Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Dualarımız Kabul Olunuyor mu, Başkalarının Duasına İhtiyacımız Var mı?

M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Selamun aleykum kardeşler bazı kardeşler:
Allah duamızı kabul eder,ben neden başka birisine duamda aracı edim diyebilir acaba kendi dusı kabul ediliyomu bir bakalım

Duaları kabul olan, Allah’ın sevdiği kulları konumunda olabilmek, ne güzel bir fazilet, ne yüce bir mertebedir! Bu mertebede değilsek, dualarımız kabul olmuyorsa, herhalde bunun nedenini kendimizde aramamız gerekiyor.

Zira “Dua edin, kabul edeyim” (1) Ğafir Suresi: 60 buyuran Yüce Allah (cc) vaadinden asla dönmeyeceğine göre, dualarımızın kabul olunmayışının sorumluluğu bizde demektir. O zaman kendi kendimizi sorgulamamız lazım gelir. Acaba dualarımızın kabul olunmasına engel olan nasıl ve nerede bir eksikliğimiz, bir yanlışlığımız olmuştur?

DUALARIN KABUL OLMASINI ENGELLEYEN DAVRANIŞLAR
Öyleyse,duaların kabul olmasını engelleyen hal ve davranışlar nelerdir, sorusu önem kazanıyor. Bugün bu davranışlardan, Müslümanlarda en çok görülen ve rastlananlara dikkat çekmeğe çalışalım.

Duanın kabulü için haram
yememek, helal yemek şart
Duaların kabul olması için müminlerin en çok dikkat etmeleri gereken hususlardan birisi haram yememek, helâl yemektir. Hz. Peygamber’in sas) yanında 10 sene hizmet eden Hz.

Enes b. Malik (RA), bir gün:
-Ey Allah’ın Elçisi! Ben dualarımın kabul olmasını istiyorum. Bana bunun yolunu gösterir misin? diye sormuş. Peygamber (sas) Efendimiz de şöyle buyurmuş: “Ey Enes! Helâl kazan, duan kabul olur. Zira kişi ağzına haram bir lokma götürürse, kırk gün duası kabul olunmaz.” (6) Sahih-i Buhari Tecridi Sarih Tercümesi, c: 6, s: 427.
Sa’d bin Ebi Vakkas (RA) da Peygamberimiz (sas)’e aynı soruyu sormuş:
-Ey Allah’ın Resulü! Dua buyur da Allahü Teâlâ (cc) her duamı kabul eylesin! demiş, Hz. Peygamber (sas) yine aynı cevabı vermiştir: “Duanın kabul olması için helâl yiyiniz.” (7) Et-Tergîb Ve’t-Terhîb, c: 2, s: 547, Hadis no: 8..


Ebu Hüreyre (RA) şöyle anlatmıştır: “… Allah’ın Resulü, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp “Ey Rabbim” diye dua eden bir yolcuyu anlatarak şöyle buyurdu: “Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve netice itibariyle haramla beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?” (8) Kütüb-ü Sitte, c: 14, s: 491-492, Hadis no: 5161


Müslüman, kötülüklere ve günahlara karşı tepki göstermiyor ve seyirci kalıyorsa, insanları fenalıklardan vazgeçirmiyorsa, duaları kabul olmaz. Peygamber Efendimiz’in hadisleri bu konuda net ve kesin beyanlar içerir:

“Nefsim Kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder, kötülüklerden vazgeçirirsiniz, ya da Allah’ın üzerinize azap göndermesi yakındır. Sonra dua edersiniz de duanız kabul olmaz.” (10) Kütüb-ü Sitte, C: 2, s: 379, Hadis no: 93
“Ya iyiliği emredersiniz, kötülükten vazgeçirirsiniz, ya da Allah (cc) hayırlılarınızın başına kötülerinizi musallat eder, o zaman hayırlılarınız dua ederler, ama duaları kabul olmaz.” (11) Ramuz’ül-Ehadis, c: 2, s: 345, Hadis no: 11


“Allah’a dua edip de, duanız kabul edilmeyecek hâle gelmeden ve af dileyip de mağfiret olunmayacağınız hâle gelmeden önce İyilikleri emredin, kötülüklerden vazgeçirin...” (12) Et-Tergîb Ve’t-Terhîb, c: 3, s: 230-231, Hadis no: 22

DUASI KABUL OLUNAN ZATLARA İHTİYACIMIZ VARMI

Umumiyetle tabiînin en büyüğü olarak konuşulan Yemen’in sultanı Üveysü’l-Karnî’den, sahâbe-i kirâm duâ talebinde bulunurdu. Hz. Ömer’in de içinde bulunduğu bir mecliste Efendimiz: “Üveysü’l-Karnî’yi görürseniz, kendisinden duâ taleb edin” buyurmuştu. Bu, Hz. Ömer’in içine öylesine işlemişti ki, her Yemen’den gelene: “İçinizde Üveys var mı?” diye soruyor ve hep Üveys’i arıyordu. Koca Halife, onu bulduğunda da vakit fevtetmeden: “Ömer’e duâ et” istirhamında bulunmuştu.

Peygamberlerden sonra ikinci dereceyi tutan, hele hususi bazı faziletlerde kâ’bına erişilmeyen bir insan, Üveys’ten duâ taleb ediyordu. Yemen’e gidenlere, hacca gidenlere: “Üveys’i bulursanız, kendisinden duâ isteyin” diyordu

Muhbir-i Sâdık (sallallahu aleyhi ve sellem) “Nice saçı başı dağınık insanlar vardır ki, bir meselede Allah’a kasem etseler, Allah onları kasemlerinde yalancı çıkarmaz. (Onların bütün duaları kabul görür.) Berâ b. Malik bunlardandır.” buyurmuştur. Sahabe efendilerimiz, Hazreti Berâ’nın dualarının çabucak kabul edildiğine o kadar çok şahit olmuşlardır ki, savaş meydanında sıkıştıkları bir anda gelip “Savaşı kazanacağımıza yemin et; Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!” dedikleri rivayet edilmektedir

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemden umre yapmak için izin istedim. izin verdi. Sonra şöyle buyurdu:
"Kardeşim! Beni duanda unutma!"
Bana, benim için dünyalara değer bir kelime söyledi ve ben buna pek sevindim.
Ömer radıyallahu anh. Tirmizî

Resulululah (sav) Allahım…Sa’ d dua ettiği zaman onun duasını kabul et diye dua etmiştir daha sonraları Sa’d(ra) ın yaptığı dualar gercekleşti (Üsdül Ğabe, 2 ,366-369……ibn sa d 3 ,139 vd )

Her kim benim kullarımdan birine düşman¬lık ederse muhakkak ben ona harp açarım. Bir ku¬lum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibadet¬leriyle de durmadan yakalaşır, nihâyet onu se¬verim. Kulumu sevince de onun gören gözü, iş¬ten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben¬den bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendi¬sini korur himayeme alırım.” ..Buhârî, Rikak 38: İbn Mâce, fiten 16

SEVGİLİ ARKADAŞLARIM YUKARIDAKİ DUANIN KABUL OLMAMA SEBEBLERİ BİZDEDE VARMI VARSA NE YAPMALIYIZ RESULULLAH ŞU ŞU İNSANLARDAN DUA İSTEYİN DERKEN BİZ NE YAPMALIYIZ SAYGILAR
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Kabirperest Vesveselerine İlaç


CAİZ VE ŞİRK OLAN TEBERRUK


TEVESSÜL , İSTİĞASE VE ŞEFAAT


FECR-İ SADIK DOĞDU , MASKE GÖRÜLDÜ : RABITA'NIN İÇ YÜZÜ


UÇMAYA KAÇMAYA - IŞINLANMAYA KLONLANMAYA SON


KALABALIKLAR DİNİNİN SEVAP KAYNAKLARINA REDDİYE


VAHDET-I VUCUD ŞİRKİ VE SEVGİDE ŞİRK


TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ !


Tasavvuf Büyüklerinin Kendi Eserlerinden Küfür Akideleri (VCD)
 
A Çevrimdışı

ANDOLSUN

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah kuluna Kafi değil mi (zümer36)

İyya kenabüdü ve iyya kenastain (Fatiha)
(Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. )
Emeğinize sağlık Abdulhak kardeşim Allah emeklerinizin ecrini versin inşaAllah.
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum kardeşlerim hadisler net ve anlaşılır eğer okunursa tabii . yalan söyliyenin, haram yiyenin , kötülüklere ve günahlara karşı tepki göstermiyor ve seyirci kalıyorsa, insanları fenalıklardan vazgeçirmiyorsa, duaları kabul olmaz. ..diğer yandan...“Nice saçı başı dağınık insanlar vardır ki, bir meselede Allah’a kasem etseler, Allah onları kasemlerinde yalancı çıkarmaz. (Onların bütün duaları kabul görür.) Berâ b. Malik bunlardandır.” buyurmuştur. Sahabe efendilerimiz, Hazreti Berâ’nın dualarının çabucak kabul edildiğine o kadar çok şahit olmuşlardır ki, savaş meydanında sıkıştıkları bir anda gelip “Savaşı kazanacağımıza yemin et; Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!” dedikleri rivayet edilmektedir…...... böyleleride var ..yazılanlarda ne denmek istendiği açık alan alır almayan almayan aldanır
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
selamun aleykum kardeşlerim hadisler net ve anlaşılır eğer okunursa tabii . yalan söyliyenin, haram yiyenin , kötülüklere ve günahlara karşı tepki göstermiyor ve seyirci kalıyorsa, insanları fenalıklardan vazgeçirmiyorsa, duaları kabul olmaz. ..diğer yandan...“Nice saçı başı dağınık insanlar vardır ki, bir meselede Allah’a kasem etseler, Allah onları kasemlerinde yalancı çıkarmaz. (Onların bütün duaları kabul görür.) Berâ b. Malik bunlardandır.” buyurmuştur. Sahabe efendilerimiz, Hazreti Berâ’nın dualarının çabucak kabul edildiğine o kadar çok şahit olmuşlardır ki, savaş meydanında sıkıştıkları bir anda gelip “Savaşı kazanacağımıza yemin et; Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!” dedikleri rivayet edilmektedir…...... böyleleride var ..yazılanlarda ne denmek istendiği açık alan alır almayan almayan aldanır

Bunları biliyor ve sahih hadisleri kabul ediyoruz da sen buradan tasavvuftaki şirklere nasıl bir yol bulup konu açarak kaydıracaksın onu bekliyoruz
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum kardeşim bu yazıdaki amacım ALLAH cc herkesin duasını kabul etmek zorunda olmadığını , kendi acizliğimizi gösterip dualarımızın kabul olunmadığını bilmemiz için yazdım..bazıları duada kimseye ihtiyaçları olmadığını düşünerek yanlış bir tutum içine girdiklerinin farkında olmıya bilirler onu hatırlatmak istedim AYRICA... ABDULHAK...kardeş senin gözünden de bir şey kaçmıyo tasavvuftaki CAİZ olan tevessülle de bir bağ kurulmasına zemin olsun diye yazdım
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Aleykum selam
Caiz olan tevessül belli de caiz olmayan, ŞİRK olan tevessüllerde sıkıntınız var.

Caiz olan tevessüller dediğiniz gibi caiz olmayan tevessüllere de birkaç örnek verirseniz konu daha iyi anlaşılır. selamun aleykum
 
M Çevrimdışı

mucahid_tr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum ABDULHAK kardeş ........1) Allah’u Teâlâ’ya O’nun isim ve sıfatları ile tevessül.
2) Allah’u Teâlâ’ya Salih amellerle tevessül.
3) Allah’u Teâlâ’ya salih Müslüman kimsenin duâsı ile tevessül.
4) Zât ile Tevessül.
.................................ZAT İLE TEVESSÜLÜ KABUL EDEN ALİMLER
1......İBN TEYMİYYE
İbn Teymiyye’nin. Talebesi İbn Kesîr .“İbn Teymiyye’nin devlet ve ulemânın huzurunda tevessülün haram olduğu görüşünden kendi isteğiyle vazgeçip,bir insanın duasında resulullahın hürmetine şeklindeki dua şeklini kabul ettiğini .. fakat istigâse’nin ..haram olduğu görüşü üzere de*vam ettiği sözünü bizlere” nakletmiştir.[1]....(el-Bidâye ve’n-Nihaye c: 14/47,107 inci sene geçti başlığının altında Daru’l-kütübi’l-ilmiyye. 3 baskı Beyrut/1987)

2......Muhammed bin Abdulvahhâb
Muhammed bin Abdulvahhâb’a, Her ne kadar bize göre doğru olan cumhu*run bunu mekruh görmesi olsa da, içtihadî meseleler*den birisinin muteber olmadığını ileri sürmek muteber değildir. Bu yüzden tevessül edenleri de reddedeme*yiz. Bizim inkâr et*tiğimiz şey, bir mahlûka hem de ALLAH’a edildiğinden daha fazla duâ ediliyor olması, şeyh Abdulkadîr ya da bir başkasının kabrine yönelip sıkıntıla*rın giderilmesi ve istekleri*nin verilmesi için saygı ile ondan istekte bulu*nulması*dır. Burada nerededir sırf ALLAH’a duâ etmek? Nerededir ALLAH’la beraber hiç kimseye duâ etmemek? Ama birisi çıkar duâ ederken “ALLAH’ım! Ben senden Peygamberlerin ya da SALİH kullarının VESİLESİ ile şunu şunu istiyorum” diye duâ etse, SADECE ALLAH’a duâ ettikten sonra, HER HANGİ BİR KABRİN YANINDA DUA EDİYOR OLSA BİLE BU BİZİM REDDETTİĞİMİZ BİR ŞEY DEĞİLDİR .[2] diyor. (Muhammed bin Abdulvahhab tüm eserleri 3.kısım, s:68 Muhammed bin Suud İslâm fakültesinde Muhammed bin Abdulvahhab haftasında neşrolunmuştur.)

Muhammed bin Abdulvahhâb’ın bu sözleri, tevessü*lün ona göre de câiz olduğunu göstermektedir. mekruh, haram bile değildir. Nerede kaldı ki bazıları*nın dediği gibi bid’at ya da şirk olsun.

3......Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzî

Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzî: Nefsimi terbiye edeme*dim bazı salih kişilerin kabrine gidip onları aracı yapıp düzelmem için duâ ettim. [3].....(“Saydul-Hatır müminlere öğüt, Ebul Ferec El-Cevzî (İbn Cevzî), Tevhid yayınları, s.99-100, Baskı, 1998.)

4.......İzzuddîn b. Abdusselâm’ın

İbn Teymiyye, ve elbani .. İzzuddîn b. Abdusselâm’ın (ö.660/1262) sadece Peygamber ile teves*sülü kabul ettiğini söylüyor. [4]..(İbn Teymiyye Külliyatı, c.1 s.179, Tevhid Yayınları ,1998. )

5..........Ahmed b. Hanbelî

Ahmed b. Hanbelî (ö.241/855) Zat ile tevessülü kabul ediyor; mezhebinin görüşü de bu yönde*dir. Mensek adlı eserinde de yazılıdır. Ayrıca Elbânî’nin Tevesseül adlı eserinin 62. sayfasında Ahmet b. Hanbel’in zat ile tevessülü kabul ettiğini yazıyor.

BU KADAR YETERLİMİ ABDULHAK kardeş .......Hal böyle olunca savunduğunuz birçok fikirlerin kaynağı olarak gösterdiğiniz yukarıda adı geçen âlimleriniz, sizin şirk olarak kabul edip bunu yapana kâfir dediğiniz bir ameli yapıyorlar. Ne diyeceksiniz?....................Ayrıca itibar ettiğiniz diğer âlimler, size göre okuma yazma bilen bir insanın anlayacağı “İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn” âyet-i kerimesinin manasını anlaya*madıkları için mi zatlarla tevessülü kabul ettiler? Anlaşıl*ması bu kadar âşikâr ve basit olan mevzularda bu âlimlerinizin hata ettikle*rini söylerseniz, birçok konuda da hata edebileceklerini imâ etmiş olursunuz. Böylece onların görüşlerini savunduğunuz için siz de hata içinde olduğunuzu başka konularda da hata edebileceğinizi isteme*den de olsa itiraf etmiş olursunuz. .......

.....................ABDULHAK kardeş ....aman ha şimdi bana birsürü kitap ismi yazma kendi görüşün benim için yeterli saygılarla
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
selamun aleykum ABDULHAK kardeş ........

1) Allah’u Teâlâ’ya O’nun isim ve sıfatları ile teves*sül.
2) Allah’u Teâlâ’ya Salih amellerle tevessül.
3) Allah’u Teâlâ’ya salih Müslüman kimsenin duâsı ile tevessül.

4) Zât ile Tevessül.

......................ZAT İLE TEVESSÜLÜ KABUL EDEN ALİMLER

1......İBN TEYMİYYE
İbn Teymiyye’nin. Talebesi İbn Kesîr .“İbn Teymiyye’nin devlet ve ulemânın huzurunda tevessülün haram olduğu görüşünden kendi isteğiyle vazgeçip,bir insanın duasında resulullahın hürmetine şeklindeki dua şeklini kabul ettiğini .. fakat istigâse’nin ..haram olduğu görüşü üzere de*vam ettiği sözünü bizlere” nakletmiştir.[1]....(el-Bidâye ve’n-Nihaye c: 14/47,107 inci sene geçti başlığının altında Daru’l-kütübi’l-ilmiyye. 3 baskı Beyrut/1987)

2......Muhammed bin Abdulvahhâb
Muhammed bin Abdulvahhâb’a, Her ne kadar bize göre doğru olan cumhu*run bunu mekruh görmesi olsa da, içtihadî meseleler*den birisinin muteber olmadığını ileri sürmek muteber değildir. Bu yüzden tevessül edenleri de reddedeme*yiz. Bizim inkâr et*tiğimiz şey, bir mahlûka hem de ALLAH’a edildiğinden daha fazla duâ ediliyor olması, şeyh Abdulkadîr ya da bir başkasının kabrine yönelip sıkıntıla*rın giderilmesi ve istekleri*nin verilmesi için saygı ile ondan istekte bulu*nulması*dır. Burada nerededir sırf ALLAH’a duâ etmek? Nerededir ALLAH’la beraber hiç kimseye duâ etmemek? Ama birisi çıkar duâ ederken “ALLAH’ım! Ben senden Peygamberlerin ya da SALİH kullarının VESİLESİ ile şunu şunu istiyorum” diye duâ etse, SADECE ALLAH’a duâ ettikten sonra, HER HANGİ BİR KABRİN YANINDA DUA EDİYOR OLSA BİLE BU BİZİM REDDETTİĞİMİZ BİR ŞEY DEĞİLDİR .[2] diyor. (Muhammed bin Abdulvahhab tüm eserleri 3.kısım, s:68 Muhammed bin Suud İslâm fakültesinde Muhammed bin Abdulvahhab haftasında neşrolunmuştur.)

Muhammed bin Abdulvahhâb’ın bu sözleri, tevessü*lün ona göre de câiz olduğunu göstermektedir. mekruh, haram bile değildir. Nerede kaldı ki bazıları*nın dediği gibi bid’at ya da şirk olsun.

3......Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzî

Ebu’l Ferec İbnu’l Cevzî: Nefsimi terbiye edeme*dim bazı salih kişilerin kabrine gidip onları aracı yapıp düzelmem için duâ ettim. [3].....(“Saydul-Hatır müminlere öğüt, Ebul Ferec El-Cevzî (İbn Cevzî), Tevhid yayınları, s.99-100, Baskı, 1998.)

4.......İzzuddîn b. Abdusselâm’ın

İbn Teymiyye, ve elbani .. İzzuddîn b. Abdusselâm’ın (ö.660/1262) sadece Peygamber ile teves*sülü kabul ettiğini söylüyor. [4]..(İbn Teymiyye Külliyatı, c.1 s.179, Tevhid Yayınları ,1998. )

5..........Ahmed b. Hanbelî

Ahmed b. Hanbelî (ö.241/855) Zat ile tevessülü kabul ediyor; mezhebinin görüşü de bu yönde*dir. Mensek adlı eserinde de yazılıdır. Ayrıca Elbânî’nin Tevesseül adlı eserinin 62. sayfasında Ahmet b. Hanbel’in zat ile tevessülü kabul ettiğini yazıyor.

BU KADAR YETERLİMİ ABDULHAK kardeş .......Hal böyle olunca savunduğunuz birçok fikirlerin kaynağı olarak gösterdiğiniz yukarıda adı geçen âlimleriniz, sizin şirk olarak kabul edip bunu yapana kâfir dediğiniz bir ameli yapıyorlar. Ne diyeceksiniz?....................Ayrıca itibar ettiğiniz diğer âlimler, size göre okuma yazma bilen bir insanın anlayacağı “İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn” âyet-i kerimesinin manasını anlaya*madıkları için mi zatlarla tevessülü kabul ettiler? Anlaşıl*ması bu kadar âşikâr ve basit olan mevzularda bu âlimlerinizin hata ettikle*rini söylerseniz, birçok konuda da hata edebileceklerini imâ etmiş olursunuz. Böylece onların görüşlerini savunduğunuz için siz de hata içinde olduğunuzu başka konularda da hata edebileceğinizi isteme*den de olsa itiraf etmiş olursunuz. .......

.....................ABDULHAK kardeş ....aman ha şimdi bana birsürü kitap ismi yazma kendi görüşün benim için yeterli saygılarla


Senin kafan iyi mi ?
Bütün muvahhid mucahhid alimleri Zat ile Tevessülü kabul ediyor diye kendi kendine onaylatıyorsun, demiyormusun Zat ile tevessülü bizim sofiler mi reddediyor peki ?
Bizim tevhid alimlerimizi de alıyorsunuz ama şirk bidat ve hurafelerinizde bir değişme olmuyor?
Sen bu kalpazanlığı bilinçli mi yapıyorsun bilinçsiz mi ? Bilinçli yapıyorsan ahireti tehlikeye atıyorsun , bilinçsiz yapıyorsan, koçum seni işletiyor ağababaların, git İbn Teymiyyenin , Abdulwehabın kitapları piyasada bak bakalım ne diyor sizin ara kabloculara.

İbn Teymiye şöyle der;
"Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba'ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)'a iletiyorlar, Allah (c.c.)'da kullarını onların aracılığıyla hidayete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah (c.c.)'dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)'dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür" (Mecmu'ul-Fetâvâ, I/126).

İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır.
Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar" (Yunus, 10/18).


Bid'at tevessül şekillerinden olan Zat ile tevessülü , Caiz olan tevessüllerin arasına sokuşturunca bizde yutacak mıyız? Ne yaptın caiz olmayan tevessül şekili bırakmamışsın, kalmayınca yazamamışsın.
Bak senden bir önceki mesajımda ne istemiştim
ABDULHAK :

Aleykum selam
Caiz olan tevessül belli de caiz olmayan, ŞİRK olan tevessüllerde sıkıntınız var.

Caiz olan tevessüller dediğiniz gibi caiz olmayan tevessüllere de birkaç örnek verirseniz konu daha iyi anlaşılır. selamun aleykum
Sen nasıl sabote edip tersini yazmışsın tüm dünya görüyor.

Şimdi aşağıya ehli sünnet alimlerinin meşru olan ve olmayan tevessül çeşitlerini ve tasavvufçuların Bidat olan tevessül çeşitlerindeki sapma sebeblerini sıralayacağım:



TEVESSÜL ÇEŞİTLERİ


1) Meşru Tevessül 2) Bid’at Tevessül



1) Meşru Tevessül Ve Çeşitleri:



tevessül şu üç şekilde vardır :


1- salih ameller

2- salih zatın duası

3- Allahın isim ve sıfatlarıyla dua



Bunları biraz açacak olursak :





1) Güzel İsimleri ve Yüce Sıfatlarıyla Allah’a Tevessül:



Bunlarla tevessül en hayırlı tevessül çeşitlerinden olup, onların en yücesi ve en faydalısıdır. Bu tevessül türüne delil olarak şu ayeti verebiliriz.



“Güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a duada bulunun” (A’raf, 7/180)



Ayetten de anlaşılacağı gibi Allah’a isimlerinden veya sıfatlarından biriyle tevessülde bulunmak Allah’ın sevip hoşnut olduğu amellerdendir. Bu nedenle Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem bu tevessül türü ile tevessülde bulunmuştur. Bize düşen de Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun ashabının ve tabiûn’un dua ettiği gibi duada bulunmak, Allah’a yaklaşmaya, yakın olmaya çalışırken onları kendimize örnek almaktır.( Buhari , müslim)



2) Salih Amelle Tevessül:



Bir müslümanın “Allahım! Sana olan imanım, Rasûlü’ne duyduğum sevgi ve inançla beni rahata erdirmeni senden dilerim” demesi bu türdendir. Kulun; namaz, oruç, cihad, Kur’an tilaveti, zikir, istiğfar, hayır işleyip haramdan sakınmak gibi salih amellerle Allah’a yakınlık aramasıdır. Buna delil olarak: “Derler ki -Rabbimiz! İman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru...” (Âli-İmrân, 3/16) ayetini verebiliriz. Sünnetten getirilecek delil ise mağara ashabının kıssasıdır. Bu kıssada geçmiş ümmetlerden üç kişi kötü hava koşullarında bir mağaraya sığınırlar. Derken bir kaya düşerek mağaranın girişini tıkar. Onlar da yapmış oldukları salih amellerle dua edip tevessülde bulunarak Allah’tan yardım dilerler. Allah da taşı aralayarak kurtulmalarını sağlar.( Buhari , müslim)



3) Salih Kimselerin Dualarıyla Tevessül:



Kul dara düştüğünde kendini Allah’a karşı günahkar hissederek salih bir kimsenin duasını taleb edebilir. Ancak bu kimse itikadı düzgün, ilim ve takva sahibi bir kimse olmalıdır. Bu tevessül türüne delil olarak: “Rabbimiz! Bizi ve imanda bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla!” (Haşr, 59/10) ayeti verilebilir. Ayrıca Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun: “Mü’minin, müslüman bir kimsenin gıyabında kardeşi için yapmış olduğu dua kabul edilir” (Müslim) hadisi de bu tevessül türüne delildir. Yine Enes b. Malik’ten rivayet edilen şu olay deliller cümlesindendir.



“Kıtlık zamanı Ömer (r.a.) , Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.) ile yağmur duasına çıkarak şöyle dua etti: -Allahım! Sana Peygamberimiz ile tevessülde bulunurduk sen de bize yağmur yağdırırdın. (Şimdi) Sana Peygamberimizin amcası ile tevessülde bulunuyoruz. Bize yağmur indir. Ravi der ki-Yağmur inmiştir.”( Buhari )



Hz. Ömer’in Sözünün Anlamı :

Biz peygamber (s.a.v.) den bizim için dua etmesini , böylece onun duasıyla Allah’a yakın olmayı kastediyorduk. Şimdiyse O , Allah’ın rahmetine kavuştuğundan dolayı bizim için dua edemez. Bu nedenle bizim için dua etmesini amcasından istiyoruz .



Burada da gördüğümüz gibi Hz. Ömer (r.a.), Peygamberin kabrine gidip aracıl yapmıyor , HAYATTA olan peygamberin amcası hz Abbas ile BERABER Allah'a dua ediyorlar





2) Bid’at Tevessül Ve Çeşitleri:



Allah’ın sevmediği ve hoşnut olmadığı söz, fiil ve inançlarla Allah’a yakınlık aramak bid’at tevessülün kapsamına girer. Bu tevessül çeşidi ile meşgul oluşları, bazı insanları Allah’ın göstermiş olduğu meşru tevessül şekillerinden gaflete düşürüp, onların bütün gayretlerinin boşa çıkıp hüsrana uğramalarına sebep olmuştur.

Şimdi Müslümanları uyarmak ve İslam’ın bu konudaki gerçeğini ortaya koymak üzere bid’at tevessülün bazı türlerini açıklamaya çalışalım.



1) Allah’a Bir Kimsenin Hatırı Veya Makamı-Mevkii İle Tevessül:



Bid’at tevessül türlerinden birisi Allah’tan bir kimsenin hatırı, makamı-mevkii ile istekte bulunmaktır. “Allahım! Peygamberinin veya kulun filancanın yüzüsuyu hürmetine senden isterim” demek böyledir. Böyle bir tevessül anlayışı İslam dininde yoktur. Allahu Teâlâ’nın “Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (Enâm: 6/38) dediği Kur’an’da, veya Ebu Hureyre’nin “Allah Rasulu bize tuvalete girmek dahil herşeyi öğretti diyerek kapsamını ortaya koyduğu sünnette bu tür tevessüle delil yoktur." Aynı şekilde sahabenin yaşantısında da bu türden örneklere rastlamak mümkün değildir.

İslamın emrettiği, Allah’a güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tevessülde bulunmaktır. Bu bid’at tevessül türünde şayet kişi Allah’ın sultanlar, krallar gibi aracılara ihtiyacı olduğu şeklinde bir inanca sahip olursa bu onu büyük şirk’e sokar. Çünkü bu yaratıcıyı yaratılana benzetmektir. Bu çok kötü bir kıyastır.

Oysa Allah Subhanehu ve Teâlâ yarattıklarına kıyas edilemez. Allah’ın bir kulundan hoşnut olması için aracı gerekmez. Bir kuluna gazap ettiğinde de hiçbir aracı fayda vermez. Melek, peygamber ya da her ne olursa olsun hiçbir mahluk Allah’a kıyas edilemez. Yaratılan herşey yaratana muhtaçtır. Yaratan ise ne aracıya ne de herhangi bir yaratılmışa muhtaç değildir.

“Onlar, Allah’tan başka, kendilerine göklerde ve yerde olan rızıktan hiç bir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen şeylere ibadet ediyorlar. İşte böylece siz de Allah’a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah her şeyi bilir. Halbuki siz bilmezsiniz.” (Nahl, 16/73-74)

İşte bu nedenle sahabe, vefatından sonra Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem ile tevessül etmeyi bırakıp dua etmesi için amcası Abbas’a yönelmiştir. Bu, onların Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun sağlığında “Allahım! Peygamberinin yüzüsuyu hürmetine bize yağmur indir” dediklerini, O vefat ettikten sonra ise “Rasulullah’ın amcısı Abbas’ın hürmetine” demeye başladıklarını göstermez. Bu tür bid’at duaların ne Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde ne de Allah’ın kitabında bir yeri olmadığını iyi bildikleri için böyle bir şeye başvurmamışlardır.

Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra, bir kimsenin hatırıyla tevessül caiz olsaydı onun hatırıyla tevessül öncelik kazanırdı. Bu tür tevessül Mekke müşriklerinin şirkiyle benzeşmektedir.

“Onlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zümer, 39/3)

Makamı-mevkii ne olursa olsun bir yaratılmış ile herhangi bir fayda sağlamak veya bir zararı başından savmak için güç yetirir olduğuna inanarak tevessülde bulunmak büyük şirktir. Allah korusun insanı dinden çıkarır.



2) Ölmüş Evliya Ve Salihlere Seslenmek, Onlardan Yardım Dilemek, Adaklar Adamak:



Salih kimselere seslenerek, onları çağırmak, onlara adak adamak gibi fiiller Allah’ın dininden değildir. Bunlar tevhidi ortadan kaldıran, büyük şirk kapsamına giren fiillerdir. Bir kimsenin “Ey Seyyidim filan, ey şeyhim falan!... Elimden tut, şu hacetimi gider” türünden sözler sarfetmesi bu türün kapsamındandır. Ölmüş kimselere adak adamak da meşru bir tevessül türü değildir. Bir kimsenin “Ey efendim filan! Allah beni rızıklandırırsa... şu dileğim yerine gelirse... senin için şunları yapacağım, kurban keseceğim” vb. sözleri bu bağlamdadır. Bunların tümü ibadet türü olan dua ve adağı Allah’tan başkasına sarfetmektir ki İslam dini bu gibi şeylerden uzaktır.

“Ekinlerinden, hayvanlarından Allah’a pay ayırıp dediler ki -Bu Allah’ın (iddialarına göre) bu da ortak koştuklarımızındır. Ortak koştukları için olanlardan Allah’a pay düşmez. Allah için ayırdıklarından ise ortak koştuklarına da aktarırlar. Ne kadar kötü hüküm veriyorlar.” (Enâm, 6/136)

Allah’tan başkasına yönelmek, onlara duada bulunmak, onlar için türbeler yapıp içinde mum yakmak -ki günümüzde birçok cahil kimse bunları İslâm adına yapmaktadır.- ne peygamberimizin ne de Selefi Salih’in yapmadığı İslama zıt davranış biçimleridir. Çünkü onlar dua’nın sadece Allah’a edilmesi gerektiğine inanan kimselerdi. Şu ayetle emrolundukları gibi;

“Kullarım sana benden sorarlarsa bilsinler ki ben yakınım. Dua ettiğinde bana dua edene karşılık veririm. Öyleyse çağrıma karşılık versinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulurlar.” (Bakara, 2/186)

Ve Muvahhidlerin İmamı SallAllahu aleyhi vesellem de onlara şunu öğretmiştir:

Dua, ibadettir.” ( tirmizi )

Dua ibadet iken nasıl olur da Allah’a mahsus bir ibadet biçimi O’ndan başkasına sarfedilebilir?...

“Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin (onları Allah’a) ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, herşeyden haberi olan (Allah’tan) başka hiç kimse haber veremez.” (Fatır, 35/14)

Bil ki, bu amellerin bütünü tevhidle, peygamberlerin gönderiliş amacı ile çelişmektedir. Peygamberler, Allah’tan başkasına ibadeti ortadan kaldırıp, ibadeti yalnızca bir olan Allah’a yöneltmek için gönderilmişlerdir. Yine peygamberler, Allah’ın amelleri kabulü için şu iki şartın yerine gelmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Bu şartlar:



a) Amelin salih olması

b) Allah’ın şeriatine uygun olmasıdır.



Allah şirkten başka herşeyi bağışlar.

“Şüphesiz Allah, şirkten başka herşeyi dilediği kimsede bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse büyük bir iftirada bulunmuştur.” (Nisa, 4/48)





3) Velilerin Ruhlarına Kurban Kesmek Ve Kabirleri Etrafında Ta’zimde Bulunmak:



Günümüzde cahillerin yaptığı işlerden bazıları, velilerin türbeleri önünde kurban kesmek, belirli zamanlarda etrafında toplanıp ta’zimde bulunmak, şifa umuduyla hastaları onlara taşımak, oralarda geceleyip ölmüş olan velilerden şefaat istemek, onlara seslenip dua talep etmek, onlardan meded ummak gibi şeylerdir. Bunların tümü Allah’ın şeriatinde bulunmayan cahiliyye işi sapıkça bid’atlerdir. Allah’a, ibadette başkalarını ortak koşmaktır. Allah, bu tür şirklerden kullarını sakındırmıştır.

“Allah’a ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın” (Nisa, 4/36)

“Bile bile Allah’a eşler koşmayın” (Bakara, 2/22)

Bu işleri yapanla, yapılmasına rıza gösteren hüküm açısından aynı konumdadır. Bu hüküm şirktir, iman ettikten sonra küfre sapmaktır. Allah cümlemizi bundan korusun...

Şaşırtıcı bir gerçektir ki, bu tür bid’at tevessüllere başvuran kimseler meşru tevessül çeşitlerini kullanmak yönünden pek zayıftırlar. Kur’an ve sünnet kaynaklı meşru tevessül çeşitlerini bırakıp kendi uydurdukları dualar ve bid’at tevessül çeşitleriyle Allah’a yakın olmayı ummaktadırlar. Oysa Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun ve ashabının uygulamaları bu konuda en hayırlı ve en faydalı olanıdır.

“Hayırlı olanı daha aşağısıyla mı değişiyorsunuz” (Bakara, 2/61)

İnkar edilmeleri din’de asıl olan, iftira yolu ile ona eklenmeye yeltenilen bu gibi bid’atleri ilk defa reddeden biz değiliz. Bilakis bu, Sahabe, Tabiûn ve Dört İmam ile kıyamete kadar onlara uyan kimselerin yoludur.



MÜSLÜMANLARIN TEVESSÜL KONUSUNDA YANLIŞA DÜŞME SEBEBLERİ


1 ) En önemli sebeb taklittir. Taklit , bir kimsenin herhangi bir delile dayandırmadığı bir görüşünü , kabullenmektir. Bu şer’i açıdan yanlış bir tutumdur ve yasaktır . Mukallid , delilini bilmeden taklit ettiği kimsenin görüşünü aksi sabit olsa da bağnazca savunan kimsedir. Allah bir çok ayette bu tutumdan sakındırmıştır.

“ Onlara _ “Haydi , Allah’ın indirdiğine ve Rasule gelin “ dendiğinde derler ki _ “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter.” Ya babaları bir şey bilmeyen , doğru yola ermemiş kimsele idiyse?...”(Maide 104)

Selef alimleri ve müctehid imamlar aynı şekilde taklitten sakındırmışlardır. Zira taklit , çekişme , zayıflık ve saflarda bölünme sebebidir . Bu nedenle bütün meselelerde tek bir kişiyi taklit eden bir sahabiye rastlamak mümkün değildir. Dört imam da bu görüşlerinde bağnaz bir tutum içerisine girmeyip kendilerine Allah rasulunün (s. a.v.) sahih bir hadisi ulaştığında derhal görüşlerini terk etmişlerdir. Ayrıca kullandıkları delilleri bilmeksizin kendilerini taklit etmekten başkalarını sakındırmışlar , şu ayetin manasını hakkıyla anlamış olduklarını ortaya koymuşlardır :

“ Size indirilene uyun. Ondan başkasını dost edinip de uymayın .Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz ! ..”(Araf 3)



2 ) Bir konuyu değerlendiriken ayet ve hadislerin bir kısmını alıp bir kısmını almamak. Bununla beraber , delil edindikleri ayet ve hadisler de , halbuki ne onların ispat etmek istediklerine delil olabilir , ne de görüşlerini destekler mahiyettedir. Ancak kesin olan şu ki ; onlar nasların delalet ettiği doğru tefsiri bilmiyorlar , ya da onları delalet ettiğinden çok uzak anlamlarla tevil ediyorlar. Şu ayette olduğu gibi :

“ Ey iman edenler ! Allah’tan sakının ve ona vesile arayın “ (Maide 35)

Bu ayette “vesile” den maksat , taat ve hoşnut olduğu amellerle Allah’a yakın olmaktır. Oysa bazı kimseler bu ayeti Allah’tan başkasından meded ummaya delil getirmektedirler. Bu , Allah’ın kelamını tahrif etmektir. Allah’ın emrettiği vesile , müfessirlerin ittifak ettiği gibi Salih ameller vasıtasıyla Allah’a yakın olma talebidir.

Yine hadislerden ise bazı kimselerin bahsi geçen “Yağmur Duası“ hadisinde Hz. Ömer’in , Hz. Abbas’la yaptığı tevessülü , Allah rasulüne (s.a.v.) yakınlığı nedeniyle zatiyle yapmış bir tevessül olarak değerlendirmeleri buna örnektir. Peki o zaman , Hz. Muaviye’nin ve diğer Müslümanların Yezid b. Esved el Cüreşi ile yaptıkları tevessüle ne buyrulur ? … Cüreşi dua eder etmez yağmur yağmaya başlamıştır. Bu konuya örnek olarak “Ama” hadisini de verebiliriz.



Ama’nın biri Allah rasulüne (s.a.v.) gelerek _ “Bana afiyet vermesi için Allah’a dua et “ der. Allah rasulu (s.a.v.) ona _” Dilersen dua ederim. Dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır “ der.

Ama' da _ “dua et” diye ısrarını bildirir. Bunun üzerine Allah rasulu (s.a.v.) ona güzel bir şekilde abdest alıp şu duayı söylemesini emreder._” Allah’ım sana peygamberin rahmet peygamberi Muhammed (s.a.v.) ile yöneliyorum. Ey Muhammed ! Hacetimin giderilmesi için seninle Rabbime yöneliyorum . Allah’ım ! Benim hakkımda onu şefaatçi kıl !



Hadiste görüldüğü gibi Allah rasulünden (s.a.v.) dua talebi vardır . Aynı zamanda Allah’ın peygamberinin duasını kabulu için “ama dua etmekte _” Allah’ım ! Benim hakkımda onu şefaatçi kıl “ demektedir .




3) Aslı astarı olmayan hatta bazen dinin asıllarıyla çelişen uydurma hadislerle ve Allah rasulune (s.a.v.) nisbeti kesinlik kazanmamış zayıf hadislerle amel etmek. Örnek olması sebebiyle birkaç tanesini buradaki ortama aktaralım.

“ Makamımla tevessülde bulunun. Şüphesiz Allah katında makamım büyüktür “

Bu hadis (!) uydurmadır , batıldır.



“_Adem günah işleyince dedi ki _ Ya Rab ! Muahmmed’in hakkı için senden beni bağışlamanı dilerim . Bunun üzerine Allah Teala _ Ey Adem ! Henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl biliyorsun ? diye sordu? Adem _ Ya Rab ! Beni elinle yaratıp bana ruhundan üfleyince başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde şu yazıyı gördüm : La ilahe illAllah Muhammedur Rasulullah. Bildim ki Sen adının yanına ancak en sevdiğin kimsenin adını yazarsın .

Allah da şöyle buyurdu._ Seni bağışladım , Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.”



Uydurmadır.

Râvilerinden olan Abdurrahm an b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.

Zehebi, bu hadis hakkında: ''Hadis uydurmadır. Abdurrahman yalancıdır. Ve Abdullah İbni Meslem el-Fahri'nin kim olduğunu bilmiyorum'' demektedir.

Mizan'ul-İtidal'de bu hadis için ''batıl bir haberdir'' denilmektedir.

Beyhaki Delail Nübüvve'de ''Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem zayıf ravilerdendir'' der.

El-Elbani bu hadisi aktardıktan sonra '' Sonuç olarak ben derim ki: Bu hadisin Peygamber (sav)'den aslı yoktur. Bu hadise iki muhterem hafız -Askalani ve Zehebi- batıl hükmü vermiştir.( Zayıf Hadisler Silsilesi 1/hadis no 25) diyerek hadisi eleştirmektedir.



Şeyhul İslam İbni Teymiyye (ra): ''Hakim bu rivayeti sahihi sakimden (zayıf) ayırma babının girişinde aktarmakta ve Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem'in babasından rivayet ettiği hadisler uydurmadır'' demektedir.



El-Sagani “uydurulmuş” dedi.( El-Sagani El-Hadis El-Mevzuat sy.7) Elbani de aynı şeyi söylemiştir.( Silsile el-Zayif 1/450 no 282)

El Acluni Uydurma olduğunu söylemiştir ( el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 214.)

Şeyh Molla Aliyyul Kari "Zayıftır ama anlamı doğrudur… ” (Aliyyul Kari El-Esrar El-Merfuat sy 67-68) der ve şu iki hadisi bu görüşüne delil getirir:


a. İbn Esakir tarafından nakledilen hadis ”sen olmasaydın dünya yaratılmazdı.” İbni Cevzi bunu nakletti ve şöyle dedi ”uydurulmuştur” (İbni Cevzi El-Mevzuat 1/288) ve Suyuti’de aynı şeyi söylemiştir. (Suyuti El-Laai 1/272)



b. Deylemi’den nakledilen bir hadis ”Ya Muhammed! Sen olmasaydın Bahce (cennet) yaratılmış olmazdı ve Sen olmasaydın ateş (cehennem) yaratılmış olmazdı.”

ElBani derki ”Deylemi’den hadisin sahih olduğunu ortaya koymadan gerçekliğini onaylamak doğru olmaz ki Hiç bir alimin bu konu üzerinde durmuş olmasına rastlamış değilim… Deylemi’nin bunu aktaran tek kişi olması benim için bu hadisin zayıf olduğuna inanmak için yeterlidir, dahası Musned’inde (Deylemi Müsned 1/41/2) rastladığımda zayıf olduğuna inandım. (El Elbani Silsile El-Zayıf 1/451 no.282)



Yukarıdaki sözün uydurma olduğuna bir delil de yine başka bir rivayetten ! Akıl sahiplerini çelişkiyi görmeye davet ediyorum :

Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.s.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmesinden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:

Adem (a.s.) Hindistana iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Rasûlullâh (iki defa) deyip ezan okur.
Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.
İbn Asâkir (1/323/2).



Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.

Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.s.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.s.)’i tanımamıştır.



Bununla birlikte Allah c.c. Her şeyi bilmiyormuş gibi Hz. Adem’in Hz.Muhammed(s.a.v) adını nerden gördüğünü bilmiyor da yarattığı Adem’e sorarak cehaletini gideriyor (haşa! Summe haşa )



Son Olarak :

Muvahhid bir kula düşen , kişiyi büyük şirke , küçük şirke veya haram olan bid’ate düşüren bid’at tevessül türlerinden sakınmaktır . Zira bu , duada haddi aşmaktır , ve duanın karşılıksız kalmasını gerektirir. Çünkü Allah azze ve celle ancak şer’i ölçüler içerisindeki duaları kabul eder.Ayrıca mü’min kul ,dualarını Kur’an ve sünnetten seçmeye özen göstermelidir. Zira bu kabul edilme açısından daha güvenilirdir ve de kişiye sevap kazandırır.

Bir hadiste _ “haramlar bellidir , helaller bellidir. Birde ikisi arasında şüpheli şeyler vardır . Bunlardan sakınmayan tehlikeye girer “ manasındaki hadisi şerife göre bile en azından hareket etmenizi , görüyorsunuz ki Bid’at olan tevessülleri en azından ben bunlardan beriyim diyerek reddetmenizi bekleriz.

Allah’ım ! Güzel isimlerin yüce sıfatların ; sana olan imanımız , Rasulüne duyduğumuz sevgi ve sünnetine olan bağlılığımız ; ancak senin rızanı gözettiğimiz Salih amellerimiz ve içimizden Salih kimselerin duasıyla sana yakınlık umar ; bizleri yolunda çaba gösteren , yoluna çağıran Peygamberinin (s.a.v.) sünnetine bağlı , haktan ayrılmayan muvahhid kimseler kılmanı , bizi düşmanlarımıza galip getirp aziz dinin İslam’ı yüceltmeyi bizlere nasib etmeni Senden dileriz

-----------------------------------


ŞİRK OLAN ZAT İLE TEVESSÜLE KENDİ AĞIZLARINDAN ÖRNEKLER



Ölüden Yardım İsteyenlere Örnekler

1- Said Nursî Örneği
url


Nurcular şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığını iddia ederler:
“Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olursa olsun yetişirim imdada ”
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2083.)

Bu iddiayı Said Nursî’nin 23 şakirdi yapar . (İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.)
İspat için, cifr denen hayali şeylere dayanır ve şiirde, Abdulkadir Geylânî’nin şu anlamı sakladığını söylerler:
Müridim Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydoğu Asya’dan bidatçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada ALLAH’ın izni ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim.”

Yardımın nasıl gerçekleştiği de şöyle anlatılıyor:
“Evet Hazret-i Gavs’ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya’nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs’ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.

Üstadımız diyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir ."
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lema, c. II, s. 2084.)
Risale-i Nur Enstitüsü | Risale-i Nur Külliyatı
Risale-i Nur Enstitüsü | Risale-i Nur Külliyatı




Bu inancın Kur’ân’a aykırılığını gösteren âyetler daha önce okunmuştu. Bir âyet de şöyledir:
“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? ALLAH ile beraber başka bir ALLAH mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 62)

Güç yetirilemeyen konularda başkasından yardım alınabilirse artık kim ALLAH’a sığınır? ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, ALLAH’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)

“ALLAH neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
ALLAH’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)

“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “ALLAH” diyeceklerdir. De ki: “ALLAH’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? ALLAH bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da ALLAH bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “ALLAH bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zümer 3 8 )
HafazanAllah , Allahım aklıma mukayyet ol .

Hasan_Baba_Turbesine_Giden_Yol_Yenilendi.jpg
t%C3%BCrbe.JPG


Bunu bir kısım insanların bediuzzaman sıfatı verilen , kitaplarına Kuran-ı kerim'in ( urvet'ul Vuska ve hablullah http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sualar&Page=244) Haşa sıfatlarını veren İnsan söylüyor !!



Bu inancın üzerine ne söylenebilir ki ?

Hiç bu zihniyet ve itikadi benimseyenlere islam dini gelmiş de cahiliyye devrinden kurtulmuş denilir mi ?

Allahım müslümanları böyle sakatlardan ve anlayışlarından halas eyle .






2- Fethullah GÜLEN Örneği
fethullah+g%FClen+a%F0lamas%FD


Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcası Hamza’nın kendine, sayılamayacak kadar çok yardım ettiğini iddia eder ve onlardan birini şöyle anlatır:

Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz... “Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum...
Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!” diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı... Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi...
.
( Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996, ayrıca
http://arsiv.zaman.com.tr/1996/11/28...ndi/index.h tml ; (30/11/2003) )

Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza!” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yetiş!..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra şöyle diyor:

“Ehl-i tahkik, şahıslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede olduğu gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-ı Hakk’ı göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasıtalıktan öte tasarruf adına hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onları vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tır. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardımcı olması, bir şey yapması mümkün değildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarında, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlarını yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamış olanlar, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşanları Allah’ın izniyle her zaman destekler, onlara arka çıkar ve onları korurlar. Ama, arz ettiğim gibi frekans birliği şarttır”.



İsa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak şöyle diyorlar:
İsa kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır . (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 859. )
Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır” ( Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519).

Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İşte Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakınından çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 13-14)

“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.”
De ki: “Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.” (En’am 63-64)

“Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut 65)

Hamza gibi şehidlerin ölmediğini ispat için şu ayete dayanılıyor:

“Allah yolunda öldürülenlere ´ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.” (Bakara 27154)

Allah, “siz bunu fark edemezsiniz” dediğine göre bize söz düşmez. Onlardaki canlılık, insanın fark edebileceği cinsten olsaydı, öncelikle Peygamberimiz fark eder, Hamza’nın ölümüne pek fazla üzülmezdi.
Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “biz onun, Hamza’ya ağladığı kadar bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cesedinin başında durdu ve sesli olarak, hıçkıra hıçkıra ağladı” (Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahiku’l-Mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256.)

Konu ile ilgili diğer âyetler şöyledir:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Hayır, onlar diridirler, Rableri katında rızıklanırlar.Onların içleri açılır; çünkü onlara Allah, kendi ikramından vermiştir. Arkadan gelip kendilerine henüz katılmamış olanlar adına da sevinirler. Çünkü onları korkutacak veya üzülmelerine sebep olacak bir şey yoktur.
Allah’ın nimeti ve ikramı sebebiyle de sevinirler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacaktır.” (Al-i İmran 169-171)

Bir an için “siz bunu fark edemezsiniz” hükmünün olmadığını ve iyi müminlerin onların farkına vardığını düşünelim. Bu durumda fark edilecek tek şey, içinde bulundukları nimetler olur. Bu, onların insanlara yardım edeceğine delil olmaz. Onlardan yardım isteyenlerin durumu, şu ayette açıklanandan başkası değildir:
“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkaf 5)

Mekke müşrikleri de tanrılarında var saydıkları gücü Allah’ın verdiğine inanırlardı. Kabe’yi tavaf ederken şöyle derlerdi:
Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek”
“Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin
.”

Bu, delilsiz bir iddiaydı. Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki,onlar “Lebbeyk lâ şerîke lek = Emret Al-lah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur.” dediklerinde Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle derdi: “Yazıklar olsun; burada kesin, burada kesin ”.(Müslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.)

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Desen ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim?’ Onlar: ‘Allah’tır!’ diyeceklerdir. Deki; ‘O halde ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus 31-32)

Hamza’yı, Abdulkadir Geylânî’yi veya başkasını yardıma çağıranlarla zaman zaman şöyle konuşmalar yaparız:
- Onlar sizi tanıyor mu?
- Allah tanıtamaz mı?
- Onlar sizi duyabilirler mi?
- Allah duyuramaz mı?
- Onlar sizin konuştuğunuz dili bilirler mi?
- Allah öğretemez mi?
Peki onlar ölmemişler midir?
- Onlar ölmezler, desem okuduğun ayetlere göre bunun bir faydası yoktur.
- Demek Allah Teâlâ önce onlara dirilik verecek, sonra sizi ona tanıtacak, sesinizi duyuracak, dilinizi öğretecek ve sizi anlamasını sağlayacak; sonra da sizin lehinize aracılık yapmasına, kendine karşısında sizi savunmasına müsaade edecek. Size göre aynı anda on binlerce kişi onlara baş vurmakta ve yardım istemektedir. Bunların her birini anlaması ve sıraya koyması da gerekecektir. Bu, ancak hayal aleminde olabilir!

Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevap versinler bakalım.
Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın.”
“Çünkü benim velim Kitap’ı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder.”
“Onun yakınından çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.” (Araf 191-197)





abimi-diri-diri-kosk-e-gomduler_o.jpg
9A3A4894C8F38E45BBF9E4C4b.jpg


KORKUT ÖZAL, UÇAK HAVADA SALLANINCA RABITA YAPMIŞ!

Uçakta rabıta yapmış
Nakşibendi tarikatı şeyhi Mehmet Zahit Kotku ile ABD seyahati dönüşü uçakta çok sallanınca rabıta yaptığını anlatan Korkut Özal, ‘Bu bir manevi bağdır’ dedi. Özal, Kotku ile talebelik ilişkisi kuranların böyle hatıraları olduğunu söyledi.


Emekli Mimar Prof. İsmail Tuncay Uslu’nun rüyasında gördüğü Nakşibendi tarikatı şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun emirlerini Başbakan Tayyip Erdoğan’a göndermesiyle patlak veren tartışma sürerken, Korkut Özal da, bir Amerika seyahati dönüşü uçakta, Kotku ile rabıta (TDK sözlüğüne göre ‘Tarikatlarda müridin şeyhi aracılığıyla kalbini Allah’a bağlaması’ geliyor.) yaptığını anlattı.

Korkut Özal, geçen pazar Fenerbahçe Camii’nde kıldığı sabah namazının ardından, aralarında Kadıköy Müftüsü’nün de bulunduğu cemaatle paylaştığı Şeyh Zahit Kotku ile ilgili anısını Hürriyet’e şöyle anlattı:

‘Amerika’dan gelirken teyyarede bana gelen bir durum oldu. Teyyare çok fazla sallandı. Rahmetli Mehmet Zahit Efendi bizim şeyhimizdir. Teyyare sallanınca, ona bir rabıta yaptım. Bu bir nevi manevi bağdır yani. Seyahatten döndükten iki gün sonraydı. Hocaefendinin Ankara’da olduğunu ve bir yerde yemek yediğini söylediler, oraya gittik. Salona girdiğimizde, koltukta oturuyordu Hocaefendi. Yanına gittim, eğildim elini öptüm. Eğildi, kulağıma, ‘Ne o, teyyare çok mu salladı?’ dedi. Böyle çok hatıram var. Hocaefendiyle, talebelik münasebetleri olanların bu gibi hatıraları var. Fenerbahçe Camii’nde anlattığım olay budur.’

Tarikatın en önemli kollarından İskender Paşa Cemaati’nin şeyhliğini yapan Mehmet Zahit Kotku’nun müritleri arasında Necmettin Erbakan ve Turgut Özal gibi isimler bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın da yakın olduğu İskender Paşa Cemaati, Kotku’nun ölümünden sonra yerine geçen damadı Esat Coşan döneminde Erbakan ve Milli Görüş’le yollarını ayırmıştı.
13 Kasım 1980’de ölen Kotku, Süleymaniye Camii avlusuna, Kenan Evren’in izniyle defnedilmişti.

ERDOĞAN’A: ÇANKAYA’YA ÇIKMA

Başbakan Erdoğan’la yakın dostluğu olduğunu, zaman zaman kamuoyu aracılığıyla görüşlerini dile getirdiğini, kendisine sorulduğunda Başbakan’a fikrini söylediğini belirten Korkut Özal, ağabeyi 7. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ı örnek göstererek, ‘Çankaya için erken!’ uyarısında bulundu. Kimin cumhurbaşkanı olacağını tartışmanın çok erken olduğunu, seçimin Mayıs 2007’de olacağını fakat hangi parlamentonun yapacağı konusunun henüz belli olmadığını savunan Özal, şunları söyledi:

‘Bana sorsa Tayyip Bey’e şunu söylerim: ‘Sen tekrar başbakan olarak Türkiye’ye hizmet etmeyi, oraya gitmeye tercih et.’ Örneği var. Benim ağabeyim aynı şeyi yaptı. Başbakanlıktan Cumhurbaşkanı oldu. Onun deneyimleri bana, öyle bir gidişin, zamansız olursa, faydadan çok zararı olacağını söylüyor. Ağabeyim Çankaya’da çok sıkıntılı günler geçirdi. Orası dışarıdan göründüğü gibi değil.’

53 yıllık evlilik

İLGİNÇ açıklamalarla dikkat çeken Korkut Özal, evliliklerinde 53 yılı geride bıraktığı eşi Müjgan Özal’ı katıldığı toplantılarda yanından ayırmıyor. Özal çifti, 1986’da kurdukları Abdurrahman Korkut Özal Vakfı (AKÖZ) aracılığıyla yoksul öğrencilere burs verip, okul ve cami yapımında bağışta bulunuyor.

http://www.haberturk.com/news/206564.html



AÇIKLAMA :

Yunus 22: Sizi karada yürüten ve denizde yüzdüren Allah'tır. Bir gemide olduğunuzu, hoş bir meltemin yolcuları götürdüğünü ve herkesin bunun hazzını yaşadığını düşününüz. Tam o sırada geminin bir kasırga ile karşılaştığını yolcuların her taraftan dalgalarla sarıldıklarını ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları zaman, sırf Allah'ın dinine inanan samimi bir bağlılıkla O'na şöyle yalvarırlar; «Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan kesinlikle şükredenlerden olacağız.»

23 : Fakat Allah kendilerini bu zor durumdan kurtarır kurtarmaz hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara dalarlar. Ey insanlar, yapacağınız taşkınlıklar aslında kendi aleyhinizedir, bu yolla geçici dünyanın yararını elde edersiniz, ancak sonra bize dönersiniz, biz de yaptıklarınızı size bir bir haber veririz.»


Ayette de gördüğümüz gibi Müşriklerin dahi bir tehlike anında Dini Allaha halis kılarak samimi , içten şekilde bütün aracıları yok ederek Allaha yalvarıp dua ettiklerini bildirmektedir. Allah c.c. ise bu şekilde aracısız Rabbe istiğase edilmesini doğru bulmaktadır . Fakat sonraki ayette ise onların tehlikeden kurtulup sağ salim karaya çıkan , ölüm tehlikesini atlatan insanların tekrar müşrik inançlarına geri döndüklerini , şirk koşarak küfür işlediklerini bildirmektedir. Bunun ise sahiplerinin felaketi olduğunu bildirerek iman edenleri bu tür ikiyüzlü hareketlerden uzak olması gerektiğinin ikazını yapmaktadır.



Yukarıda ismi geçen şahıs ve kendisiyle inanç ikizindeki kimselerin , cahili anlayış müntesiplerinden bile betercesine , onlardan daha adice tehlike anında dahi dini Allaha halis kılmamakta , Şah damarıyla arasına aracılar sokma halet-i ruhiyeti içerisindedirler. Üstelik inançalarına göre bu aracıların ölü olması Aracılık vazifesinde daha etkili olmasına etkendir !

Bu tür sapkın ve cahiliyyeden daha beter akide anlayışlarından Allaha sığınırız.
Bu tür kimselere Rabbimizin buyruğu üzere : Ey insanlar, yapacağınız taşkınlıklar aslında kendi aleyhinizedir ikazımızı yapmaktayız.

[flash]http://content.longtailvideo.com/fi...-tr.org/images/statusicon/forum_old.gif&flash width=500, height=350[/flash]
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
RASULULLAH'TAN İSTİĞASE VE ŞEFAAT



Soru

Din önderi âlimler - Allah onları itâatına muvaffak kılsın - Rasûlullah (s.a.v.)'den istiğasede bulunulmaz diyenler hakkında ne düşünüyorlar?

Bu sözün söylenmesi haram mıdır?

Bu söz küfür müdür, değil midir?

Allah'ın Kitabı'ndan bazı âyetleri ve Rasûlullah (s.a.v.)'in bazı hadîsleri delil gösterilirse, delili ona fayda verir mi, vermez mi?

Kur'an ve Sünnetten delil getirildiğinde, ona muhalefet edenin durumu ne olur?




Cevap

Hamd Allah'adır. Peygamber (s.a.v.)'in şefaatçi olduğu, şefaatçi kılındığı kıyamet gününde, insanların ondan şefaat isteyecekleri, Rableri nezdinde kendilerine şefaat etmesini talep edecekleri ve kendisinin onlara şefaat edeceği müstefîz, hattâ mütevâtir Sünnetle ve ümmetin ittifakıyla sabittir.

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat ayrıca, Rasûlullah'ın büyük günah işleyenlere şefaat edeceği ve tevhid ehli olan kimsenin ebedi olarak cehennemde kalmayacağı konusunda birleşmişlerdir.

Haricîlerle Mutezile, büyük günah işleyenlere şefaati inkâr ederler, ama mü'minlere şefaati inkâr etmezler. Bunlar bid'atçı ve sapık kimselerdir. Ancak tekfir edilmeleri hususu tartışmalıdır ve bu konuda farklı düşünceler vardır.

Tevatür ve icmâ ile sabit olanı, hüccet ortaya konduktan sonra inkâr eden kâfir olur, İster buna istiğase ismi verilsin, ister verilmesin farketmez. Rasûlullah (s.a.v.)'in şefaatini kabul edip, sahabenin yaptığı gibi, onunla tevessül ve şefaat dilemeyi inkâr edene gelince; - nitekim Buhârî Sahîh'inde Enes'ten şunu nakletmektedir:

"Kıtlıkla karşı karşıya kaldıklarında Ömer b. el-Hattab, Abbas İbn Abdulmuttalib'le istiskâ eder ve:

"Allahım, (hayattayken) Peygamberimizle tevessül ederdik; bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Sana Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz, bize yağmur ver, derdi."

Râvî diyor ki: Bu dua üzerine yağmur yağdırılırdı.

(Buhârî, İstiskâ 3, Fedâilu Âshâbi'n-Nebî 11).



Ebû Davud'un Sünen'i ile başka hadis kitablarında da şöyle bir rivayet nakledilmektedir :

Bir bedevi Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e:

"Sıkıntıya düşüldü, çoluk-çocuk aç kaldı; mal helak oldu. Bizim için Allah'a dua et. Allah nezdinde seni şefaatçi kılıyoruz. Senin nezdinde de Allah'ı şefaatçi kılıyoruz" dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem): "Fesubhânellah", dedi.

O kadar kî durumun vehameti ashabın yüzlerinden okunuyordu. Rasûlullah, devam ederek şöyle dedi:

"Yazıklar olsun, sen neler söylüyorsun! Allah, yaratıklarından hiç kimsenin nezdinde şefaatçi olmaz. Allah'ın şânı bundan yücedir... ilh
"
( Ebû Dâvud, Deavât 19),



Rasûlullah (s.a.v.) bedevinin; "Senin nezdinde Allah'ı şefaatçi kılıyoruz" sözünü reddetmiş, ama "Allah nezdinde seni şefaatçi kılıyoruz" sözünü reddetmemiştir.

Böylece bunun caiz olduğu anlaşılmaktadır. Kim bunu inkâr ederse sapıktır, hatalıdır ve bid'atçıdır. Ama tekfir edilmesi tartışmalıdır ve bu konuda tafsilât vardır.



Kur'ân, Sünnet ve icmâ ile sabit olan şefaat, tevessül ve benzeri şeyleri kabul edip "Allah'tan başkasına dua edilmez; günahların affedilmesi, kalblerin hidayeti bulması, yağmurun yağdırılması, bitkilerin bitirilmesi gibi Allah'tan başka kimsenin gücünün yetmediği şeyler yalnızca Allah'tan istenir" diyene gelince:

Bu söylediklerinde isabet etmiştir. Hattâ bu, müslümanlar arasında tartışmasız kabul edilen bir konudur.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O kimseler bir fahşa yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederek günahları için bağışlanma dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayacak kim vardır? Onlar yaptıkları (kötü) işlerde bile bile ısrar etmezler." (3 Âl-i İmrân 135)

"Gerçek şu ki, (Ey Muhammed) sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas 56)

"Ey insanlar, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında da bir başka yaratıcı var mı? O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?"(Fâtır 3)

"Allah bunu ancak size müjde olması ve böylece kalplerinizin mutmainleşmesi için yapmıştır. Yardım ancak Aziz ve Hakim olan Allah katındadır." ( Al-i îmrân 126)

"Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına (Ebû Bekir'e) şöyle diyordu:
"Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (küfür çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe 40)



"Kitab ve Sünnet'te kabul edilenlerin kabul edilmesi, reddedilenlerin de reddedilmesi gerekir. Allah ve Rasulunün sözlerinde hangi şey red veya kabul edilmişse, ayniyle kabul edilmesi gerekir. Başkasının sözlerinde bu anlamlar bulunuyor ve sözünden neyi kasdettiği anlaşılıyorsa, sözünün hükmü kendisi için de geçerli olur. Değilse, ne kasdettiği kendisine sorulur.

Bazen, Allah ve Rasulunün sözleri açık anlamlar ifade ettiği halde insanlardan kimisi, onlardan Allah ve Rasulunün kasdettiklerinden farklı şeyler anlar. İşte böyle anlayanların anlayıştan kendilerine iade edilir.
"

Buna örnek, Taberânî'nin "el-Mu'cemu'l Kebir"inde aktardığı şu rivayettir:

Rasulullah (s.a.v.) yaşarken bir münafık vardı , mu'minlere durmadan eziyet ediyordu.
Bir gün Ebubekir Sıddik (r.a.) dedi ki :
"Kalkın gidelim bu münafığa karşı Rasulullahtan yardım dileyelim".
Kalkıp Rasulullaha (s.a.v.) gittiler.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki :
Benimle yardım (istiğase) dilenilemez , Allahtan yardım (istiğase) dilenilir.
( Taberânî'nin "el-Mu'cemu'l Kebir)



Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) bu sözüyle ikinci anlamı, yani ancak Allah'ın güç yetirdiği bir şeyin kendisinden istenilmesini reddetmiştir. Değilse, sahabe duasını istiyor ve onunla istiskâ ediyorlardı.

Nitekim Buhâri'nin Sahîh'inde İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:

"Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in, yağmurun yağması için dua ettiğini ve henüz (minberden) inmeden bütün olukların gürül gürül aktığını görünce, yüzüne baka baka şairin: "Teni beyaz, yüzüsuyu hürmetine bulutlardan yağmur niyaz edilendir. Yetimlerin, eline baktığı dulların güvencesidir" sözünü kaç defa anmışımdır. (Şiir, Ebû Tâlib 'indir)

İşte bu nedenle, Allah Teâlâ'nın yüce isimleriyle ilgili eser yazan âlimler şöyle diyorlar:

"Alelıtlak / iyâs ve Muğis (sıkıntıyı gideren) sadece Allah'tır. Sıkıntıyı giderecek her yardım O'nun katındandır. Bu yardım, başkasının aracılığıyla gerçekleşse de hakikatte O'nun için, mecaz olarak da başkası için kullanılır."

Dediler ki: "el-Muğîs" ve "el-Giyâs" Allah'ın isimlerinden olup, "el-Muğîs" Ebû Hüreyre'nin hadîsinde zikredilmektedir. Ümmetin bu konuda icmâ ettiğini de söylerler.

Ebû Abdillah el - Hâdimi şöyle demektedir: el-îyâs, el-Muğîs anlamındadır. Daha çok "Ğiyâsu'l-müsteğîsin" kullanılır ki, kulları sıkıntı anlarında O'na dua ettiklerinde imdatlarına koşan; onlara cevap verip sıkıntılarından kurtaran, anlamındadır.

(Ebû Abdillâh, el-Huseyn b. el-Hasen b. Halim el Buhârî, el-Curcânî: Şafiî fakîhidir. Kadılık yapmıştır. Maverâunnehr'in muhaddisi olarak da bilinir. Ölümü: 403/1012. (el-A'lâm)

Buhârî ve Müslim'in "istiskâ" ile ilgili rivayetlerinde:

ﺍﻠﻠﻬﻢ ﺍﻏﺛﻧﺎﺍﻠﻠﻬﻢ ﺍﻏﺛﻧﺎ" Allah'ım bize yağmur ver. Allah'ım bize yağmur ver" (Buhârî, İstiskâ 3, Fedâilu Ashabi'n-Nebî 11) buyurulmaktadır.

ﺃﻏﺎﺚnin masdarı ﻏﻴﺎﺛﺎ ﺇﻏﺎﺛﺔ ve ﻏﻮﺛﺎ şeklinde de gelir.
ﻏﻮﺚ mastarı, icabet eden manasınadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلْفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُرْدِفِينَ

"Siz Rabbinizden yardım taleb ediyordunuz, O da: "Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim" diye cevap vermişti." (Enfâl 9)

Ancak "iğase" daha çok fiilî şeyler için, "icabet" ise kavli şeyler için kullanılır. Maamafih her birinin diğerinin yerine kullanıldığı da olmuştur.
Mustağîs (iğâse talebinde bulunan) ile dua eden arasındaki fark; müstağîsin, (iğâse edenin) "ğavs" kelimesini kullanarak nida etmesi ve dua edenin ise, "med'û" ve "muğîs" kelimelerini kullanarak nida etmesidir. Ancak bu görüş su götürür.
Çünküﻦ:

"Allah'ım, müslümanların imdadına yetiş!" cümlesi de "istiğase" kalıplarındandır.

Mâruf el-Kerhî' ninﻮﺍﻏﻮﺛﺎﻩ "imdat" terkibini çokça kullandığı ve: "ben, Allah'ın:

"Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz, O da, size icabet etmişti" buyurduğunu duydum"
, dediği rivayet edilmiştir.

(Mâruf el-Kerhî: Zâhid ve mutasavvıf. Bağdad'da yaşamış ve orada vefat etmiştir.200/815 (el-A'lâm, VII/269))

Me'sûr duada şöyle denildiği nakledilmektedir:

"Ya Hayy, ya Kayyûm! Senden başka ibadete layık ilâh yoktur. Rahmetinle Senden yardım diliyorum. Durumumu düzelt. Bir an için bile olsa beni ne kendime, ne de yaratıklarından birine terketme."

Rahmetiyle "istiğase", aslında kendisiyle "istiğase"dir.

Nasıl ki sıfatlarına sığınmak, hakikatte O'na' sığınmak ise ve onlara yemin etmek, hakikatte kendisine yemin etmek ise.

Hadîste şöyle buyurulmaktadır: "Yaratıklarının şerrinden Allah'ın mükemmel sözlerine sığınırım."

Aynı duada şu da vardır: "Hışmından rızana, cezandan affına, Senden yine Sana sığınırım. Seni hakkıyla övemem. Sen, kendini övdüğün gibisin" ( Buhârî, Enbiyâ 10; Muslim Deavât 54,55)

İşte bu nedenledir ki âlimler, Allah kelâmının mahlûk olmadığına "Eûzu bikelimâtillâhit-tâmmeti"'yi delil getirdiler.

Derler ki: "İstiâze" (sığınma), yaratılmışa yapılmaz. Yemin de öyledir. Buhârî ve Muslim'de Peygamber (s.a.v.)'in:

"Kim yemin edecek olursa, Allah'a yemin etsin, ya da sussun" (Buhârî, Şehâdât 26,Edeb 74, Eymûn; Muslim,Eymân 3) buyurduğu sabittir.

Başka bir rivayette de: "Allah'tan başkasına yemin eden, şirk koşmuş olur" (Tirmizi, Nuzûr 9; Nesâi, Eymân 4;İbn Mâce,Keffârât 2) buyurulmaktadır.
(Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir).

Sahîh rivayetlere göre:
"Allah'ın izzetine", "Allah'ın hayatına yemin olsun ki..." gibi sözlerle yemin etmenin, yasaklanmış olan "Allah'tan başkasına yemin" olmadığında müslümanların ittifak ettiği geçmektedir.

Rasûlullah'ın makamına lâyık olan bir şeyin, Rasûlullah'tan istenmesi anlamındaki istiğâseye gelince:

Hiçbir müslüman buna karşı çıkmaz. Bu anlamdaki bir şeye karşı çıkan, inkârından dolayı tekfir edilen bir hususu inkâr etmişse kâfirdir, değilse hatalıdır, sapıktır. Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in reddettiğini reddetmek de gereklidir. Ancak Allah için olması gerekeni başkasına tanıyan da, bu kimse tekfir gerektiren bir tutum içindeyse, tekfir edilir. Ebû Yezid el-Bestâmî'nin sözleri bu doğrultudadır.

"Yaratılmışın yaratılmıştan istiğâsesi, boğulmak üzere suda çırpınanın, yine kendisi gibi birinden istiğâsesi gibidir" sözüyle, Mısır dolaylarında şöhret bulmuş Şeyh Ebû Abdillâh el-Kureşî'nin:
"Yaratılmışın yaratılmıştan istiğâsesi, mahpusun yine kendisi gibi mahpus birinden istiğâsesi gibidir"

Hz. Musa (a.s)'ın dualarından biri şu şekildedir:

"Allah'ım! Hamd Sanadır. Şikâyet de. Kendisinden yardım istenen Sensin. İstiğâse edilen Sensin. Tevekkül Sanadır. Güç ve kuvvet ancak Sendendir."



İstiğâse mutlak olarak kullanıldığında, ondan anlaşılan mâna bu olup Allah'a has olduğuna göre başkası için mutlak olarak kullanılmamasının reddedilmesi doğrudur.

İşte bu sebepledir ki, İslâm âlimlerinden hiçbiri, "mutlak istiğâsenin" Allah'tan başkasına yapılmasını caiz görmemiştir. Ayrıca bu sebeple de ben, mutlak istiğâsenin Allah'tan başkasına yapılmayacağını söyleyenin bu sözünü reddetmiyorum.

"İstiğâse" de yalnız Allah'tan istenen şeyler vardır. "Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz" âyetinde işaret buyurulan budur.

İbadet konusunda gücünün yettiği bir şey ondan istenebilir ama mutlak yardım sadece Allah'tan istenir; başkasından değil. Savaşta yardım isteme de böyledir. Allah Teâlâ: "Sizden din konusunda yardım isterlerse onlara yardım etmelisiniz" buyurmaktadır.

Fakat düşmanın kendisiyle mağlûp edilmesi için mutlak yardım -ki Allah'tan başkasının buna gücü yetmez - sadece Allah'tan istenir.

Kur'an ve Sünnetle sabit olana karşı çıkan; - ya kâfirdir, - ya fasık veya - isyankârdır.

Ama müctehid, bir mü'min olup yanılmışsa o başka.

İçtihadından dolayı sevap alır, yanılgısı da bağışlanır. Aleyhindeki delilin bilgisi kendisine ulaşmamış kimsenin durumu da böyledir.

Yüce Allah:

"Biz bir elçi göndermedikçe azap edecek değiliz" buyurmaktadır.

Ama Kur'an ve Sünnette aleyhine hüccet getirildiği halde yine onlara muhalefet edecek olursa, durumuna göre cezalandırılır:

Ya öldürülmek suretiyle, ya da daha hafif bir cezayla.

Her şeyin en iyisini Allah bilir.



Peygamber Yoluyla Tevessül



Soru

Peygamber (s.a.v.)'le "tevessül" caiz midir, değil midir?



Cevap

Hamd, Allah'adır.

- Rasûlullah'a iman etmekle,

- Onu sevmekle,

- Ona itaat etmekle,

- Ona salât ve selâm getirmekle,

- Dua ve şefaatiyle ve benzeri şeylerle "tevessül etmek", hem kendisinin fiillerinden, hem de kulların onun hakkında emredildikleri fiillerden olup müslümanların ittifakiyle meşrudur.

Sahabe, hayatında onunla tevessül ediyorlardı. Vefatından sonra ise, onunla "tevessül" ettikleri şekilde, amcası Abbas'la "tevessül" ettiler.


"Allah'ım, onunla sana tevessül ediyorum" sözüne gelince:


Onunda yemin etmek konusunda olduğu gibi, bu konuda da âlimlerin iki görüşü vardır.

Mâlik, Şafiî, Ebû Hanîfe gibi imamların çoğunluğuna göre Allah'tan başka ne bir peygamber, ne de bir melekle yemin etmek caizdir. Böyle bir yeminin geçerli (mun'akid) olmayacağı hususunda da âlimler ittifak halindedir.
Ahmed b. Hanbel 'den gelen iki rivayetten biri de bu şekildedir.


Diğer rivayete göre, başkasiyle değil, sadece Peygamberimizle yapılan yemin geçerli (mun'akid) olur.

Bu sebeple İmam Ahmed'in, talebesi el-Mervezî'ye yazdığı "Mensek" inde "kişi duasında Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'le tevessül edebilir" demektedir.

Fakat İmam Ahmed dışındaki âlimler, bunun Allah'a karşı peygamberle yemin etmek olduğunu ve Allah'a karşı bir yaratılmışla yemin edilemeyeceğini söylemişlerdir.

İmam Ahmed ise, rivayetlerin birinde, peygamberle yemin etmeyi caiz görmüştür. İşte bu nedenle, onunla tevessülü de caiz görmüştür.

Fakat ondan gelen diğer rivayet, âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşü gibidir. Yani peygamberle yemin edilemeyeceği şeklindedir. Diğer peygamber ve meleklerle Allah'a karşı yemin edilemeyeceği gibi, onunla da yemin edilemez.

Biz ne seleften, ne de imamlardan, gerek diğerleriyle ve gerekse Peygamberimizle Allah'a karşı yemin edilebileceğini söyleyen birini duymuş değiliz.
İşte bu nedenle Ebû Muhammed b. Abdisselâm:

"Ne melekler, ne peygamberler ve ne de başka biriyle Allah'a karşı yemin edilir" demiştir.

Fakat kendisine, Peygamber (s.a.v.)'den, kendisiyle yemin edileceğine dair bir hadîsin rivayet edildiği zikredildiğinde; "Hadîs sahih ise, ona hâstır" demiştir.

Oysa söz konusu hadîs, onunla yemine işaret etmemektedir.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Her kim yemin edecek olursa, Allah'a etsin. Değilse, sussun"
(Buhârî Şehâdât 26' Edeb 74' Eymân 4; Muslim, Eymân 3)

Yine şöyle buyurmaktadır .
"Her kim Allah'tan başkasına yemin ederse, şirk koşmuştur"
(Tirmizi , Nuzûr 9; Nesâî, Eymân 4; İbn Mâce, Keffârât 2; Dârimî, Nuzûr 6)

Dua, aslında ibadettir. İbadet ise vahye dayalıdır; arzu ve bid'ate göre yapılmaz. En doğrusunu Allah bilir.

***************************

UYDURMA BİR HADİSE



Yine bazı kabir sevicilerin kendilerine payanda yapabilmek için hadis olmayan fakat "bazı tarih kitaplarında geçen zayıf olayı" , sanki sahihmiş gibi aktarmaları aslında aleyhlerine delil olmaktadır. Şimdi bahsi geçen çarpıtılan olayı aktaralım ve hakiki yorumunu yapalım :


HADİSENİN HAKİKATİ


( Taberi tarihinde , İbn Esir tarihinde ve el bidaye ven nihaye isimli kitablarında aşağıdaki olayı nakledecekler. Orada birileri Rasulullah'ı aracı kılacaklar. )



Hz. Ömer’in oğlu Asım diyor ki :

Ömer zamanında insanlara kıtlık geldi . Hayvanlar oldukça zayıfladı . Çölde yaşayan Muzeyne oğullarından bir aile gelip adamlarına dediler ki : "Bizim açlığımızın ne dereceye vardığını görüyorsun , koyunlarından birini keste yiyelim" .

Koyunların sahibi dedi ki : "VAllahi koyunların üzerinde et diye bir şey yok".

Fakat onlar ısrar ettiler. Onlara bir koyun kesti . Soyduğunda kırmızı kemikten başka bir şey görülmedi .


İşte burada adam şöyle seslendi : “Ya Muhammeda” (Yetiş ey Muhammedim)

Adam rüyasında gördü ki Rasulullah s.a.v. ona geldi ve dedi ki : “sana yağmur yağacağını müjdeliyorum. Git Ömere , ona benden selam söyle ve de ki : “ Ey Ömer , benim seninle yaptığım sözleşme oldukça sağlam sözleşmedir . Sen ahde vefakar birisin . İnsanlara iyi davran , iyi davran.”


Adam geldi Hz. Ömerin kapısına vardı ve kapıda bulunan köleye : “ sen Rasulullah için Ömer’den izin iste” dedi . (Yani ben Rasulullah adına geliyorum dedi)

Köle geldi Ömer’e söyleyince Hz. Ömer telaşlandı . Dedi ki : “bu gelen adamda herhangi bir işkence izi gördün mü?” Köle dönüp baktı döndü “hayır yok" dedi. “Bırak içeri girsin” dedi.

Adam içeri girdi haberi Ömer’e anlattı.

Ömer insanları camide toplanmaya davet etti. Minbere çıktı ve şöyle dedi : “Sizi İslam’a eriştiren Allah hakkı için söyleyin bana siz benden sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey gördünüz mü?”

Onlar da dediler “Allah için görmedik”. Ve devam ettiler “niçin böyle yaptın ya Ömer” dediler.

Ömer olayı onlara anlattı. Onlarda meselenin farkına vardılar , Ömer varamamıştı .

Dediler ki “Rasulullah’ın sana bunu söylemesi , kıtlık oldu yağmur için duada yavaş davrandın ondan olmuş olabilir. Gidelim yağmur duası yapalım”.

Hz. Ömer yağmur duasına çıktı. Kısa bir hutbe irad etti . Yine kısaca 2 rekat namaz kıldı sonra şöyle dedi : “Ey Allah’ım ; yardımcılarımız aciz kaldı, bizim gücümüz kuvvetimiz aciz kaldı , hatta kendimiz kendimize karşı aciz kaldık. Senin dışında herhangi bir halden diğer hale çevirecek veya bir şeye kuvvet yetiştirecek yoktur. Ey Allah’ım sen bize yağmur gönder , kulları ve memleketleri ihya et”.

Taberi Tarihi : C.4 , S: 99 ; İbn Esir Tarihi C.2, S:274 ; Bidaye ve’n Nihaye (Tarih) : C.7 , S:91.


************************************************** ********



Görüldüğü gibi Adam burada “va Muhammeda” (Yetiş Muhammedim) diyor.

Diyen adam kim ? Oradaki koyunların sahibi. Bu sahabe mi ? Değil !. Ama Hz. Ömer döneminde birileri. Bunun böyle demesi ne kadar isabetli ?

Böyle dediği niye bir hadis kitaplarında yok ta Tarih kitaplarında zikrediyor ? Ne kadar doğru ? Böyle dedi mi demedi mi ?

Velhasıl , bunu delil getirerek Rasulullah’a “ey Muhammedim yetiş” dediğine göre “onun yüzü suyu hürmetine haydi haydi denilir , yetişte denir” gibi bize mesned olamaz.

Neye varıyoruz ; Demek ki Rasulullah’ın yüzü suyu hurmetine demek ihtilaflı. Bid’attir , değildir. Ama biz demeyelim bunu telafuz etmeyelim. Çünkü kimseden bu duyulmamış . Birileri de yapıyorsa yapma bunu diye uyaralım .



Hafız İbni Hacer, Ebu Salih es Semman’a kadar olan isnadının sahih olduğunu belirtmiş, kabre gelen adamın Bilal Bin Haris olduğunu belirtmiştir. (Fethul Bari(2/412)
Elbani , üç gerekçe öne sürerek bu rivayeti kabul etmemiştir;

1- Ravi Malik ed Dar’ın zabt ve adaleti maruf değildir, o mechul bir ravidir. İbni Hacer, Malik’in mechul oluşuna işaret etmiştir.

2-
Hadisin metni şeriatta mustehab olan istiska namazına ve bazı aqyetlerin ifade ettiği dua ve istiğfara aykırıdır.

3- Rivayetin sahih olduğu kabul edilse bile bu konuda hüccet olamaz. Çünkü rivayet ismi bilinmeyen bir adama dayanmaktadır. O da mechuldür. Seyf’in rivayetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemekte bir şey ifade etmez, zira seyf Bin Ömer et Temimi ittifakla zayıf bir ravidir…”



İbni Sa’d der ki; “Malik ed Dar, Ömer Bin Hattab’ın azatlısıdır. Cublan’lı, Himyer kabilesindendir. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. O maruf idi.” (İbni Sad Tabakat(5/12)


İbni Hibban, onu güvenilir ravilerin ismini saydığı Sükat adlı eserinde zikretmiş, İbni Sa’d’ın verdiği bilgileri vermiş, hakkında menfi bir söz söylememiştir. (İbni Hibban Sukat(5/384 no;5312)
Lakin İbni Hibban hakkında cerh varid olmamış meçhul ravileri güvenilir saydığından, buna itibar edilmemektedir.
Hafız İbni Hacer de şunları söyler; Malik ed Dar diye bilinen zat, Malik Bin Iyad’dır ve Asrı seadete yetişmiştir. Muaz ve Ebu Ubeyde’den rivayetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivayette bulunmuştur. Buhari Tarih’te Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan, Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivayet etmiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)
Aynı rivayeti tafsilatlı olarak İbni Ebi Hayseme de tahric etmiştir… İbni Sad onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Malikud Dar adı verilmiştir. Ali İbnul Medini’den rivayete göre o, Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı idi.” (İbni Hacer El İsabe(6/274)

İbni Ebi Hatem der ki; “Malik ed Dar, Ömer radıyallahu anh’ın azadlısıdır. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayeti vardır. Ondan da Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. Bunu babam(Ebu Hatem)dan böyle işittim.” (İbni Ebi Hatem Cerh ve Ta’dil(8/213, no;944) Mizzi Tehzibul Kemal(22/624)
Malik ed Dar’ın meçhulul aynlık vasfı kalkmış, lakin meçhulul hal (mestur) sıfatı devam etmektedir. Nitekim Hafız Munziri de; “Malik ed Dar’ın durumunu bilmiyorum” der. (Tergib(2/29) Böyle bir ravinin rivayeti zayıf hadisler kapsamındadır.
Muhammed Bin Yahya ez Zuheli der ki; “Meçhul ravi, kendisinden iki veya daha fazla kimselerin rivayette bulunması ile meçhullükten kurtulur.”(İbni Raceb elHanbeli Şerhu İlel(1/82)

Hatib el Bağdadi de der ki; “Meçhul olan bir ravi, ilimle şöhret kazanmış iki ve daha fazla kimsenin kendisinden hadis rivayet etmesi halinde meçhul olmaktan kurtulur.” (Hatib el Kifaye Fi İlmir Rivaye(s.89) İbnu Salah Ulumul Hadis(s.113) Talat Koçyiğit Hadis Terimleri Sözlüğü(s.260)

Bu durumdaki bir ravi, meçhulül ayn olmaktan kurtulur, fakat meçhulül hal (mestur) olma vasfı devam eder
Bazıları, Ömer radıyallahu anh’ın onu mali işlerde görevlendirmesini, Malik ed Dar’ın hıfz ve adalet bakımından güvenilir oluşuna delil getirmek istemiştir. Lakin bu rivayetin metninde de belirtildiği gibi, o sadece yiyecek dağıtımında görevlendirilmişti.
Nitekim İbni Kuteybe der ki; Ömer Bin Hattab’ın azatlılarından biri de Malik ed Dar idi. Ömer radıyallahu anh ona bir ev vermişti ki, o bu evde halk arasında bir şeyler bölerdi.” (İbni Kuteybe Maarif s.129)
Ebu Ya’la el Halili de, “Malik ed Dar’ın kadim bir Tabii oluşunda ittifak edilmiştir” der ve Tabiin’in ondan övgü ile bahsettiklerini belirtir. Sonra bu rivayeti aktararak Ebu Salih’in Malik ed Dâr’dan rivayetinin mürsel olduğunu söyler. (Ebu Ya’la elHalili el İrşad Fi Marifeti Ulemail Hadis(1/313-316)

Nitekim Ebu Salih bunu tahdis sigası ile değil, an’ane ile rivayet etmiştir. Yani Ebu Salih’in Malik ed Dar’dan hadis işittiği şüphelidir.
Rasulullah (s.a.v.)’in kabrine gelen zatın isim olarak tesbiti konusunda İbni Hacer tarafından Seyf Bin Ömer’in rivayetine dayanılmasına gelince, asıl itibarıyla rivayetin sahih olarak tesbiti konusunda Seyf’in alakası yoktur.
Seyf Bin Ömer, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Lakin yine de bu adamın kim olduğu önemlidir. Zira kabre gidip yağmur duası istemek sözkonudur.
Mesela Buhari’nin Tarihul Kebir’de Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan rivayetinde sadece; Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesinde; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dediğini rivayet etmiş, kıssadan bahsetmemiştir. (
Buhari Tarihu Kebir(7/304)
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt