RASULULLAH'TAN İSTİĞASE VE ŞEFAAT
Soru
Din önderi âlimler - Allah onları itâatına muvaffak kılsın - Rasûlullah (s.a.v.)'den istiğasede bulunulmaz diyenler hakkında ne düşünüyorlar?
Bu sözün söylenmesi haram mıdır?
Bu söz küfür müdür, değil midir?
Allah'ın Kitabı'ndan bazı âyetleri ve Rasûlullah (s.a.v.)'in bazı hadîsleri delil gösterilirse, delili ona fayda verir mi, vermez mi?
Kur'an ve Sünnetten delil getirildiğinde, ona muhalefet edenin durumu ne olur?
Cevap
Hamd Allah'adır. Peygamber (s.a.v.)'in şefaatçi olduğu, şefaatçi kılındığı kıyamet gününde, insanların ondan şefaat isteyecekleri, Rableri nezdinde kendilerine şefaat etmesini talep edecekleri ve kendisinin onlara şefaat edeceği müstefîz, hattâ mütevâtir Sünnetle ve ümmetin ittifakıyla sabittir.
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat ayrıca, Rasûlullah'ın büyük günah işleyenlere şefaat edeceği ve tevhid ehli olan kimsenin ebedi olarak cehennemde kalmayacağı konusunda birleşmişlerdir.
Haricîlerle Mutezile, büyük günah işleyenlere şefaati inkâr ederler, ama mü'minlere şefaati inkâr etmezler. Bunlar bid'atçı ve sapık kimselerdir. Ancak tekfir edilmeleri hususu tartışmalıdır ve bu konuda farklı düşünceler vardır.
Tevatür ve icmâ ile sabit olanı, hüccet ortaya konduktan sonra inkâr eden kâfir olur, İster buna istiğase ismi verilsin, ister verilmesin farketmez. Rasûlullah (s.a.v.)'in şefaatini kabul edip, sahabenin yaptığı gibi, onunla tevessül ve şefaat dilemeyi inkâr edene gelince; - nitekim Buhârî Sahîh'inde Enes'ten şunu nakletmektedir:
"Kıtlıkla karşı karşıya kaldıklarında Ömer b. el-Hattab, Abbas İbn Abdulmuttalib'le istiskâ eder ve:
"Allahım, (hayattayken) Peygamberimizle tevessül ederdik; bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Sana Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz, bize yağmur ver, derdi."
Râvî diyor ki: Bu dua üzerine yağmur yağdırılırdı.
(Buhârî, İstiskâ 3, Fedâilu Âshâbi'n-Nebî 11).
Ebû Davud'un Sünen'i ile başka hadis kitablarında da şöyle bir rivayet nakledilmektedir :
Bir bedevi Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e:
"Sıkıntıya düşüldü, çoluk-çocuk aç kaldı; mal helak oldu. Bizim için Allah'a dua et. Allah nezdinde seni şefaatçi kılıyoruz. Senin nezdinde de Allah'ı şefaatçi kılıyoruz" dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem): "Fesubhânellah", dedi.
O kadar kî durumun vehameti ashabın yüzlerinden okunuyordu. Rasûlullah, devam ederek şöyle dedi:
"Yazıklar olsun, sen neler söylüyorsun! Allah, yaratıklarından hiç kimsenin nezdinde şefaatçi olmaz. Allah'ın şânı bundan yücedir... ilh"
( Ebû Dâvud, Deavât 19),
Rasûlullah (s.a.v.) bedevinin; "Senin nezdinde Allah'ı şefaatçi kılıyoruz" sözünü reddetmiş, ama "Allah nezdinde seni şefaatçi kılıyoruz" sözünü reddetmemiştir.
Böylece bunun caiz olduğu anlaşılmaktadır. Kim bunu inkâr ederse sapıktır, hatalıdır ve bid'atçıdır. Ama tekfir edilmesi tartışmalıdır ve bu konuda tafsilât vardır.
Kur'ân, Sünnet ve icmâ ile sabit olan şefaat, tevessül ve benzeri şeyleri kabul edip "Allah'tan başkasına dua edilmez; günahların affedilmesi, kalblerin hidayeti bulması, yağmurun yağdırılması, bitkilerin bitirilmesi gibi Allah'tan başka kimsenin gücünün yetmediği şeyler yalnızca Allah'tan istenir" diyene gelince:
Bu söylediklerinde isabet etmiştir. Hattâ bu, müslümanlar arasında tartışmasız kabul edilen bir konudur.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"O kimseler bir fahşa yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederek günahları için bağışlanma dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayacak kim vardır? Onlar yaptıkları (kötü) işlerde bile bile ısrar etmezler." (3 Âl-i İmrân 135)
"Gerçek şu ki, (Ey Muhammed) sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas 56)
"Ey insanlar, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında da bir başka yaratıcı var mı? O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?"(Fâtır 3)
"Allah bunu ancak size müjde olması ve böylece kalplerinizin mutmainleşmesi için yapmıştır. Yardım ancak Aziz ve Hakim olan Allah katındadır." ( Al-i îmrân 126)
"Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına (Ebû Bekir'e) şöyle diyordu:
"Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (küfür çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe 40)
"Kitab ve Sünnet'te kabul edilenlerin kabul edilmesi, reddedilenlerin de reddedilmesi gerekir. Allah ve Rasulunün sözlerinde hangi şey red veya kabul edilmişse, ayniyle kabul edilmesi gerekir. Başkasının sözlerinde bu anlamlar bulunuyor ve sözünden neyi kasdettiği anlaşılıyorsa, sözünün hükmü kendisi için de geçerli olur. Değilse, ne kasdettiği kendisine sorulur.
Bazen, Allah ve Rasulunün sözleri açık anlamlar ifade ettiği halde insanlardan kimisi, onlardan Allah ve Rasulunün kasdettiklerinden farklı şeyler anlar. İşte böyle anlayanların anlayıştan kendilerine iade edilir."
Buna örnek, Taberânî'nin "el-Mu'cemu'l Kebir"inde aktardığı şu rivayettir:
Rasulullah (s.a.v.) yaşarken bir münafık vardı , mu'minlere durmadan eziyet ediyordu.
Bir gün Ebubekir Sıddik (r.a.) dedi ki :
"Kalkın gidelim bu münafığa karşı Rasulullahtan yardım dileyelim".
Kalkıp Rasulullaha (s.a.v.) gittiler.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki :
Benimle yardım (istiğase) dilenilemez , Allahtan yardım (istiğase) dilenilir.
( Taberânî'nin "el-Mu'cemu'l Kebir)
Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) bu sözüyle ikinci anlamı, yani ancak Allah'ın güç yetirdiği bir şeyin kendisinden istenilmesini reddetmiştir. Değilse, sahabe duasını istiyor ve onunla istiskâ ediyorlardı.
Nitekim Buhâri'nin Sahîh'inde İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in, yağmurun yağması için dua ettiğini ve henüz (minberden) inmeden bütün olukların gürül gürül aktığını görünce, yüzüne baka baka şairin: "Teni beyaz, yüzüsuyu hürmetine bulutlardan yağmur niyaz edilendir. Yetimlerin, eline baktığı dulların güvencesidir" sözünü kaç defa anmışımdır. (Şiir, Ebû Tâlib 'indir)
İşte bu nedenle, Allah Teâlâ'nın yüce isimleriyle ilgili eser yazan âlimler şöyle diyorlar:
"Alelıtlak / iyâs ve Muğis (sıkıntıyı gideren) sadece Allah'tır. Sıkıntıyı giderecek her yardım O'nun katındandır. Bu yardım, başkasının aracılığıyla gerçekleşse de hakikatte O'nun için, mecaz olarak da başkası için kullanılır."
Dediler ki: "el-Muğîs" ve "el-Giyâs" Allah'ın isimlerinden olup, "el-Muğîs" Ebû Hüreyre'nin hadîsinde zikredilmektedir. Ümmetin bu konuda icmâ ettiğini de söylerler.
Ebû Abdillah el - Hâdimi şöyle demektedir: el-îyâs, el-Muğîs anlamındadır. Daha çok "Ğiyâsu'l-müsteğîsin" kullanılır ki, kulları sıkıntı anlarında O'na dua ettiklerinde imdatlarına koşan; onlara cevap verip sıkıntılarından kurtaran, anlamındadır.
(Ebû Abdillâh, el-Huseyn b. el-Hasen b. Halim el Buhârî, el-Curcânî: Şafiî fakîhidir. Kadılık yapmıştır. Maverâunnehr'in muhaddisi olarak da bilinir. Ölümü: 403/1012. (el-A'lâm)
Buhârî ve Müslim'in "istiskâ" ile ilgili rivayetlerinde:
ﺍﻠﻠﻬﻢ ﺍﻏﺛﻧﺎﺍﻠﻠﻬﻢ ﺍﻏﺛﻧﺎ" Allah'ım bize yağmur ver. Allah'ım bize yağmur ver" (Buhârî, İstiskâ 3, Fedâilu Ashabi'n-Nebî 11) buyurulmaktadır.
ﺃﻏﺎﺚnin masdarı ﻏﻴﺎﺛﺎ ﺇﻏﺎﺛﺔ ve ﻏﻮﺛﺎ şeklinde de gelir.
ﻏﻮﺚ mastarı, icabet eden manasınadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلْفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُرْدِفِينَ
"Siz Rabbinizden yardım taleb ediyordunuz, O da: "Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim" diye cevap vermişti." (Enfâl 9)
Ancak "iğase" daha çok fiilî şeyler için, "icabet" ise kavli şeyler için kullanılır. Maamafih her birinin diğerinin yerine kullanıldığı da olmuştur.
Mustağîs (iğâse talebinde bulunan) ile dua eden arasındaki fark; müstağîsin, (iğâse edenin) "ğavs" kelimesini kullanarak nida etmesi ve dua edenin ise, "med'û" ve "muğîs" kelimelerini kullanarak nida etmesidir. Ancak bu görüş su götürür.
Çünküﻦ:
"Allah'ım, müslümanların imdadına yetiş!" cümlesi de "istiğase" kalıplarındandır.
Mâruf el-Kerhî' ninﻮﺍﻏﻮﺛﺎﻩ "imdat" terkibini çokça kullandığı ve: "ben, Allah'ın:
"Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz, O da, size icabet etmişti" buyurduğunu duydum", dediği rivayet edilmiştir.
(Mâruf el-Kerhî: Zâhid ve mutasavvıf. Bağdad'da yaşamış ve orada vefat etmiştir.200/815 (el-A'lâm, VII/269))
Me'sûr duada şöyle denildiği nakledilmektedir:
"Ya Hayy, ya Kayyûm! Senden başka ibadete layık ilâh yoktur. Rahmetinle Senden yardım diliyorum. Durumumu düzelt. Bir an için bile olsa beni ne kendime, ne de yaratıklarından birine terketme."
Rahmetiyle "istiğase", aslında kendisiyle "istiğase"dir.
Nasıl ki sıfatlarına sığınmak, hakikatte O'na' sığınmak ise ve onlara yemin etmek, hakikatte kendisine yemin etmek ise.
Hadîste şöyle buyurulmaktadır: "Yaratıklarının şerrinden Allah'ın mükemmel sözlerine sığınırım."
Aynı duada şu da vardır: "Hışmından rızana, cezandan affına, Senden yine Sana sığınırım. Seni hakkıyla övemem. Sen, kendini övdüğün gibisin" ( Buhârî, Enbiyâ 10; Muslim Deavât 54,55)
İşte bu nedenledir ki âlimler, Allah kelâmının mahlûk olmadığına "Eûzu bikelimâtillâhit-tâmmeti"'yi delil getirdiler.
Derler ki: "İstiâze" (sığınma), yaratılmışa yapılmaz. Yemin de öyledir. Buhârî ve Muslim'de Peygamber (s.a.v.)'in:
"Kim yemin edecek olursa, Allah'a yemin etsin, ya da sussun" (Buhârî, Şehâdât 26,Edeb 74, Eymûn; Muslim,Eymân 3) buyurduğu sabittir.
Başka bir rivayette de: "Allah'tan başkasına yemin eden, şirk koşmuş olur" (Tirmizi, Nuzûr 9; Nesâi, Eymân 4;İbn Mâce,Keffârât 2) buyurulmaktadır.
(Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir).
Sahîh rivayetlere göre:
"Allah'ın izzetine", "Allah'ın hayatına yemin olsun ki..." gibi sözlerle yemin etmenin, yasaklanmış olan "Allah'tan başkasına yemin" olmadığında müslümanların ittifak ettiği geçmektedir.
Rasûlullah'ın makamına lâyık olan bir şeyin, Rasûlullah'tan istenmesi anlamındaki istiğâseye gelince:
Hiçbir müslüman buna karşı çıkmaz. Bu anlamdaki bir şeye karşı çıkan, inkârından dolayı tekfir edilen bir hususu inkâr etmişse kâfirdir, değilse hatalıdır, sapıktır. Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in reddettiğini reddetmek de gereklidir. Ancak Allah için olması gerekeni başkasına tanıyan da, bu kimse tekfir gerektiren bir tutum içindeyse, tekfir edilir. Ebû Yezid el-Bestâmî'nin sözleri bu doğrultudadır.
"Yaratılmışın yaratılmıştan istiğâsesi, boğulmak üzere suda çırpınanın, yine kendisi gibi birinden istiğâsesi gibidir" sözüyle, Mısır dolaylarında şöhret bulmuş Şeyh Ebû Abdillâh el-Kureşî'nin:
"Yaratılmışın yaratılmıştan istiğâsesi, mahpusun yine kendisi gibi mahpus birinden istiğâsesi gibidir"
Hz. Musa (a.s)'ın dualarından biri şu şekildedir:
"Allah'ım! Hamd Sanadır. Şikâyet de. Kendisinden yardım istenen Sensin. İstiğâse edilen Sensin. Tevekkül Sanadır. Güç ve kuvvet ancak Sendendir."
İstiğâse mutlak olarak kullanıldığında, ondan anlaşılan mâna bu olup Allah'a has olduğuna göre başkası için mutlak olarak kullanılmamasının reddedilmesi doğrudur.
İşte bu sebepledir ki, İslâm âlimlerinden hiçbiri, "mutlak istiğâsenin" Allah'tan başkasına yapılmasını caiz görmemiştir. Ayrıca bu sebeple de ben, mutlak istiğâsenin Allah'tan başkasına yapılmayacağını söyleyenin bu sözünü reddetmiyorum.
"İstiğâse" de yalnız Allah'tan istenen şeyler vardır. "Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz" âyetinde işaret buyurulan budur.
İbadet konusunda gücünün yettiği bir şey ondan istenebilir ama mutlak yardım sadece Allah'tan istenir; başkasından değil. Savaşta yardım isteme de böyledir. Allah Teâlâ: "Sizden din konusunda yardım isterlerse onlara yardım etmelisiniz" buyurmaktadır.
Fakat düşmanın kendisiyle mağlûp edilmesi için mutlak yardım -ki Allah'tan başkasının buna gücü yetmez - sadece Allah'tan istenir.
Kur'an ve Sünnetle sabit olana karşı çıkan; - ya kâfirdir, - ya fasık veya - isyankârdır.
Ama müctehid, bir mü'min olup yanılmışsa o başka.
İçtihadından dolayı sevap alır, yanılgısı da bağışlanır. Aleyhindeki delilin bilgisi kendisine ulaşmamış kimsenin durumu da böyledir.
Yüce Allah:
"Biz bir elçi göndermedikçe azap edecek değiliz" buyurmaktadır.
Ama Kur'an ve Sünnette aleyhine hüccet getirildiği halde yine onlara muhalefet edecek olursa, durumuna göre cezalandırılır:
Ya öldürülmek suretiyle, ya da daha hafif bir cezayla.
Her şeyin en iyisini Allah bilir.
Peygamber Yoluyla Tevessül
Soru
Peygamber (s.a.v.)'le "tevessül" caiz midir, değil midir?
Cevap
Hamd, Allah'adır.
- Rasûlullah'a iman etmekle,
- Onu sevmekle,
- Ona itaat etmekle,
- Ona salât ve selâm getirmekle,
- Dua ve şefaatiyle ve benzeri şeylerle "tevessül etmek", hem kendisinin fiillerinden, hem de kulların onun hakkında emredildikleri fiillerden olup müslümanların ittifakiyle meşrudur.
Sahabe, hayatında onunla tevessül ediyorlardı. Vefatından sonra ise, onunla "tevessül" ettikleri şekilde, amcası Abbas'la "tevessül" ettiler.
"Allah'ım, onunla sana tevessül ediyorum" sözüne gelince:
Onunda yemin etmek konusunda olduğu gibi, bu konuda da âlimlerin iki görüşü vardır.
Mâlik, Şafiî, Ebû Hanîfe gibi imamların çoğunluğuna göre Allah'tan başka ne bir peygamber, ne de bir melekle yemin etmek caizdir. Böyle bir yeminin geçerli (mun'akid) olmayacağı hususunda da âlimler ittifak halindedir.
Ahmed b. Hanbel 'den gelen iki rivayetten biri de bu şekildedir.
Diğer rivayete göre, başkasiyle değil, sadece Peygamberimizle yapılan yemin geçerli (mun'akid) olur.
Bu sebeple İmam Ahmed'in, talebesi el-Mervezî'ye yazdığı "Mensek" inde "kişi duasında Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'le tevessül edebilir" demektedir.
Fakat İmam Ahmed dışındaki âlimler, bunun Allah'a karşı peygamberle yemin etmek olduğunu ve Allah'a karşı bir yaratılmışla yemin edilemeyeceğini söylemişlerdir.
İmam Ahmed ise, rivayetlerin birinde, peygamberle yemin etmeyi caiz görmüştür. İşte bu nedenle, onunla tevessülü de caiz görmüştür.
Fakat ondan gelen diğer rivayet, âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşü gibidir. Yani peygamberle yemin edilemeyeceği şeklindedir. Diğer peygamber ve meleklerle Allah'a karşı yemin edilemeyeceği gibi, onunla da yemin edilemez.
Biz ne seleften, ne de imamlardan, gerek diğerleriyle ve gerekse Peygamberimizle Allah'a karşı yemin edilebileceğini söyleyen birini duymuş değiliz.
İşte bu nedenle Ebû Muhammed b. Abdisselâm:
"Ne melekler, ne peygamberler ve ne de başka biriyle Allah'a karşı yemin edilir" demiştir.
Fakat kendisine, Peygamber (s.a.v.)'den, kendisiyle yemin edileceğine dair bir hadîsin rivayet edildiği zikredildiğinde; "Hadîs sahih ise, ona hâstır" demiştir.
Oysa söz konusu hadîs, onunla yemine işaret etmemektedir.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Her kim yemin edecek olursa, Allah'a etsin. Değilse, sussun"
(Buhârî Şehâdât 26' Edeb 74' Eymân 4; Muslim, Eymân 3)
Yine şöyle buyurmaktadır .
"Her kim Allah'tan başkasına yemin ederse, şirk koşmuştur"
(Tirmizi , Nuzûr 9; Nesâî, Eymân 4; İbn Mâce, Keffârât 2; Dârimî, Nuzûr 6)
Dua, aslında ibadettir. İbadet ise vahye dayalıdır; arzu ve bid'ate göre yapılmaz. En doğrusunu Allah bilir.
***************************
UYDURMA BİR HADİSE
Yine bazı kabir sevicilerin kendilerine payanda yapabilmek için hadis olmayan fakat "bazı tarih kitaplarında geçen zayıf olayı" , sanki sahihmiş gibi aktarmaları aslında aleyhlerine delil olmaktadır. Şimdi bahsi geçen çarpıtılan olayı aktaralım ve hakiki yorumunu yapalım :
HADİSENİN HAKİKATİ
( Taberi tarihinde , İbn Esir tarihinde ve el bidaye ven nihaye isimli kitablarında aşağıdaki olayı nakledecekler. Orada birileri Rasulullah'ı aracı kılacaklar. )
Hz. Ömer’in oğlu Asım diyor ki :
Ömer zamanında insanlara kıtlık geldi . Hayvanlar oldukça zayıfladı . Çölde yaşayan Muzeyne oğullarından bir aile gelip adamlarına dediler ki : "Bizim açlığımızın ne dereceye vardığını görüyorsun , koyunlarından birini keste yiyelim" .
Koyunların sahibi dedi ki : "VAllahi koyunların üzerinde et diye bir şey yok".
Fakat onlar ısrar ettiler. Onlara bir koyun kesti . Soyduğunda kırmızı kemikten başka bir şey görülmedi .
İşte burada adam şöyle seslendi : “Ya Muhammeda” (Yetiş ey Muhammedim)
Adam rüyasında gördü ki Rasulullah s.a.v. ona geldi ve dedi ki : “sana yağmur yağacağını müjdeliyorum. Git Ömere , ona benden selam söyle ve de ki : “ Ey Ömer , benim seninle yaptığım sözleşme oldukça sağlam sözleşmedir . Sen ahde vefakar birisin . İnsanlara iyi davran , iyi davran.”
Adam geldi Hz. Ömerin kapısına vardı ve kapıda bulunan köleye : “ sen Rasulullah için Ömer’den izin iste” dedi . (Yani ben Rasulullah adına geliyorum dedi)
Köle geldi Ömer’e söyleyince Hz. Ömer telaşlandı . Dedi ki : “bu gelen adamda herhangi bir işkence izi gördün mü?” Köle dönüp baktı döndü “hayır yok" dedi. “Bırak içeri girsin” dedi.
Adam içeri girdi haberi Ömer’e anlattı.
Ömer insanları camide toplanmaya davet etti. Minbere çıktı ve şöyle dedi : “Sizi İslam’a eriştiren Allah hakkı için söyleyin bana siz benden sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey gördünüz mü?”
Onlar da dediler “Allah için görmedik”. Ve devam ettiler “niçin böyle yaptın ya Ömer” dediler.
Ömer olayı onlara anlattı. Onlarda meselenin farkına vardılar , Ömer varamamıştı .
Dediler ki “Rasulullah’ın sana bunu söylemesi , kıtlık oldu yağmur için duada yavaş davrandın ondan olmuş olabilir. Gidelim yağmur duası yapalım”.
Hz. Ömer yağmur duasına çıktı. Kısa bir hutbe irad etti . Yine kısaca 2 rekat namaz kıldı sonra şöyle dedi : “Ey Allah’ım ; yardımcılarımız aciz kaldı, bizim gücümüz kuvvetimiz aciz kaldı , hatta kendimiz kendimize karşı aciz kaldık. Senin dışında herhangi bir halden diğer hale çevirecek veya bir şeye kuvvet yetiştirecek yoktur. Ey Allah’ım sen bize yağmur gönder , kulları ve memleketleri ihya et”.
Taberi Tarihi : C.4 , S: 99 ; İbn Esir Tarihi C.2, S:274 ; Bidaye ve’n Nihaye (Tarih) : C.7 , S:91.
************************************************** ********
Görüldüğü gibi Adam burada “va Muhammeda” (Yetiş Muhammedim) diyor.
Diyen adam kim ? Oradaki koyunların sahibi. Bu sahabe mi ? Değil !. Ama Hz. Ömer döneminde birileri. Bunun böyle demesi ne kadar isabetli ?
Böyle dediği niye bir hadis kitaplarında yok ta Tarih kitaplarında zikrediyor ? Ne kadar doğru ? Böyle dedi mi demedi mi ?
Velhasıl , bunu delil getirerek Rasulullah’a “ey Muhammedim yetiş” dediğine göre “onun yüzü suyu hürmetine haydi haydi denilir , yetişte denir” gibi bize mesned olamaz.
Neye varıyoruz ; Demek ki Rasulullah’ın yüzü suyu hurmetine demek ihtilaflı. Bid’attir , değildir. Ama biz demeyelim bunu telafuz etmeyelim. Çünkü kimseden bu duyulmamış . Birileri de yapıyorsa yapma bunu diye uyaralım .
Hafız İbni Hacer, Ebu Salih es Semman’a kadar olan isnadının sahih olduğunu belirtmiş, kabre gelen adamın Bilal Bin Haris olduğunu belirtmiştir. (Fethul Bari(2/412)
Elbani , üç gerekçe öne sürerek bu rivayeti kabul etmemiştir;
1- Ravi Malik ed Dar’ın zabt ve adaleti maruf değildir, o mechul bir ravidir. İbni Hacer, Malik’in mechul oluşuna işaret etmiştir.
2- Hadisin metni şeriatta mustehab olan istiska namazına ve bazı aqyetlerin ifade ettiği dua ve istiğfara aykırıdır.
3- Rivayetin sahih olduğu kabul edilse bile bu konuda hüccet olamaz. Çünkü rivayet ismi bilinmeyen bir adama dayanmaktadır. O da mechuldür. Seyf’in rivayetine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söylemekte bir şey ifade etmez, zira seyf Bin Ömer et Temimi ittifakla zayıf bir ravidir…”
İbni Sa’d der ki; “Malik ed Dar, Ömer Bin Hattab’ın azatlısıdır. Cublan’lı, Himyer kabilesindendir. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. O maruf idi.” (İbni Sad Tabakat(5/12)
İbni Hibban, onu güvenilir ravilerin ismini saydığı Sükat adlı eserinde zikretmiş, İbni Sa’d’ın verdiği bilgileri vermiş, hakkında menfi bir söz söylememiştir. (İbni Hibban Sukat(5/384 no;5312)
Lakin İbni Hibban hakkında cerh varid olmamış meçhul ravileri güvenilir saydığından, buna itibar edilmemektedir.
Hafız İbni Hacer de şunları söyler; “Malik ed Dar diye bilinen zat, Malik Bin Iyad’dır ve Asrı seadete yetişmiştir. Muaz ve Ebu Ubeyde’den rivayetleri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivayette bulunmuştur. Buhari Tarih’te Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan, Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivayet etmiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)
Aynı rivayeti tafsilatlı olarak İbni Ebi Hayseme de tahric etmiştir… İbni Sad onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Ömer ve Osman radıyallahu anhuma onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Malikud Dar adı verilmiştir. Ali İbnul Medini’den rivayete göre o, Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı idi.” (İbni Hacer El İsabe(6/274)
İbni Ebi Hatem der ki; “Malik ed Dar, Ömer radıyallahu anh’ın azadlısıdır. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayeti vardır. Ondan da Ebu Salih es Semman rivayette bulunmuştur. Bunu babam(Ebu Hatem)dan böyle işittim.” (İbni Ebi Hatem Cerh ve Ta’dil(8/213, no;944) Mizzi Tehzibul Kemal(22/624)
Malik ed Dar’ın meçhulul aynlık vasfı kalkmış, lakin meçhulul hal (mestur) sıfatı devam etmektedir. Nitekim Hafız Munziri de; “Malik ed Dar’ın durumunu bilmiyorum” der. (Tergib(2/29) Böyle bir ravinin rivayeti zayıf hadisler kapsamındadır.
Muhammed Bin Yahya ez Zuheli der ki; “Meçhul ravi, kendisinden iki veya daha fazla kimselerin rivayette bulunması ile meçhullükten kurtulur.”(İbni Raceb elHanbeli Şerhu İlel(1/82)
Hatib el Bağdadi de der ki; “Meçhul olan bir ravi, ilimle şöhret kazanmış iki ve daha fazla kimsenin kendisinden hadis rivayet etmesi halinde meçhul olmaktan kurtulur.” (Hatib el Kifaye Fi İlmir Rivaye(s.89) İbnu Salah Ulumul Hadis(s.113) Talat Koçyiğit Hadis Terimleri Sözlüğü(s.260)
Bu durumdaki bir ravi, meçhulül ayn olmaktan kurtulur, fakat meçhulül hal (mestur) olma vasfı devam eder
Bazıları, Ömer radıyallahu anh’ın onu mali işlerde görevlendirmesini, Malik ed Dar’ın hıfz ve adalet bakımından güvenilir oluşuna delil getirmek istemiştir. Lakin bu rivayetin metninde de belirtildiği gibi, o sadece yiyecek dağıtımında görevlendirilmişti.
Nitekim İbni Kuteybe der ki; “Ömer Bin Hattab’ın azatlılarından biri de Malik ed Dar idi. Ömer radıyallahu anh ona bir ev vermişti ki, o bu evde halk arasında bir şeyler bölerdi.” (İbni Kuteybe Maarif s.129)
Ebu Ya’la el Halili de, “Malik ed Dar’ın kadim bir Tabii oluşunda ittifak edilmiştir” der ve Tabiin’in ondan övgü ile bahsettiklerini belirtir. Sonra bu rivayeti aktararak Ebu Salih’in Malik ed Dâr’dan rivayetinin mürsel olduğunu söyler. (Ebu Ya’la elHalili el İrşad Fi Marifeti Ulemail Hadis(1/313-316)
Nitekim Ebu Salih bunu tahdis sigası ile değil, an’ane ile rivayet etmiştir. Yani Ebu Salih’in Malik ed Dar’dan hadis işittiği şüphelidir.
Rasulullah (s.a.v.)’in kabrine gelen zatın isim olarak tesbiti konusunda İbni Hacer tarafından Seyf Bin Ömer’in rivayetine dayanılmasına gelince, asıl itibarıyla rivayetin sahih olarak tesbiti konusunda Seyf’in alakası yoktur.
Seyf Bin Ömer, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Lakin yine de bu adamın kim olduğu önemlidir. Zira kabre gidip yağmur duası istemek sözkonudur.
Mesela Buhari’nin Tarihul Kebir’de Ebu Salih Zekvan tarikiyle Malik ed Dar’dan rivayetinde sadece; Ömer radıyallahu anh’ın kıtlık senesinde; “Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!” dediğini rivayet etmiş, kıssadan bahsetmemiştir. (Buhari Tarihu Kebir(7/304)