Murat GEZENLER'in Yazısı:
Hamd, salihlerin velisi olan Allah'a aittir. Mükâfat, O'na itaat eden ve O'ndan sakınanlar içindir. Düşmanlık ise ancak zalimleredir. Şehadet ederim ki, O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur ve O'nun ortağı yoktur. Evvel¬kilerin ve sonrakilerin ilahı O'dur. Yine şehadet ederim ki, mücahidlerin imamı ve nişanlı atlarla cihad edenlerin önderi olan Muhammed, Allah'ın kulu ve Rasuludur. Allah'ın salât ve selamı onun, ehlinin ve ashabının üzerine olsun.
Birkaç gün kadar önce internet ortamında “Sancaktar” isimli bir dergide “El Kaide meselesine tam olarak nasıl bakmalıyız?” isimli “Neresinden tutarsan tut elinde kalır” mahiyetli bir yazı ile karşılaştım. İşin aslı başlığı okuduğum zaman gerek stratejik gerekse şer’i tahlillerle karşılaşacağımı umuyor idim. Ancak yazı her halinden belli olduğu üzere adeta “Bir yerlere göz kırpma” adına ale-l acele ele alınmış bir makale havasını sezdiriyordu. Sanal ortamda yazının içeriğine dair lehte ve aleyhte tartışmalar alevlenmişti. Bir yorumcunun “Bu bir tahlil yazısıdır. Saldırmak yerine hatalı görülen kısımların eleştirilmesi gerekir” şeklindeki çıkışı bu yazıyı ele almama sebep oldu.
Biliyorum ki konu oldukça tehlikeli(!) Zira böyle bir yazıya karşı bazı mülahazalarda bulunmak ister istemez sizi resmi makamlar nezdinde “terörist” konumuna sokacaktır. Ancak gıyabında bir Müslümanı/Müslümanlar topluluğunu savunmanın da getireceği büyük ecrin Allah’a hamd olsun bilincindeyim.
“El Kaide meselesine tam olarak nasıl bakmalıyız?” isimli makale hakkında söyleyeceklerime başlamadan önce birkaç hususu maddeler halinde belirtmek isterim.
1- Makale’yi orijinal kaynağından okuma imkanım olmadı. Ancak sahiplerine isnadı hakkında yaptığım bir araştırmada, dergi sahiplerinin daha sonra yazılarını savunur nitelikte açıklama yapmaları ya da en azından “Bizim böyle bir yazımız yoktur” şeklinde bir açıklama da bulunmamaları makalenin sahiplerine isnadını nerede ise kesinleştirmektedir.
2- Makale sahiplerini kesinlikle hiçbir şekilde tanımıyorum. Daha öncesine ait bir hukukum olmadı. Nasıl bir düşüne ve menhec içinde olduklarına dair bir fikrim yok. Bu yüzden kendilerine karşı bir adaletsizlik içinde bulunursam bu tamamen kendileri hakkında cehaletimden dolayıdır ki haklarını şimdiden helal etmelerini isterim. Bununla birlikte kendileri makalemi okur ve delil çerçevesince uyarırlarsa tevbe etmeyi ve tevbenin bir şartı olan beyan etmeyi yerine getireceğimi şimdiden taahhüt ederim.
3- Makalenin içinde El-Kaide’nin stratejik ve şer’i olarak hataları ele alınmaktadır. El-Kaide’nin (varsa) stratejik hataları benim konum dışındadır. Zira Küresel Cihada dair strateji ortaya koyacak kadar engin bir bilgiye sahip değilim. Bilmediğim şeylerin peşine düşerek kendimi sorumlu tutulanlar sınıfına sokmaktan Allah’a sığınırım.
4- Benim makalemin konusu ise El-Kaide’nin şer’i olarak öne sürülen hatalarına dairdir ki bu da “sivillerin öldürülmesi” konusudur.
Bu kısa girizgâhtan sonra derim ki;
Makale ilk cümlesi itibarıyla El-Kaide’nin savaş stratejisinin şer’i esasları aşan bir anlayış olduğunu belirterek başlamakta buna gerekçe olarak Maide Suresi’nin 8. ayeti verilmekte, hata olarak ise sivillerin masumluğu ve öldürülmemesi gerektiği belirtilmektedir. Makale sahipleri bunu şu cümle ile ifade etmektedirler:
“…ABD büyükelçiliklerine düzenlenen bombalı saldırılarda can veren 224 kişinin tamamına yakını büyükelçiliklere yakın yerlerde bulunmaktan başka suçları (!) olmayan masum sivillerdi.”
Burada anladığım kadarı ile sivillerin masum olduğu, savaşçıların dışında kalan insanların öldürülmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine ilerleyen satırlarda şöyle denilmektedir:
“İnanılır gibi değil, ama binlerce sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırıların ‘ilmî dayanağı’ buncağız bir akıl yürütmesinden ibaret!”
Yazının içerisinde yine birkaç yerde siviller masum(!) olarak telakki edilmiş ve bu anlayış yazı boyunca sürdürülmüştür. Yazı sahipleri makalelerine yönelik itirazlara cevap verirken “Cumhurun icması diyebileceğimiz belli kaideleri çiğneyen mücahitler sırf mücahit diye tenkitten münezzeh tutulamaz” şeklinde görüşlerini savunmaya yeltenmişlerdir.
Öncelikle belirtmek isterim ki makale sahipleri ele aldıkları konuya dair (yani insanlardan öldürülmesi gerekenler ve öldürülmesi yasak olanlar konusunda dair) zerre kadar bir bilgi birikimine sahip değillerdir. En azından ele aldıkları makale de konuya dair cehaletleri paçalarından akmaktadır. “Cumhurun icması” şeklinde ifadeleri dahi şer’i alanda ne denli açık bir cehalet içerisinde olduklarını göstermektedir. Zira cumhurun icması değil ittifakı olur. Eğer bir yerde icma var ise cumhurdan bahsetmek abesle iştigaldir. Zira İcma cumhurla sabit olmaz. Cumhurla sabit olan ittifaktır. Makale sahipleri bu şekilde usul ilmine yeni bir terminoloji kazandırarak tarihe geçmeyi başarmışlardır.
Diğer taraftan sivillerin masum olduğu ve öldürülemeyeceği görüşü modern dünya anlayışının bir tezahürüdür ve şeraitte yeri olmayan bir bidattir. Bırakın cumhuru İslam ümmetinden hiçbir alim öldürülmesi mübah olanları sivil ve sivil olmayan şeklinde iki kısma ayırıp savaşmayanlar masumdur iddiasında bulunmamıştır. İşin evvelinde insanları savaşmadıkları için masum saymak İslam şeraitinden gafil kalmanın göstergesinden başka bir şey değildir. Nitekim makale sahipleri Kenya’nın başkenti Nairobi ve Tanzanya’nın başkenti Darusselam’daki ABD büyükelçiliklerine düzenlenen bombalı saldırılarda can veren 224 kişinin tamamına yakınını masum olarak addetmekle büyük bir hataya imza atmışlardır. Halbuki şer’an suçların en büyüğü küfürdür ve küfür sahibinin savaşçı olup olmaması onu masum kılmamaktadır. Bundan dolayı İslam uleması kafirin sadece küfründen dolayı öldürülmesinin mübah olduğu hususunda icma etmişlerdir. Zira şer’an kaide şudur ki: “Küfür kanı mübah kılar. Kan ve mal dokunulmazlığı ise İslam ile mümkündür.” Her ne kadar makale sahipleri bunun aksi yönünde bir görüş belirtseler ve bu görüşlerini de “cumhurun icması” şeklinde yeni ve gülünç bir terminoloji ile savunmaya çalışsalar da onların bu çabaları şer’i hiçbir temele dayanmamaktadır. Zira İslam uleması şu kaide üzerinde icma etmiştir:
“İslamla ya da Müslümanlarla savaşmalasar, Müslümanlarla savaşa başlamasalar dahi ortada bir eman anlaşması yoksa kafirlerin sadece küfürlerinden dolayı öldürülmesi caizdir.”
Bu konuda Allah’ın kitabında bir çok ayet vardır. Kafirlerin öldürülmesini, onlarla savaşılmasını emreden hiçbir ayet kafirleri, sivil, sivil olmayan, savaşçı, savaşçı olmayan şeklinde ayırmamıştır. Allahu Tealâ şöyle buyurur:
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara Suresi: 193)
“Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Tevbe Suresi: 5)
“Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (Tevbe Suresi: 29)
Allah (sb) Bakara Suresi ayetinde kafirlerin öldürülmesinin nihayetini fitnenin kalkmasına yani şirkin zevaline bağlamıştır. Nitekim bu ayetin tefsirinde Maliki alimlerinden Kadı Ebu Bekir İbn-i Arabi şöyle der:
أَنَّ سَبَبَ الْقَتْلِ هُوَ الْكُفْرِ بِهَذِهِ الْآيَةِ؛ فَجَعَلَ الْغَايَةَ عَدَمَ الْكُفْرِ نَصًّا
“Bakara Suresi’nin 193. ayetine göre savaşın sebebi onların kafir olmasıdır. Çünkü Allahu Tealâ “Fitne kalmayıncaya kadar” demektedir. Nas olarak savaşın nihayeti küfrün yokluluğu iledir.”
Bir başka Maliki âlimlerinden İmam Kurtubi’de aynı ayetin tefsirinde aynı görüşü dile getirmektedir.
Allahu Tealâ Tevbe Suresi’nin 5. ayetinde ise müşriklerin öldürülmesini emretmiş ve sivil olmayanları bu emirden istisna kılmamıştır. Nitekim İbn-i Kesir tefsirinde şöyle demektedir:
وقد حكى ابن جرير الإجماع على أن المشرك يجوز قتله، إذا لم يكن له أمان
“İbn-i Cerir et-Taberi arada bir eman anlaşması yoksa müşriklerin öldürülmesinin caiz olduğu hususunda icma nakletmiştir.”
Tevbe Suresi’nin 29. ayeti ise kafirlerle savaşın son bulmasını iki illete bağlamıştır ki bunlardan birincisi onların İslamı kabul etmeleri ikincisi ise eman altına girmeleridir.
Allah (sb) şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: 'Sen mü'min değilsin' demeyin.” (Nisa Suresi: 94)
Malum olduğu üzere ayet sahabilerin bir çobanı kendilerine selam verdiği halde öldürmeleri üzerine nazil olmuştur. Ancak ayette Müslümanların sakındırıldığı husus bir müşriği öldürmeleri değil, bir müşriği selam verdikten sonra öldürmeleridir. İmam Kurtubî bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir:
والمسلم إذا لقي الكافر ولا عهد له جاز له قتله
“Müslümanın ahdi olmayan bir kafirle karşılaştığı zaman onu öldürmesi caizdir.”
Nitekim bu ayetin izahına dair Rufai Ahmed Taha şöyle demektedir:
“Ayet sahabilerin müşrik zannettikleri bir adamı ganimetini almak için öldürmeleri üzerine nazil olmuştur. Ayetin nuzul sebebi selam veren bir kimseye “Sen Mü’min değilsin” demeyi yasaklamak içindir. Bundan dolayı ayette bir müşriğin sadece başka bir şeyden dolayı değil sadece şirkinden dolayı öldürülebileceğine işaret vardır.”
Müşrikleri öldürmenin illetinin onların şirki olduğu hususunda Rasulullah’ın şu hadisi konu hakkında hiçbir söz söylemeye gerek bırakmayacak tarzda açıktır:
“Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun Rasulü’dür deyinceye, namazı kılıp zekatı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Eğer insanlar bunu yaparlarsa, İslam’ın hakkı dışında kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.”
Hadis insanlarla savaşın ve onların öldürülmesinin zevalini onların İslam’ı kabul etmelerine bağlamaktadır. Müslim’de geçen bir diğer hadiste ise Rasulullah (s) şöyle buyurur:
“Kim La İlahe İllallah der ve Allah’tan başka ibadet edilenleri reddederse kanı ve malı haram olur. Hesabı ise Allah’a aittir.”
Hadisin mefhumu muhalefesi Tevhidi kabul etmeyen kişilerin kan ve mal emniyetlerinin olmadığıdır.
Ayet ve hadisler açık bir şekilde göstermektedir ki; kafirlerin ya da müşriklerin savaşan ve savaşmayan olarak ayrılması şer’i hiçbir delile istinad etmemektedir. Nitekim İslam ulemasının kavilleri de bu noktada aynı şeye işaret etmektedir. Okuyoruz…
Maverdî şöyle demektedir:
“Müslümanın, müşriklerin birlikleri içerisinde savaşan ya da savaşmayan kimselerden zorla ele geçirdiklerini öldürmesi caizdir.”
Maverdi’nin bu kavlinde “savaşan ya da savaşmayan” sözüne dikkat edilmedir. Nitekim aynı görüşü Bedreddin bin Cem’a farklı ifadelerle belirtmiştir.
Hanefi alimlerinden İbn-i Humam şöyle der:
“Bizimle savaşa girişmeseler dahi gerek Arap müşrikleri ile gerekse de çizye vermeyen diğer müşriklerle savaşmak vaciptir. Zira kaçınılmaz deliller bizim onlarla savaşa başlamamızı onların bizimle savaşmaları ile kayıtlamamıştır.”
İbn-i Hümam aynı görüşü el-İnaye’de de farklı lafızlarla ortaya koymuştur. İbn-i Humam’ın sözünde “Bizimle savaşa girmeseler dahi…” kısmına dikkat edilmelidir. Zira bu savaşmayan kafirlerle de savaşmanın ve onları öldürmenin caiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Hanefi İmamlarından Serahsi şöyle der:
“Rasulullah (s)’e evvelemirde müşrikleri bağışlaması ve onlardan yüz çevirmesi emredildi. Sonra en güzel bir şekilde onları dine davet etmesi ve onlarla mücadele etmesi emredildi. Arkasından Müslümanlarla savaşanlarla savaşması emredildi ve son olarak da genel müşriklerle savaşılması emredildi. Ve bu konuda emir cihaın farz olduğu şeklinde karar buldu.”
İmam Serahsi’nin bizimle savaşan kafirlerle savaşın cihadın 3. aşaması olduğunu belirttikten sonra son aşamada genel müşriklerle savaşmanın farz kılındığını söylemesine dikkat edilmelidir.
Buraya kadar yaptığımız alıntılar Hanefi alimlerindendir. Aynı şekilde Maliki mezhebi alimleri de bu noktada Hanefilere paralel görüş sunmuşlardır. Nitekim yukarıda Kadı Ebu Bekir İbn-i Arabi ile İmam Kurtubi’nin görüşleri geçmişti. Birçok Maliki uleması aşağıda vereceğimiz görüşü kitaplarında zikretmişlerdir:
Kafirlerle İslam’a girinceye ya da çizye verinceye kadar savaşılır. İslam’a girmekten ya da çizye vermekten kaçınan herkes öldürülür. Zira kafirlerle savaş zafer için değil ancak onların küfürlerini terk etmeleri içindir.”
İmam Kurtubi bir başka yerde Bakara Suresi’nin 193. ayetine dair “Bu kafirlerin savaşmaya başlamasını gözetmeksizin onlarla savaşmaya dair bir emirdir” demektedir.
Şafiler Hanbeli alimlerine gelince… Onlar da bu konuda makale sahiplerinin iddiasının aksine cumhurun icmasından yüz çevirmişler, Hanefi ve Maliki ulamasına paralel görüşler sunmuşlardır. Nitekim İbn-i Kesir yukarıda da belirtiğimiz üzere İbn-i Cerir’in bu konuda icma naklettiğini belirtmiştir. Yine İbn-i Kesir yukarıda verdiğimiz 3 ayetin tefsirinde aynı şeyleri söylemiştir. İbn-i Kudame “Muğni” isimli eserinde bu konuda çok açık ifadeler kullanmıştır. Zahirilerden İbn-i Hazm Tevbe Suresi’nin 5. ayetine dair şöyle der:
Allah-u Teala, onaylamadığı her anlaşmayı geçersiz saymıştır. Müşrikler için sadece ya ölüm ya da İslam’a girmeleri söz konusudur. Ehl-i Kitap için özellikle boyunlarını bükerek cizye vermeleri, korunma istedikleri kimseden ve Rasulden emân istemeleri vardır. Bunun dışındaki her anlaşma, geçersizdir, ortadan kaldırılmıştır. Bu tür anlaşmaya uyulması helal değildir. Çünkü bu, Allah’ın şartına ve onun emrine aykırıdır.”
Muasır alimlerin de konu hakkında değerlendirmeleri aynı şekildedir. Şeyh Abdulahir el-Hammad şöyle der:
Hicretin dokuzuncu yılında, bu ayetin (Tevbe Suresi 5. ayetinin) nazil olduğu zaman müşriklerin hepsinin savaşçı özelliği taşımadıkları biliniyordu. Bunun yanında, onlar arasında Rasul ile birlikte mutlak bir anlaşması ya da belirli bir süreye sahip anlaşması olanlar vardı. Ayet-i kerimenin, savaşmak için belirlemiş olduğu nitelik şirktir. Biz itibarın lafzın umumuna olduğunu yoksa özel bir sebebe binaen olmadığını biliyoruz. Allah’ın, “Müşrikîn” sözü geneldir. Çünkü bu kelime elif ve lamla çoğul olarak bilinir. Bu, Kurtubi’nin Tefsir’inde (8/72) dediği gibi, her müşrik hususunda geneldir. Bizi buna yönelten şey, bunun dışındaki diğer ayetlerde, aynı şekilde umum şeklinde gelen kafirlerle savaşılması emridir. Aynı şekilde Tevbe Suresi’nin 29. ayetinde “İman etmeyenler” lafzı umum ifade eder. Çünkü bilindiği üzere ismi mevsul umum ifade eden kalıplardandır. Her şeye hakim olan ve her şeyden haberdar olan Yüce Allah, bizi bu konuda iki ihtimali seçme durumunda bırakmadı, aksine bizi kendisi için savaşmamız gereken kesin ve belirli bir nitelikle karşı karşıya bıraktı ki, bu da onların müşrik olmasıdır. Aynı şekilde Usame bin Zeyd’in bir adamı savaş esnasında La İlahe İllallah dedikten sonra öldürmesine dair hadis de kafirlerle savaşma nedeninin onların küfrü olduğu konusunda söylediklerimizi onaylamaktadır. Nitekim Hattabi bunu açık bir şekilde beyan etmiştir.”
Konu hakkında oldukça hoş bilgiler veren alimlerden bir tanesi de Abdulkadir bin Abdulaziz’dir. O şöyle der:
İnsanları sivil ve asker olarak ikiye ayırmak yeni bir uygulamadır ve şeriatta yeri yoktur. Şer’i sınıflandırma şu şekildedir:
Savaşçılar: On beş yaş ve üzerindeki erkekler. Bunlar şer’i açıdan savaşçıdırlar ve fiilen savaşa katılamıyor olsalar bile öyle kabul edilirler.
Savaşçı olmayanlar: Buluğa ermemiş çocuklar, kadınlar, yaşı ilerlemiş ihtiyarlar, savaşmalarına mani olan müzmin hastalığı bulunan yetişkin erkekler; kör, topal, sağır ve buna benzer kimseler. Bu saydıklarımızdan herhangi biri söz ya da fiille savaşa katılacak olurlarsa o zaman savaşçı kabul edilirler.
Bunun yanı sıra Amerika, İngiltere, İsrail gibi ülkelerdeki kadınlar, bizzat orduda askeri eğitim aldıkları için savaşçı kabul edilir. Askeri hizmette katılmayışları ihtiyatendir.
“Savaşçı olmayanlar içinde saydıklarımızdan, savaşa müdahil olanlar öldürülür” sözümüze gelince, bu konuda alimler arasında bir ihtilaf yoktur. Konu hakkında ayrıntılı bilgiyi İbn-i Kudame Hanbeli’nin “el-Muğni” adlı eserinde ve diğer fıkıh kitaplarında “cihad” babında bulabilirsiniz.
“Sivillerin masum olduğu” görüşü sahih bir görüş değildir. Aksine sivil kabul edilen kadın ve erkeklerin büyük bölümü şer’an savaşçıdır. Nasıl mı? Malum patlamalardan sonra yapılan istatistiklere göre Amerika halkının büyük çoğunluğu, haçlıların çocuğu Bush’un Afganistan’a yönelik intikam saldırısını desteklemektedirler. Bu sadece Amerikan halkı ile de sınırlı değil. Buna Kanada, İngiltere gibi haçlı zihniyeti taşıyan diğer halklar da dahildir.”
Tüm bu kısımda yapmış olduğumuz nakiller kafirlerin savaşçı ya da savaşmayan olarak iki kısma ayrılmasının şer’an bir temele dayanmadığını ortaya koymaktadır. Zira “Kafirin sadece küfründen dolayı öldürülmesi mubahtır. Bu konuda Kitap ve Sünnet’te birçok delil vardır. Bir adamın küfrü ne zaman belirirse, o zaman kan ve mal dokunulmazlığını kaybeder, öldürülmesi caiz olur. İslama girmedikçe, barış, zimmet ya da emân anlaşması olmadıkça kanı ve malı korunmaz…
Bu, Allah’ın Kitabındaki emri ve Rasulullah’ın (sav) fiili, Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerini yerine getiren sahabenin fehmi, selef ve haleften güvenilirlikleri açık olan ümmetin alimlerinden görüşü kabul edilenlerin anlayışıdır.”
Allah’a hamd olsun ki “Siviller masumdur. Ancak Müslümanlarla savaşan kafirler öldürülür” iddiasının şer’i dayanağının olmadığı, İslam’da öldürmenin tek illetinin kafirin küfrü olduğu açığa çıkmış oldu. Bundan dolayı makale sahiplerinin bahsettikleri savaş ahlakı ve savaş hukuku ya da “Sivillerin (müslim veya gayrimüslim) taammüden katledilmesini cihadın izzetiyle bağdaştırmanın mümkün olmadığı” görüşleri modernizmin gölgesinde yetişmiş beyinlerin ürünü olup Kitap ve sünnetten hiçbir nassa dayanmadığı gibi bu ümmetin selefinden halefine kadar hiçbir ilim ehlinin zikrettiği bir görüş değildir. Ve özellikle makale sahiplerinin bu konuda Kur’an ve Sünnete dayandıklarını iddia etmeleri tam bir aymazlıktır. Zira makale sahipleri tüm makale boyunca sadece tahsisi mümkün ve tamamen umum ifade eden birkaç ayet ve hadise yer vermişler, konuya dair hiçbir delil sunma girişiminde bulun(a)mamışlardır.
Makale sahipleri makalelerinde El-Kaide’nin yapmış olduğu eylemlerde Müslümanların ve hatta çocuk, kadın ve yaşlılarında can kaybına uğradığını belirtmekte ve eleştirilerini bu yönde de yoğunlaştırmaktadırlar.
Allah’ın izni ile bu itiraza dair gerekli açıklamalarımız “El-Kaide Meselesine İşte Böyle Bakmalıyız 2” başlıklı bir sonraki makalemizde detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
Hamd bidayette be nihayette alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.