zordur.




benim icin dediklerini size yaziyorum ( umulurki anlarsiniz )


Demek istediğim şudur: İmam-ı Azam'ı işinize gelen yerde kaynak olarak kullanıp işinize gelmeyen yerde atmak hiç de hoş değil.

( SIMDI SEN ASAGIDAKI NAKILLERI KABUL ET BIZIM GIBI OLMADIGINI ISPATLA .. AYRICA IMAM EBU HANIFENIN IMAN TARIFINI ILK RED EDEN BEN DEGILIM guldurdunuz beni, ayrica sunuda ekleyeyim iman tarifinin farkli olmasi bizleri imam ebu hanifeden ayirmiyor bu konu bitsin size istaplayacagim .. lakin imam nevevinin su an kadar bahsedilen hadis ile amel etmesi onu musrik yapmiyor lakin sizleri yapiyor siz ayni hadisi delil alip FARKLI sekilde hayatiniza uyguluyorsunuz .. biz ise iman tarifinde ne kadar imam azam ile farkli olsakta bu konu ila alakali meselelerde AYNI SEKILDE uyguluyoruz yada en azindan biz imam ebu hanife gibi uygulamaya calisiyoruz ..ayrica amel imandan degildir diyerek, yer yuzunun musriklerini islam diye gosteren zihniyet imam ebu hanifeden fersah fersah uzaktir bu tur sorunlarda ayri ayri konulardir ..

dahada aciklamak istersek ebu hanifenin, imam nevevinin la ilahe illahi seninki ile ayni degil .. sadece iman tarifindeki gibi LAFIZLARINIZ ayni .. isaallah bir gun bunu anlarsin rabbim banada sanada hidayet etsin )


ASIL SIZINLE Münazara Etmek Zordur. (oyle olmadigini asagidaki nakillerde imam ebu hanifeye katiliyorum diyerek boyle olmadigini bize gosterin )



IMAM EBU HANIFENIN ITIKADI ..


"Allahu teala bilir ama bizim bilmemiz gibi değil, güç yetirir ama bizim güç yetirmemiz gibi değil, görür ama bizim görmemiz gibi değil." (el-Fıkhu'l Ekber, 59)

"Allah yaratılmışların sıfatlarıyla nitelenemez. Gazabı, rızası onun niteliği bilinmeyen sıfatlarından (sadece) iki sıfattır. Ehli sünnetin görüşü budur. Allah gazab eder ve razı olur. O'nun gazabı, cezalandırması; rızası da, sevabıdır denilemez. Biz O'nu kendisini nitelediği gibi niteleriz. O birdir ve hiçbirşeye muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. O'nun dengi kimse yoktur. Hayy, Kayyum, Kadir, duyan, gören, bilen O'dur." (el-Fıkhul Ebsat, 52)

"Biz Allahu tealayı kendisini kitabında tanıttığı şekilde bütün sıfatlarıyla hakkıyla biliriz." (el-Fıkhul Ekber, 62)

"Hiç kimsenin Allah'ın zatı hakkında (kendinden) birşey söylememesi gerekir. Ancak Allah'ı kendini tanıttığı şeylerle tanımlayabilir. O'nun hakkında kendi görüşüyle birşey söyleyemez. Alemlerin rabbi olan Allah yücedir, kutsaldır." (el-Usuli'l-Münife lil İmam-ı Ebu Hanife, 45)

"Hiç kimsenin Allah'ın zatı hakkında birşey söylememesi gerekir. Tersine O'nu kendisini tanımladığı şeylerle tanımlamalıdır." (Alusi, Cilalu'l-Ayneyn)

"O'nun eli kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu taktirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu Kaderiye ve Mutezilenin görüşüdür. Ancak Allah'ın eli onun niteliği bilinmeyen sıfatıdır." (el-Fıkhul Ekber, 59)

"O'nun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah'ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el ve nefs gibi sıfatlar O'nun keyfiyetsiz sıfatlarındandır." (el-Fıkhul Ekber, 59)

"Allah'ın dünya semasına inişi (nuzul) hakkında Ebu Hanifeye sorulunca: ''O keyfiyetsiz olarak iner.'' cevabını vermiştir." (Sabuni, Akidetü'l Selef ve Ashabul Hadis, 42-59; Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, 456)

"Allah yarattığı şeylerden hiçbir şeye benzemediği gibi yarattıklarından hiçbirşeyde O'na benzemez. O isimleri ve sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır." (el-Fıkhul Ekber, 58)

"Allah'ın eli onların eli üzerindedir. Ancak bu yaratıklarının elleri gibi değildir. Bir organda değildir. O ellerin yaratıcısıdır." (el-Fıkhul Ebsat, 52)

"O'nun yüzü yaratıkların yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O'nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O'dur. O'nun benzeri hiçbirşey yoktur. O işitendir görendir." (el-Fıkhul Ebsat, 52-53)

"Her kim: Rabbim gökte midir yoksa yerde midir bilmiyorum? derse kafir olmuştur. Yine aynı şekilde: O arşın üzerindedir fakat arş gökte midir yoksa yerde midir bilmiyorum? diyen kimsede kafir olmuştur." (el-Fıkhul Ebsat, 45)

diğer kaynaklarda bu rivayete şu ilaveler vardır: "Çünkü Allah iliyyinin en üstündedir. En yukarısındadır. O'ndan yukarıdan istenir aşağıdan değil." (İbni Kudame, el-Uluvv, 116; İbni Teymiye, el-Fetava el-Hameviye el-Kübra, 86-87; İmam Zehebi, el-Uluvv (muhtasar), 136; İbni Kayyım, İctimau'l-Cuyuşi'l İslamiyye, 74; İbni Ebi'l İz, Şerhul Akidetü'l Tahaviye)

Fıkhul Ebsad da yine şu ilave vardır: "Allahu tealadan bir şey istenirken yukarıdan istenir aşağıdan değil. ünkü aşağı hiçbir şeyde rububiyet ve uluhiyetin sıfatlarından değildir. Nitekim hadistede şöyle rivayet edilmiştir. Bir adam Rasulullaha siyah bir cariye getirdi ve: Benim üzerime mümin bir köle azad etmek vacip oldu. Bu kafimidir? diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) cariyeye sordu. Sen mümin misin? Cariye: Evet! dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): Peki Allah nerededir? Cariye: Gökte dedi. Ben kimim? buyurdular. Sen Allah'ın resulusun dedi. Bunun üzerine: Onu azad et çünkü o mümindir buyurdular." (Müslim; Ebu Davud)" (el-Fıkhul Ebsat, 47-48)

"Biz Allah'ın ihtiyaç olmaksızın arş üzerine istiva ve istikrar ettiğini ikrar ederiz. O ihtiyaç olmaksızın arşı da başkalarını da muhafaza eder." (el-Vasiyye, 73)

"Her kim Allah azze ve cellenin (zatıyla) gökte oluşunu inkar ederse muhakkak kafir olmuştur." (İmam Zehebi, el-Uluvv (Muhtasar), 137)

Şu sözlerde Ebu Hanife'den rivayet edilmiştir. Rivayet şöyledir: "Kendisine ibadet ettiğin ilahın nerededir? diye soran kadına: Allah subhanehu ve teala göktedir yerde değil cevabını verdi. Bunun üzerine adamın biri: Peki Allah'ın ''O sizinle beraberdir." (el-Hadid 57/4) buyruğuna ne dersin? deyince. Ebu Hanife şu cevabı vermiştir: Bu senin bir kimseye mektub yazıp ben seninle beraberim demen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin yanıtını verdi." (Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, 429; Zehebi, el-Uluvv, 135; İbni Kayyım; İctimau'l Cuyuşil İslamiyye, 73)

"O'nun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü, nefsi vardır." (el-Fıkhul Ekber, 59)
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
lakin imam nevevinin su an kadar bahsedilen hadis ile amel etmesi onu musrik yapmiyor lakin sizleri yapiyor

sozun acilimi su .. imam nevevi hazir olan kuldan istiyor siz ise hadisi alip olmuslerden istiyorsunuz .. VE ISTER OLU ISTER DIRI OLSUN VELI DIYE ISIMLENDIRDIGINIZ Allah swt nin hakinda hic bir sey indirmedigi kullardan istiyorsunuz .. iste buda sizi musrik yapiyor ..

bugun kim MEDDET YA ABDULKADIR GEYLANI diyorsa MUSRIKTIR ... adam filim yapmis 600 yildir yoksullari doyuran abdulkadir geylani diyor .. SUBHANALLAH ..





siz imam neveviden bir tane soz getirin GAVS VARDIR .. VS getiremezsiniz AMA sizlerin bir cogunun inanci bu yonde degilse kac zamandir bu forumda neden bu konular kapanmadi .. CUNKI DERDINIZ ALLAH tan baskasina yonelen onlara seslenen Allah swt isim sifatlarini verdikleri kullardan (ister olu. ister diri) isteyenleri YANI MUSRIKLERI temize cikarmaya calismak..

BEN ALLAH SWT DAN BASKASINA DUA EDEN HER SAHSI TEKFIR EDIYORUM ..

( ne bazi konularda farkli dusundugumuz imam nevevi, nede iman tarifini farkli yaptigimiz imam ebu hanife, Allahtan baskasina dua eden meddet ya gavs diyen insanlar degillerdi, Allahin selami uzerlerine olsun )





Alusi (Allah Subhanehu ve Teala rahmet eylesin) şöyle demiştir :

“Yüce Allah'tan gaflete düşerek sıkıntılı zamanlarında onlardan (yani velilerden) medet beklerler ve onlara adakta bulunurlar. Bunların aklı başında olanları şöyle der : "Bunlar, bizimle Allah arasında birer vasıtadırlar. Biz, sadece Allah için adakta bulunuyoruz ve bu adağın sevabını da veliye bağışlıyoruz." Şüphesiz onların bu iddiaları "Biz bu putlara sadece bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" (39/Zumer, 3) diyen putperestlerin sözlerine çok benziyor.

 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
KABULÜNDE ZORLANILAN GERÇEK LER
İbn teymiyye önceki görüşünü değiştirerek Hz. Peygamber vâsıta kılınarak dua da faydalanabileceğini söylemiştir.
, İbn Teymiyye nin Talebesi İbn Kesîr . İbn Teymiyye nin devlet ve ulemânın huzurunda
Tevessül ile ilgili görüşünden kendi isteğiyle vazgeçip,
Bir insanın duasında Resulullahtan faydalanma şeklini kabul ettiğini
.. fakat istigâse’nin ..haram olduğu görüşü üzere devam ettiği sözünü bizlere” nakletmiştir.[1]
[1] el-Bidâye ve’n-Nihaye c: 14/47, 707 inci sene geçti başlığının altında

Hicretin Yediyüzyedinci Senesi

Bu sene başında İslâm ülkesinin yöneticileri önceki senede adlan geçen kişilerdi. İbn Teymiye de Mısır'da Cebel kalesinde tutuklu olarak bulunuyordu.
Muharrem ayı başında Sultan Melik Nasır, Emir b. Salar ile Caşnigir'e gazablandı. Allame ile görüşmeye yanaşmadı. Kalenin kapılarını kilitledi. Orada tahkimat tedbirleri aldı. Bu iki emir de evlerine kapandılar. Ümeradan bir topluluk bunların etrafında toplandılar. Kale kuşatıldı, büyük olaylar cereyan etti. Çarşı kilitlendi. Sonra sultanla haberleştiler. İşler yoluna girdi. Kalblerdeki nefret ve ateş dumanı üzerinde serler sakinleşti. Mezkur iki emir güçlendiler. Öncekine nisbetle daha da kuvvet sahibi oldular. Sultan resmî geçit yaptırdı ve sulh akd edildi.
Muharrem ayında Tatarlarla Geylan halkı arasında savaş meydana geldi. Şöyle ki:
Tatar hanı, Geylanlılardan, askerlerine kendi ülkelerinden geçit vermeleri talebinde bulundu. Geylanlılar buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Tatar hanı Harbenda 60.000 savaşçıdan oluşan büyük bir orduyu bunların üzerine gönderdi. Bu 60.000 kişilik ordunun 40.000 savaşçısı Kutlu Şah komutasında, 20.000'i de çoban komutasında bulunuyordu. Bunlar Geylanlıların, ülkesine girdiler. Geylanlılar, onlara ülkelerinin ortalarına ulaşıncaya kadar göz yumdular. Sonra onları denizin boğazında yakaladılar. Üzerlerine neft attılar. Çokları suya batıp boğuldu. Diğerleri yandılar. Geylanhlar Kendi elleriyle de onların büyük bir kısmını öldürdüler. Tatarlardan az kişi hariç kurtulan hemen hemen olmadı. Öldürülenler arasında Tatarların büyük Emiri Kutlu Şah da vardı. Bu yüzden Harbenda han, Geylan halkına şiddetle gazablandı. Ama Kutlu Şah'ın öldürülmesine sevindi. Kutlu Şah'ın kendisi Harbenda hanı öldürmek niyetindeydi. Böylece Harbenda kurtulmuş oldu. Daha sonra Bolay da öldürüldü. Sonra Tatar hanı, önceki sayfalarda adı geçen Şeyh Burak'ı, Geylan halkına elçi olarak gönderdi. Bu onlara bir mesaj iletecekti. Onu öldürdüler ve insanları ondan kurtarıp rahata erdirdiler. Onların beldeleri en müstahkem beldelerdendi. En güzel mevkilerdendi. Oraya kolay kolay ulaşılamazdı. Geylanlılar ehli sünnet idiler. Bir çoğu Hanbelî mezhebine mensubtu. Bir bid'atçinin onların arasında barınması mümkün değildi.
Safer ayının ondördünde cuma günü Kadilkudat Bedreddin b. Ce-maa, Cebel kalesindeki Evhadî konağında Şeyh Takiyyuddin b. Teymiye ile görüştü. Uzunca konuştular. Namazdan Önce de ayrıldılar. Şeyh Takiyyuddin b. Teymiye zindandan çıkmaya kesin kararlıydı. Rebiyul-evvel aymm yirmiüçünde cuma günü Emir Husameddin Muhenna b. İsa, bizzat kaledeki zindana geldi ve İbn Teymiye'ye mutlaka zindandan çıkması için yemin verdirdi. İbn Teymiye zindandan çıkınca kendisiyle birlikte Emir Salar'ın evine gelmesi için de ona yemin verdirdi. Nihayet Emir Salar'ın konağına gittiler. Orada bazı fakihler, İbn Teymiye ile görüştüler. Aralarında çok konuşmalar cereyan etti. Tartışmalarda bulundular. Sonra namaza gitmek üzere ayrıldılar. Namazdan sonra akşama kadar yine görüşmelerini sürdürdüler.

İbn Teymiye geceyi Emir Salar'ın konağında geçirdi. Sonra sultanın emri üzerine pazar gününü de akşama kadar munazara yapmakla geçirdiler. Oraya kadılardan herhangi biri gelmedi. Ama çok sayıda fakih gelmişti. Diğer günlerden daha fazla fakih pazar gününde orada toplanmıştı. Toplantıya gelen fakihler arasında Necmeddin b. Ref, Alaeddin et-Tacî, Fahreddin b. binti Ebi Sa'd, İzzeddin en-Nemravî, Şemseddin b. Adnan ve daha başka fukaha da vardı. Kadıların da toplantıya gelmeleri istenilmişti. Ama çeşitli bahaneler ileri sürüp gelmediler. Kimi hasta olduğunu söyledi. Kimi de başka mazeretler beyan etti. Çünkü İbn Teymiye'nin çok bilgili ve delilli konuştuğunu, toplantıya gelenlerden hiçbirinin ona karşı koyamıyacağını biliyorlardı.

Saltanat naibi onların mazeretlerini kabul etti. Toplantıya gelmeleri sultanın emri olmasına rağmen mutlaka toplantıya gelmek mecburiyetinde bırakmadı. Onlar, ya toplantıya geleceklerdi ya da hayırlı bir şekilde oturuma son vereceklerdi. İbn Teymiye geceyi saltanat naibinin yanında geçirdi. Emir Husameddin Muhenna oraya gelerek Şeyh Takiyyuddin b, Teymiye'nin kendisiyle birlikte Dımaşk'a gelmesini istedi. Emir Salar, insanlar kendisinin fazilet ve ilmini görsünler, ondan yararlansınlar, ondan ilim tahsil etsinler diye İbn Teymiye'nin Mısır'da ikamet etmesi tavsiyesinde bulundu.
İbn Teymiye de başına gelen olayları anlatan bir mektup yazarak Şam'a gönderdi.
Berzalî dedi ki : Bu senenin şevval ayında Kahire'de Sufıler, İbn Teymiye'yi şikâyet ederek onun İbn Arabi'yi ve diğer insanları eleştirdiğini devlete bildirdiler.
Bu konuyu halletmesi için Şafiî kadısı görevlendirildi. Şafiî kadısı bu amaçla bir oturum düzenledi. İbn Atâ, İbn Teymiye aleyhinde bazı iddialarda bulundu, ama bu iddialarını ispatlayamadı.

Yalnız İbn Teymiye şöyle dedi:
"Allah'tan başkasından medet dilenmez. Kelimenin tam manasıyla Peygamber'den de medet dilenmez ama Peygamber, Allah'tan birşey, istenildiğinde aracı kılınabilir, ve onun vasıtasıyla Allah'tan birşey istenibilebilir. Şefaati fayda verir"

Orada hazır bulunanlardan biri, "Onun bu konuda bir delili yoktur" dedi.
Kadı Bedreddin b. Cemâa, adamın böyle demesine karşı "İbn Teymiye'nin, bu ifadelerinde sadece edeb noksanlığı vardır" dedi.
Gereği yapılmak üzere kadıya bir risale verildi. Bu risale ile ilgili olarak kadının, şeriatın emrini yerine getirmesi istenildi.
Kadı da "Ben bu gibi durumlarda ne söylenmesi gerekiyorsa İbn Teymiye'ye söyledim" dedi. Bundan sonra devlet, İbn Teymiye'yi ya Dımaşk'a veya İskenderiye'ye gitme seçeneğinde serbest bıraktı. Ancak bunun için de bazı şartlar ileri sürüldü. Bu şartları kabul etmemesi halinde hapse atılacağını söylediler. İbn Teymiye hapse geri dönmeyi tercih etti.
Yalnız o esnada bir grup yanına gelerek şartlan yerine getirmesini ve Dımaşk'a gelmesini istediler. O da arkadaşlarının hatırlarını kırmamak için Dımaşk'a gitmeyi ve öne sürülen şartlan kabul etmeyi tercih etti.
Şevvalin onsekizinde geceleyin posta atına bindi ve yola koyuldu. Yetkililer ertesi sabah peşine başka bir ulak gönderdiler. Onu geri getirdiler. Kadilkudat Bedreddin b. Cemâanın ve bir fukaha topluluğunun yanına getirdiler.
Toplantıda bulunanlardan biri ona "Devlet senin sefere çıkmana izin vermiyor. Mutlaka hapse girmeni istiyor" dedi. Kadı da "Bunda senin için de yarar vardır" dedi.
Kadilkudat, Maliki Kadısı Şemseddin et-Tunisî'yi kendine vekil tayin ederek İbn Teymiye'nin hapse atılmasına hüküm vermesini istedi.
Kadı Şemseddin bunu kabul etmedi "İbn Teymiye'nin bir suçu sabit olmadı ki...." diye diretti.
Bunun üzerine Kadilkudat Bedreddin b. Cemaa, Malikî Kadısı Nureddin ez-Zevavi'yi bu hususta görevlendirdi. O da şaştı. Ne yapacağım bilemedi.
İbn Teymiye onların kendisini hapse atma hususunda dur aksadıklarını görünce "Ben kendim hapse giderim ve maslahatımın gereği neyse ona uyarım" dedi.
Nureddin ez-Zevavî el-Malikî şöyle dedi : "O halde senin gibi kimselere layık olacak bir yerde tutuklu olarak bulunacaksın" dedi. Nureddin'e "Devlet ancak bunun hapishane diye bilinen yere konulmasına razı olur" denildiğinde de aldırış etmedi ve İbn Teymiye'yi zindana atıldığında Takiyyuddin bintu'l-Eazz'ın cezasını çektiği Kadı'lar hapishanesine gönderdi ve yanına hizmet edecek birinin konulmasına izin verdi. Bütün bunları devlette itibar sahibi olan Nasır el-Munbicî'nin tavsiyesi üzerine yapmıştı. Çünkü Nasır el-Munbicî daha sonra saltanat süren Caşnigir'in aklını avucunun içine almış. Diğer devlet erkanına da hüküm etmişti. Sultan da onun dediğinin dışına çıkamıyordu. Nihayet İbn Teymiye hapse konuldu.

Hapishanede fetva vermeye devam etti. İnsanlar ziyaretine geliyorlardı. Fukahanın, ümeranın ve insanların önde gelenlerinin halledemedik problemli fetvalar da ona geliyor ve çözümü kendisinden isteniliyordu. O da akılları hayrete düşürecek derecede kitap ve sünnetten delillerle teyid ettiği fetvalarını yazıyordu.
Bütün bunlardan sonra Salihiye'de İbn Teymiye için bir oturum düzenlendi. Şeyh İbn Teymiye Kahire'de İbn Şukayr'ın evine misafir oldu. İnsanlar gece gündüz demeyip yanına geliyorlar, adeta üzerine abanıyorlardı.

Bu senin receb ayının altısıda Şeyh Kemaleddin b. Zemlekanî, vefat eden Yusuf el-Acemî'nin yerine hastahaneler divanının nazırlığına atandı. Kendisi bir süre Dımaşk'ta muhtesiblik yapmıştı. Bundan altı ay önce mezkur görevini Necmeddin b. Basraviye devretmişti. Yusuf el-Acemi, güvenilir bir kimseydi.
Bu senenin beraet gecesinde bid'at olduğundan beraet gecesi namazının kılınması iptal edildi. Emevi Camii'nde gürültü ve patırdılar son buldu. Cami korundu. Böylece çok hayırlar elde edildi. Hamd ve minnet Allah'adır.

Ramadan ayında es-Sadr Necmeddin el-Basravî, Dımaşk'a geldi, Muhtasiblik görevine ek olarak Şemseddin Hatirinin yerine hazine nazırlığına atandığına dair bir fermanı da beraberinde getirmişti. Ramadan sonlannda şiddetli yağmurlar yağdı. Bir süreden beri insanlar yağmursuz kaldıklarından bu duruma çok sevindiler. Fiyatlar ucuzladı. Yağmurların şiddetinden insanlar musallaya gitme imkânını bulamadılar. Bayram namazını camide kıldılar. Saltanat naibi de bayram namazına geldi ve kendisine has mahfelinde namaz kıldı. Hac emiri o senede Seyfeddin Balaban el-Bedrî et-Tatarî idi.
Bu senede Kadı Şerefuddin el-Barizî Hamâ'dan hacca gitti.
Zilhicce ayında Zahiriye yakınlarında büyük bir yangın çıktı. Bu yangının başlangıç noktası Zahiriye karşısındaki Utiye fırını idi. Sonra Cenâb-ı Allah lütfetti. Yangının kıvılcımları dindi. Şerri sonra erdi.
Ben derim ki: Bu senede babamın vefatından sonra Busra'dan Dımaşk'a geldik. İlk olarak Toriyyin yanındaki eski kuyumcu çarşısının bitişiğinde İbn Ebi Heyca yolu denen Derb-i Sûurda ikamete başladık. Cenâb-ı Allah'tan güzel son ve akıbet diliyoruz. Amin.

(İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: C.14, Sf: 100-103

Allah sapık, mufteri sofilerin şerrinden ummet-i Muhammedi Korusun.
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Irak'ın Âlimi Ebû Hanîfe’nin (80–150) [Allah’ın rahmeti üzerine olsun] Sözü


- Nuaym b. Hammâd dedi ki: Ben Nûh el-Câmi’i şöyle derken dinledim: Ebû Hanîfe’nin ilk (ilim adamı kimliğiyle) ortaya çıktığı zaman yanında bulunuyordum. Ona Cehm ile oturup kalkan Tirmizli bir kadın geldi, Kûfe’ye girdi. Etrafında gördüklerimin sayısının en az on bin kişi olduğunu zannediyorum. Bu kadın kendi görüşlerinin kabul edilmesine davet ediyordu. Ona: Burada aklî ilimleri incelemiş bir adam var. Ona Ebû Hanîfe deniyor. Onun yanına git, denildi. Kadın yanına gitti. Dinini terk ettiğin halde insanlara çeşitli meseleleri öğretmeye kalkışan sen misin? Kendisine ibadet ettiğin ilâhın nerede, dedi.


Ebû Hanîfe sustu, ona bir şey demedi. Daha sonra ona cevap vermeksizin yedi gün kaldı. Arkasından bir kitap yazmış olarak yanımıza çıktı: Şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allah yerde değil, semâdadır. Bir adam ona: Yüce Allah’ın: “O sizinle beraberdir” buyruğu hakkında ne dersin deyince, şu cevabı verdi: Bu senin, bir kimseye: Ben seninle beraberim, diye yazdığın halde onun yanında bulunmamana benzer. Bunu Beyhakî, es-Sıfât adlı eserinde rivayet etmektedir.

Ebû Hanîfe rahimehullah’ın Allah Azze ve Celle’nin yerde olmadığını söylemekle âyetin yorumu ile ilgili olarak söyledikleri isabetlidir. Allah-u Teâlâ’nın semâda oluşunu belirtirken de mutlak olarak sem’î delile tabi olmuştur.145

118- el-Fıkhu’l-Ekber’in sahibi Ebû Mutî’ el-Hakem b. Abdullah el-Belhî’den bize şöyle dediği ulaşmıştır:

Ebû Hanîfe’ye: Ben Rabbim semâda mıdır yahut yerde midir bilmiyorum, diyen kimsenin durumu hakkında soru sordum, o: Bu kişi kâfir olur, çünkü Yüce Allah: “Rahmân Arşa istivâ etmiştir” buyuruyor. O’nun Arşı ise semâlarının üstündedir, dedi.

Ben: Böyle bir kimse şöyle der: O’nun Arşa istivâ ettiğini kabul ediyorum, fakat Arş semâda mıdır yoksa yerde midir bilmiyorum, diyorsa hükmü ne olur? dedim. Şu cevabı verdi: O’nun semâda olduğunu inkâr edecek olursa kâfir olur.

Bunu el-Farûk’un sahibi rivayet etmiştir.146
- Kadı, imam Tâcuddîn Abdülhâlik b. ‘Ulvân’ı şöyle derken dinledim: İmam Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed el-Makdisî el-Mukanna’ adlı eserin müellifini -Yüce Allah ona rahmetini ihsan eylesin, cennet onun meskeni olsun- şöyle derken dinledim: Bana Ebû Hanîfe rahimehullah’ın şöyle dediği ulaşmıştır:

“Azîz ve Celîl olan Allah’ın semâda olduğunu inkâr eden kimse kâfir olur.”

DIP NOT ACIKLAMA

(1) 145 Derim ki: Müellifin -Allah bizi ve onu affetsin- Beyhakî’den naklettiğinin zahirinden anlaşıldığına göre Beyhakî bu kıssanın senedi hakkında bir şey söylememiştir fakat böyle değildir. Çünkü sözü geçen ifadelerinin sonlarında “ondan nakledilen bu hikâye sahih ise” sözleriyle zayıf olduğuna işaret etmektedir.
Derim ki: Hem bu nasıl sahih olabilir ki bunu rivayet eden uydurmakla itham edilmiş bulunan Nûh el-Câmi’dir. Hatta bazıları: O doğrunun dışında her şeyi toplamıştır demiştir.
Nuaym b. Hammâd ise zayıf bir ravi olup, bazıları onu itham etmiştir: O halde musannıfa düşen bu açıklama ile kendisine karşı kinli bir kimsenin -ona Kevserî’nin “Tekmiletü’r-Redd ‘ala Nûniyeti’bni’l-Kayyim” (s. 179)’de yaptığı gibi- onu tenkit etmesine fırsat bırakmamalı idi.
(2) 146 Derim ki: Burada sözü geçen Ebû Muti’, Ebû Hanîfe’nin arkadaşlarından ileri gelen ve fakihlerinden birisidir. Müellif, el-Mîzân adlı eserinde şunları söylemektedir: “Re’y hususunda basîret sahibi, çok büyük âlim, şanı büyük birisi idi, ama rivayetleri zapt etmekte gevşektir. İbnu’l-Mübârek dini ve ilmi konusunda onu tazim ve tebcil ederdi. İbn Maîn: Bir şey değildir, demiştir…”
Derim ki: Müellifin: “el-Fıkhu’l-Ekber’in sahibi” adlı sözleri “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı eserin İmam Ebû Hanîfe rahimehullah’a ait olmadığına güçlü bir işarettir. Bu, Hanefîlerce meşhur olan kanaate muhaliftir. Eser defalarca ona nispet edilerek basılmıştır. Hanefîlerden birden çok kişi tarafından da şerh edilmiştir. Akîde bakımından Hanefîlerin çoğunluğunun kendisine mensup olduğu Ebû Mansûr el-Mâturîdî de bunlardan birisidir. Onların çoğunluğu bu hususta te’vilcilerdendir. Bundan dolayı sözü geçen Ebû Mansûr’un, Ebû Hanîfe’nin kitapta ve el-Fıkhu’l-Ekber’de zikredilen sözünü Ebû Hanîfe’nin söylediklerini ifsad sonucunu veren bir şekilde te’vil ettiklerini ve onu te’vil hususunda selef cemaati dışına çıkardıklarını görüyoruz. İmam rahimehullah’ın “kâfir olur” sözünü te’vil ederek (s. 19, Mısır baskısı) şunları söylediğini görüyoruz: “Çünkü o bu sözleri ile onun bir yerinin olduğu izlenimini vermektedir. Bundan dolayı müşriktir.” Fakat onun bu te’vilini çürüten sözünün geri kalan kısmına hiç iltifat etmemektedir. Bu da imamın şu sözleridir:
“Çünkü Allah-u Teâlâ: ‘Rahman Arşa istiva etti’ buyurmaktadır.”
Derim ki: Bu ifade, böyle bir kimsenin kâfir oluş sebebinin bu ayetin Allah Subhânehu’nun Arşı üzerinde oluşunu açıkça ifade ettiğini ve buna delil teşkil etmesini inkârı olduğu hususunda çok açıktır. Yoksa böyle bir kimse, Allah-u Teâlâ’nın bir mekânı olduğu izlenimini (bu inkârıyla) verdiğinden dolayı değildir. Yüce Allah bundan yüce ve münezzehtir. Sözünü ettiğimiz bu husus dolayısıyla el-Akîdetü’t-Tahâviyye’yi şerh eden, -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- Ebû Mutî’ el-Belhî’nin rivayetini zikrettikten sonra (el-Mektebü’l-İslâmî dördüncü baskısı, s. 323) şunları söylemektedir:
“Ebû Hanîfe mezhebine mensup olanlar arasından bunu kabul etmeyen kimselere iltifat edilmez. Çünkü Ebû Hanîfe’ye Mu’tezile’den ve başkalarından itikat ettiği birçok konuda ona muhalefet eden pek çok taifeler intisab etmiştir. Nitekim Mâlik, Şafi‘î ve Ahmed’e de kimi itikat konularında muhalif olan kimseler müntesib olmaktadır. Ebû Yûsuf’un, Bişr el-Merîsî’yi Yüce Allah’ın Arşın üzerinde oluşunu inkâr etmesi üzerine tevbe etmeye davet ediş olayı meşhurdur. Bunu Abdurrahman b. Ebî Hâtim ve başkaları rivayet etmiş bulunmaktadır.”
Derim ki: Burada kendisine işaret olunan olay, biraz sonra bu kitapta Ebû Yûsuf’un biyografisinde -Allah’ın izniyle- gelecektir. Bu olayda da Ebû Hanîfe’nin ilk dönem arkadaşlarının Allah-u Teâlâ’nın mahlûkatı üzerinde oluşuna iman noktasında selef ile birlikte olduklarına delil teşkil etmektedir. Bu da İmam Ebû Hanîfe’den diye rivayet edilen bu gibi rivayetleri nispeten güçlendirmektedir. Hanefî İmam Ebû Cafer et-Tahâvî’nin akîdesinde Yüce Allah’ın Arşa ve Arşın altında bulunanlara muhtaç olmadığını ve her şeyi kuşatıp, her şeyin üstünde olduğunu açıkça ifade etmesi bunlar arasındadır
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
1-Hadisin sıhhati: İbn Hacer “Bu hadisin isnadı hasendir Yine es-Sehavî de el-İbtihac’da hasen olduğunu söylemiş, el-Heysemî de şöyle demiştir: “Ravileri güvenilirdir.” İmam Ahmed kuvvetli görmüş, bununla amel etmiştir.

Hadisin sıhhati diye başladığın iftira içerikli yazının kaynağı nerede?
Üstelik Heysemi' "rivayetin ravileri güvenilir" dediğini aktarmışsın.

İnsanda edeb hâya olur. Hâla utanmadan sahih deyip duruyorsun! Cevab ver !

Hadisin sıhhati diye başladığın iftira içerikli yazının kaynağı nerede?
Üstelik Heysemi' "rivayetin ravileri güvenilir" dediğini aktarmışsın.

1- Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X/132'de rivayetin ravisi olan Mâruf bin Hassan es Semerkandi hakkında (güvenilirliği, sika vs) ne demiştir?

2- Ebu Hatim er-Razi, rivayetin ravisi olan Mâruf bin Hassan es Semerkandi hakkında (güvenilirliği, sika vs) ne demiştir?

3- Ayrıca ravi zincirinde İbni Burayde ile İbni Mes’ud arasındaki ravilerde kopukluk yok ise isimlerini bekliyorum!


İbni Teymiyye insanları zayıf hadisle amel etmeye mi yönlendirdi o zaman? Buna da sen cevap ver.
Biraz omurgalı ve aldığın nickine yakışır ol da, sorulara soruyla cevab verme! Senin (sapık hakikat yayınlarının) 3 satır şirk, bid'at, iftira ve hurafe içerikli yazılarına sayfalarca reddiye yazıyoruz, biraz utan

Buradaki amacın ve niyetinin ne olduğunu alâkadar üyelerimiz de görüyor. Bu aymazlığın ve kaçak tavrın devam ederse, şirke kucak açan yazılarınla beraber siteden gönderileceksin! Uyarmadı demeyesin ...
 
yusuf Çevrimdışı

yusuf

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
İbni Teymiyye insanları zayıf hadisle amel etmeye mi yönlendirdi o zaman? Buna da sen cevap ver.


bizlerde biliyoruzki imam ibni teymiyenin ( selam uzerine olsun ) adı geçen kitabında zikredip itiraz etmediği tek zayıf hadis de bu değildir. Elbani, kitabın tahkikinde, bununla beraber onlarca zayıf hadis olduğunu tesbit etmiş, dahası birkaç tane mevzu hadis bulunduğunu da ifade etmiştir.


BIZ SIZIN GIBI ALIMLERI RAB EDINMIYORUZKI .. BIZ EHLI SUNNETIZ BIZE GORE HER SAHSIN SOZU ALINIRDA ATILIRDA SADECE ALLAH RESULU A.S.V HARIC ...

Imam Malik ten alinti yaptigim bu soz kulagina kupe olsun, ben bir cok gorusunu tasvip etmesemde Elbaninin tavrina baksana, seyhin kitabinin tahkikinde onlarca zayif hadis oldugunu tespit ediyor .. siz ise felanca allame demis diye teslim olurdunuz .. ANLAYANA !!!! Alimleri rab edinmekten Allah swt ya siginiriz ...
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Senin de işin gücün tekfir. ''Alimler peygamberlerin varisleridir[Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.17, Hds.223.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İlm, B.19, Hds.2822.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l- İlm, B.1, Hds.3641.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.32, Hds.349.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-İlm, B.11 (Bab başlığında)
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1, Sh.262, Hds.13/210.(
ve ümmetimin alimleri israiloğullarının peygamberleri gibidir[Razi, Tefsir, VIII/302; Neysaburi, Tefsir: I/264; Keşfu’l-Hafa: II/64]'' hadislerine bak da ibret al

'Âlimler peygamberlerin varisleridir' de, o alimler sofi demek değildir! Rasulullahın getirdiği dine göre iman ve amel eden, farz-ı ayn cihaddan kaçmayan, binlerce yıl önce ölmüş olanlardan yardım istemeyenlerdir!

"ümmetimin alimleri israiloğullarının peygamberleri gibidir" [Razi, Tefsir, VIII/302; Neysaburi, Tefsir: I/264; Keşfu’l-Hafa: II/64]

Hala bu safsataya (mevdu, uydurma, zayıf bile olacak kalitede değil) sözleri tasavvufun sapkınlarını meşrulaştırmak için sahih diye mi yazıyorsun! Kuldan utanmadığını anladık ta, Allahtan da korkmadığını görmüş olduk. Hele şu verdiğin kaynaklardan hangisi hadis kitabıdır? Tahricini bir aktar bakalım!

"ÜMMETİMİN ALİMLERİ BENİ İSRAİL’İN PEYGAMBERLERİ GİBİDİR"
https://www.islam-tr.org/hadis-ve-h...en-rusvet-sadakadir-rivayetleri-sahih-mi.html
 
Üst Ana Sayfa Alt