Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Risale-i Nur'larda Tezat ve Yanlışlıklar! (Kitab)

!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Konuyu sulandırmadan bu soruma yanıt verin

Üçüncüsü: Risale-i Nur şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazret-i Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir. (...)


Hazret-i Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâimü's-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki:
"Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."


( Sikke-i Tasdik-i Gaybi, On Sekizinci Lem'a, Kaynaklı-İndeksli Risale-i Nur Külliyatı, Bediuzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1995, c. 2 s. 2078-2079)

reddiye:

Cebrail aleyhisselam Ali radiyellahu anh’a bir kitap getirdiyse, onun da peygamber olması gerekir. Eğer o kitapta dünyanın başlangıcından kıyamete kadar var olacak ilimler ve önemli sırlar çok açık ve net bir şekilde bildirilmişse Ali radiyellahu anh’ın Peygamberimizden üstün olması gerekir. Çünkü Peygamberimize böyle bir bilgi bildirilmemiştir. Tamamen asılsız olan böyle bir iftiraya inanan, Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellemin son peygamber olduğunu, Kur’an’ın da son kitap olduğunu kabul etmemiş olur. Burada böyle bir iftiraya yer verilmesinin sebebi, son paragrafta belirtildiği gibi Risale-i Nur şakirtlerini kutsallaştırma arzusudur.

Ahmed b. Hanbel , Ali radiyellahu anh'tan şunu rivayet etmiştir:
Beni Rasulullah sallALLAHü aleyhi ve sellem çağırdı ve buyurdu ki,
" Sende İsâ'ya benzer bir yön vardır. Yahudiler onu öylesine horlamışlardır ki, anasına iftira bile etmişlerdir. Hırıstiyanlar da öylesine sevmişlerdir ki, onu kendisine layık olmayan bir yere indirmişlerdir."
Ali şöyle devam etti:
Dikkat edin, iki grup, benim hakkımda kendilerini gerçekten mahvedeceklerdir. Birisi sevenlerdir ki, beni bende olmayan şeylerle öveceklerdir. Diğeri de horlayanlardır ki, bana olan kinleri onları bana iftiraya zorlayacaktır. Bakın, ben peygamber değilim. Bana vahiy gelmez. Ama ben gücümün yettiği kadar ALLAH'ın kitabına ve Rasulullahın sünnetine uygun iş yaparım. Size ALLAH'a boyun eğmeyi emrettiğim sürece hoşunuza gitse de gitmese de bana boyun eğemek görevinizdir.
(Ahmed b. Hanbel, Musned, I/160)


Konuyu sulandırmadan bu soruma yanıt verin
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kardeş saptırıyorsun hem de gözümün içine bakarak.

Kuranda Allah'ın bizlere aktardığı birşeyi nasıl oluyorda üstadınıza yorumluyorsunuz. Söyler misiniz aynı ilhamdan islam tarihinde kimler aldı.

Bir örnek daha verir misin meyrem as. gibi.

Mesala Hz.Ali yada Hz Ebu bekir yada Hz ömer ya da Hz. Osman ra bunların hangisine ilham edildi. Bir tane daha örnek verir misin?
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
copy ettiğinin yazının hiç bir ilmi dayanağı yok.

tamamen uydurma tevillerle yazılmış bir yazı.

Bak açık ve net soruyorum!!!


1- İlham var olan hükümü değiştirir mi?
2- İlham alıp, aldığı ilham ile Rasul sav'in getirdiği hükümü değiştirmiş bir insan var mı?

Varsa kim bunlar.

Hz Musa ve annesinin durumunu bu olaya örnek getirmeniz çok saçma.

Sorularım gayet net.

Risale-i nur da yüzlerce kuran ve sünnete ters hüküm var ve bunları ilham edildi diyerek uydurmakda.

Bana islam tarihinden bir tane tek delil getirin ilhamın dini konuda nas olacağına dair.

Copy etmeyin tek delil istiyorum.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Konuyu sulandırmayın diyorum. Demogoji yapmayın diyorum.

Konuya anlamsız sulandıranlar direk silinecektir.

Sorum gayet net.

İlham, herhangibi hükmü değiştirir mi?

Değiştirdiğini akide edindiyseniz.

Ayet delili.
Sünnet delili.
Kime ilham gelmişde rasul sav'in getirdiğine aykırı hüküm vermiş.

Varsa sahabelerden.
Varsa 4 mezhep diye bilinen imamlarımızdan.
Varsa 27 küsür büyük hadis külliyatini yazan hadis mühaddislerinden.
Varsa ehli sünnetin büyük alimlerinden bana isim örnekleri verin.

Akidenizde bu soruya delil bulamıyorsanız susun!
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
bakın buradada çok kısa net bir uydurmadan bahsettim.

https://www.islam-tr.org/risale-i-n...dan-baska-birsey-degildir-ispat-ediyoruz.html

her gün okunan bir duaya Rasullah sav ve Cebrail as adına yalan uydurarak o kadar insana uydurmadan başka birşey vermiyor.

risaleye hak'mış hiç eksiği yok gibi inananlar komikçe ya dua etmenin neresi kötü diye komikçe savunuyorlar. Oysaki ilme değer veren insan bunun ne kadar tehlikeli olduğunu bilir. Zira ortada Rasullah adına söylenmiş yalan bir söz var.

Görüldüğü üzere bu aktarılmış uydurma rivayetleri ravi olarak Rasul sav'e kadar dayandıramıyorsunuz. Zaten benim eklediğim görüş sadece şii kitaplarında var. Hiç bir ehli sünnet kaynağında risaledeki gibi aktarılmıyor. Zaten risalede olan bu tür vakaların hemen hemen hepsi bu şekilde batıldan başka birşey değil. Tahriç edilmemiş, uydurmalardan başka birşey değildir. Aksini diyen risale bölümünde tek tek konu açacağım ispat etsinler ehli sünnet kaynaklarınca görelim.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
thedangerous;142349' Alıntı:
RİSALELER İLHAMLA MI YAZILDI VE İLHAM İLE VAHİY İLİŞKİSİ.

Bediüzzamanın tenkid edilen yönlerinden biri, Nur Risalelerini ilhamen yazıldığını söylemesidir. Risalelerde zaman zaman "bunlar bana yazdırıldı", "kalbime ihtar edildi" gibi ifadeler geçmektedir.

Buna gelen itiraz, aslında vahye gelen bir itirazdır. Ümmi bir insana vahiy geliyorsa, bir başka insana ilham gelmesi reddedilmemelidir.

Meselenin esası şudur: Allah peygamberlerine vahyettiği gibi, seçkin bazı kullarına da ilham eder. Şair gibi hassas bazı kimselerin ilhama mazhar oldukları gözler önünde iken, bütün hayatını Kur'an hizmetine adayan bir Bediüzzamanın ilhama mazhar olduğunu reddetmek, insanfla bağdaşır bir durum değildir.

Kelime olarak ilham, “bir şeyi birden yutturmak” anlamında olup, ıstılah olarak “kalbe bir takım mana ve fikirlerin ilkâ edilmesi” anlamında kullanılır. “Allah’ın, kulun kalbine bıraktığı şey”, “feyz yoluyla kalbe bırakılan şey” tarzında da ifade edilmiştir.

Istılahî anlamdaki vahiy, peygamberlere has bir keyfiyet iken, ilham daha umumî bir karakter taşır. Veli kulun kalbine gelen ilham, meleklere yapılan ilham, hatta arı gibi hayvanlara yapılan ilhama kadar şümullü bir ifadedir.

Kur’an-ı Kerim’de “ilham” kelimesi sadece Şems suresi 8. âyette geçer. Bu surenin başında yüce Allah, güneşe ve aya, gündüz ve geceye, sema ve arza kasemden sonra, “Nefse ve onu en güzel bir biçimde şekillendirip fücur ve takvasını ilham edene yemin ederim ki, nefsini arındıran muhakkak kurtulmuştur. Onu kirleten de, hüsrana uğramıştır” buyurur. (Şems, 8-10)

Bu âyetler, insan nefsinin fücur ve takvaya kabiliyetli olduğunu beyan etmektedir. İnsan, nefsini hayra da, şerre de yönlendirebilir.

İnsanın terkîbi ulvî ve süflî âlemden gelmiştir. Bundan dolayı insan, nefsi itibarıyla süfliyata meyyal, ruhu itibarıyla ise, ulviyâta müştaktır.

Surenin başında “güneş ve aya, gündüz ve geceye, sema ve arza” yemin edilmesi, insanın fücur ve takvadaki haline bir işaret gibidir. Yani, insan nefsi ya güneş gibi nuranî veya ay gibi zulmanîdir. Ya gündüz gibi aydınlık veya gece gibi karanlıktır. Ya sema gibi ulvî veya arz gibi süflîdir. İnsanı bu şekilde yükselten veya alçaltan, nuranî veya zulmanî yapan, fiillerine temel teşkil eden ilhamlardır. Çünkü insan nefsi, hem hayırlı ilhamlara, hem de şerli ilhamlara bir alıcı durumundadır. Allah’ın ve meleğin ilhamına muhatab olduğu gibi, şeytanî bir ilham olan vesveselere de muhatab olmaktadır. Allah’ın nefse fücur ve takvayı ilham etmesi ise, hayır ve şerri ona bildirmesi anlamındadır.

İlham da vahiy gibi sübjektif bir yapı arzeder. İlhamın keyfiyeti, tatmayanlarca bilinmez. Fakat onun bu bilinmezliği, kendisi hakkında fikir yürütmemize engel değildir. Bu nedenle, ilhamın keyfiyetiyle ilgili bazı görüş ve tecrübeleri kaydetmekte fayda görüyoruz:


“İlham, vicdanda ani bir surette belirir. Nereden geldiği his ve idrâk olunmaz. Açlık, susuzluk, üzüntü ve sevinç duyguları vicdanda nasıl duyuluyorsa, ilham da aynı şekilde duyulur.”

Böyle ani gelen bir ilham, beklenmedik ruhî, coşkun bir istila gibidir. Bundan dolayı da, kalbî hassasiyet ve aklî titizlik daima onu almaya hazır olmalıdır. Yoksa “Nurlar senin üzerine gelirler ve kalbini kainat içindeki eserlerin suretleriyle dopdolu görünce geldiği gibi giderler. Kalbini ağyarın suretlerinden boşalt ki, maarif ve esrar ile doldurasın.” (Ataullah İskenderanî,)

İşârî tefsîr ekolünün mümtaz simalarından Bursevî kendi ilham tecrübelerinden bahsederken şöyle der: “Nefsimizde tattık ki, ilham ve hitab bazen Arapça lafızla, bazen de Farsça veya Türkçe olarak geliyordu.” (İsmail Hakkı Bursevî)

Muhammed Abduh, Menar tefsirinde şöyle der: “Kişi, firaset, ilham gibi gizli ruhî idrak vasıtalarıyla bir bilgiye ulaşabilir. Bu, çoğu kere ruha bazı levhaların açılması şeklinde olur. Bunun kesinliği, ancak vukûundan sonra anlaşılır. Böyle bir ilham, bazı keskin gözlü kimselerin başkalarının görmediği çok uzak mesafeyi görmeleri gibi bir haldir.”

Fakat gayb, derece derecedir. Gaybın en derin noktasını ne bir peygamber, ne de bir veli bilemez. Ezelî kaderin vukua çıkma, tezahür etme zamanı yakınlaştıkça, o hadise gayb hazinesinden yavaş yavaş ayrılıp, insanın kavrayış ufkuna, dünya semasına doğru gelir. Denizin ta dibindeki cisim görünmez. Ama dipten ayrılıp yüzeye doğru gelen cisim, yüzeye yaklaştıkça kuvvetli gözler tarafından görülür. İşte gaybın, derinliklerinden ayrılıp şehadet âlemine doğru yaklaşan olayları da, basiret gözü açık olan bazı keşif erbabı görebilir.

Allah’ın veli kulları ilhama mazhar oldukları gibi, hassas ruhlu sanatkârlar, şairler, kendi sahasında fani olmuş ilim adamları da ilhama mazhar olmaktadırlar. Bunlar, hayatın günlük akışı içinde başkalarının göremediğini görürler, sezemediğini sezerler, hissedemediğini hissederler. Bir başka ifadeyle, bilginin bambaşka bir boyutunda yer alan kimi sezgiler ve dimağlar, bize göre verimsiz gibi gelen bir zeminden diriltici sular, ilâhî temaslar elde edebilirler.

Hatta, belli bir meseleyi, uzun bir müddet çok uğraşmamıza rağmen çözemezken, bir gün aniden onun çözümünü içimizde buluruz. Bütün bilgi basamaklarını atlayarak bizi ani bir şekilde sonuca ulaştıran bu kabiliyetimiz hadsden (sezgiden) başka bir şey değildir.

Her insanda bilkuvve mevcut olan böyle bir sezgi, şair ve sanatkârlarda, ilim adamlarında çok daha hassastır. Bugün beşeriyetin istifade ettiği ilim ve teknoloji ürünleri, çoğu kere böyle sezgilerin neticesidir. Bunları, sadece zekânın eseri görmek yanlış olacaktır. Dâhi insanlar, kendilerinde bulunan gözlem ve anlama gücünden başka, sezgileri ve yaratıcı muhayyileleri ile başkaları için gizli olanı sezer, görünüşte ayrı olan olaylar arasındaki ilişkileri anlar, gizli bir hazinenin varlığını tahmin ederler.

“Mülhem keşşaflar” diyebileceğimiz bu kişiler, kendi sahalarında âdeta fâni olmuşlardır. Bütün dünyalarında araştırdıkları mesele vardır. Her şeye o zaviyeden bakarlar. Bir müzisyenin dünyası notalardan meydana gelmiştir. Bir ressamın dünyası, renkler ve şekiller dünyasıdır. Mesleğinde fâni olmuş bir kimyacının nazarında âlem büyük bir laboratuardır. Bir şairin dünyası, kelimelerin armonisinden örülüdür. Bunlar ve benzerleri, kendi branşlarının gemisinde, sisle örtülü sırlar okyanusunda ilerlerken, zaman zaman ilerdeki kayaları hayal meyal görür gibi olurlar. Ardından tekrar bir sis etrafı kaplar. Bazen de bir rüzgâr eser, bütün sis bulutlarını dağıtır. Önlerindeki kayaları ve ilerdeki kıyıları onlara açık ve net olarak gösterir. Böylece kayalardan aşarlar, kıyılardan geçerler. Gerçeğin yeni ufuklarına doğru kürek sallarlar.

Şöyle veya böyle, kendisine bu tarz ilham gelen birisi şiirde yeni bir ufka açıldığı gibi, kendini sanatına adamış mülhem sanatkârlar, kendini ilmî keşiflere adamış mülhem keşşaflar da bir gün kendilerini yepyeni bir iklimde bulabilmektedirler.

Kevnî sırlara dalmak isteyenlere kâinat sırları açıldığı gibi, ilâhî sırlara ermek isteyenlere de, marifet nurları saçılacaktır.

İlham ne derece bağlayıcıdır?

İlhama mazhariyetle elde edilen bilgi, çoğu kere o şahsı ilgilendiren cüzî şeyler içindir. Yani, ya sıkıntılı halinde gelen bir teselli veya içinden çıkamadığı bir müşkilin halli veya kendisi ve çevresiyle ilgili geleceğe yönelik bir müjde şeklindedir.

Bu tarz bir ilhamın değeriyle ilgili olarak ekseriyetin görüşü, ilhamın başkasını bağlayıcı bir bilgi türü olmadığıdır. Taftezanî “Akaid” metninde geçen “İlham, ehl-i hak nezdinde bir şeyin sıhhatini bilme yollarından değildir” cümlesini şöyle açıklar:


“Müellif bununla “İlham, bütün insanların kendisiyle ilim elde ettiği ve başkasını bağlayıcı bir sebep değildir” manasını murad etmiştir. Yoksa şüphesiz ilham yoluyla her hâl ü karda bir ilim elde edilmektedir.”

Diğer bir ifadeyle, kelâmcılar, ilhamın vukuunu değil, bu yolla elde edilecek bilginin, başkası için delil olacağını kabul etmezler.

Meselâ birisi “kalbime ilham edildi ki, şu tarihte şu olay olacak” dese, onun bu ilhamı başkasını bağlayıcı bir hüküm taşımaz. Bu ilhamının hükmü zamana bırakılır. Zaman onu ya tasdik eder veya yanlış gördüğünü ortaya koyar.

Kalbine ilham gelen kişi, bunun ilâhî menşeli olduğunu hissederse, kendisi onunla amel eder. Nitekim Hz. Musa’nın annesi kalbine gelen ilhama göre hareket etmiş, küçük Musa’yı sandık içinde Nil’in sularına bırakmıştır.

Bu noktada şunu da belirtmek isteriz ki: İnsanın kalbi sadece Rahmanî ilhamlara yönelik bir alıcı durumunda olmayıp, şeytandan da ilham almaya kabiliyetlidir. Bundan dolayı, ilhama mazhar olan kişi, eğer dinin hükümlerini iyi bilmiyorsa, şeytanların oyuncağı olabilir. Kalbine gelen şeytanî ilhamı, Rabbanî zannedip hem sapar, hem de saptırır.

Anlatılır ki, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a biri “Yalancı peygamber Muhtaru’s- Sakafî kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor” deyince İbn-i Ömer “Doğru söylemiş” der ve şu âyeti okur:


“Şüphesiz şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler” (En’am, 121) Yani, vesvese yoluyla ilham ederler. Ehl-i imanla mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar.

Demek ki, bilhassa şeytan fikirli insanlar, şeytanî ilhamlara maruz kalırlar. Şeytan, ehl-i imana vesvese verip günahlara sevketmek istediği gibi, ehl-i küfre de mesajlar gönderir, ehl-i imanla uğraşmalarını sağlar.

Hamdi Yazır şöyle der:

“İmansızlıkla şeytanet arasında bir cazibe vardır. Korusuz bahçeye haşerat musallat olduğu gibi,

“Görmedin mi biz, kâfirlerin üzerine kendilerini iyice (azgınlığa) sevkeden şeytanları gönderdik” (Meryem, 83) medlulünce, imansız kalplere de şeytanlar musallat olur. İmansızlar şeytaneti sever. Şeytanî hasletlere, hareketlere meftun olurlar. Hayırsız, hayırsızla düşer kalkar. Eşkiyanın reisi, en büyük şaki olur. Bunun gibi, imansızların bütün temayülleri şeytanette olduğundan, önlerine şeytanlar düşer, başlarına şeytanlar geçer.”

Günümüzde, memleket çapında ve dünya çapında ehl-i imanla uğraşanları gördükçe, üstteki âyetin manasını daha iyi anlayabiliyoruz.

Vahiy – ilham farkı

Vahiyle ilham arasındaki farkları bilmek, ilhamın değerini ve keyfiyetini anlamamıza yardım edecektir. Şöyle ki:

1- İlham, mutasavvıflarca ve bazı kişilerce bir delil sayılabilir. Ancak o, çoğunluğu bağlayan bir hüccet değildir.

2- Vahyin kaynağı kesin olarak ilâhî olmakla birlikte, ilhamın kaynağı her zaman ilâhî olmayabilir. Onun için, vahiy katî olup, ilham zannîdir. Çünkü, vahiy melek vasıtasıyla gelir. Melekte hata ihtimali yoktur. Fakat kalbin akıl ve nefisle alakası olduğundan, bunlardan etkilenir. Bundan dolayı, o meyanda yanılmalar olabilir.

3- Vahiyde mündemic olan risalet, bütün beşeriyete aittir. Halbuki ilham, yalnızca buna mazhar olan şahsa mahsustur. Vahiy, bütün âlemi aydınlatan güneş gibidir. İlham ise, sadece ilhama mazhar kişiyi aydınlatan bir lamba gibidir.

4- Vahye mazhar olan peygamber, aldığı vahyi insanlara tebliğle mükellefdir. Hâlbuki bir veli, kalbine gelen ilhamı tebliğe memur değildir. Hatta çoğu kere gizlemesi daha efdal olmaktadır.

5- Vahiy gölgesizdir, safidir, peygamberlere hasdır. İlham ise, gölgelidir.

Renkler karışır. İnsandan başka, melekler ve hayvanların da mazhar olduğu bir keyfiyettir.

Hz. Musa’nın Annesi

Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa’nın annesine gelen ilâhî ilhamdan bahseder. Şöyle ki:

Hz. Musa dünyaya geldiği sıralarda Mısır’a hükmeden Firavun, Benî İsrail’in erkek çocuklarını öldürtmektedir. Oğlunun da öldürülmesinden endişe eden Hz. Musa’nın annesine şu ilâhî teselli gelir:

“Çocuğunu emzir, Onun başına bir şey gelmesinden korktuğunda onu (sandık içinde) denize bırak. Korkma ve üzülme! Biz onu tekrar sana kavuşturacağız ve onu peygamberlerden yapacağız.” (Kasas, 7)

Hz. Musa’nın annesine gelen bu ilham, onu teselli edici ve yönlendirici bir keyfiyet arzetmektedir. Aynı zamanda ileriye yönelik iki müjdeyi taşımaktadır. Bu iki müjde, Musa’nın annesine geri döndürülmesi ve küçük Musa’nın, ilerde bir peygamber olacağıdır. Musa’nın annesine ilhamın nasıl ve ne şekilde geldiği meçhulümüz olmakla beraber, bunun rüyada bildirilmesi, ya da Hz. Meryem’de olduğu gibi, melek gönderilmesi şeklinde olabilir.

Bu şekilde bir ilhama mazhariyeti, sadece Musa’nın annesine has bir olay olarak görmek hatadır. Benzeri durumlarda böylesi ilhama mazhar pek çok kişi vardır. Bu ilhamlar, Musa’nın annesi örneğinde olduğu gibi, “teselli edici, yönlendirici ve gelecekten haber verici” özellikler taşımaktadır.


Şadi EREN ( Doç. Dr.)

Yukarıdaki safsatalara önceden verilmiş olan REDDİYE :


İlham ; İlim Elde Etme Yolu Değildir


İLHAM

Feyiz yoluyla kalbe ilka olunan mana. Akıl yürütme ve düşünmeye dayanmadan kalpte doğan bilgi.
İlhamın çeşitli tarifleri yapılmakla beraber ortak noktaları dikkate alındığında şöyle tarif edilebilir; herhangi bir istidlal yoluna başvurmadan insanın ruhî melekeleri vasıtasıyla bir konu hakkında ilim sahibi olması.


Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın arıya vahyettiği anlatılmaktadır (Nahl, 68). Bu vahiyle kastedilen ilhamdır.

Yine Kur'an'da peygamber olmadığı bilinen şahıslara geldiği bildirilen vahiy ilham ile tefsir edilmiştir.
Allah Hz. Musa'nın annesine "çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman, onu suya bırak, korkma, üzülme biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" (Kasas, 7).

Bu ayet-i kerimedeki vahyin ilham olduğu kabul edilirse, ilhamın uykuda ve uyanık iken geldiği söylenebilir. Nitekim Allahu Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesini söylemesi uyku halindeki ilhama misaldir.
(Ramazan Efendi, Haşiye ala Şerhi'l-Akâid, s. 63).
İslâm akâidinde, ilim elde etme yolları arasında ilham kabul edilmemiştir.
Kelâm âlimlerinin çoğu bu görüştedir.

Ancak bu meseleyi Taftazanî (ö. 797/1395) şöyle yorumlamıştır:

İlham herkes için bilgi vasıtası değildir. Başkasına karşı delil olarak kullanılmaya elverişli de değildir. Kişinin kendisi için ilham delil olabilir. Çünkü ilhamla ilim hasıl olduğu konusunda şüphe yoktur. Bu hususla ilgili hadisler mevcuttur. Bir çok seleften bununla ilgili haberler nakledilmiştir.
(Taftazani, Şerhu'l-Akâid, terc. Süleyman Uludağ. s. 121).
Gazzalî, Razî ve Âmidî gibi bazı kelâmcılar nazar ve istidlal söz konusu olmaksızın ilhamla yakînî ve kat'î bilgilerin elde edileceğini kabul ederler. Ancak ilham zannedilen şey vehim olabilir. Şeytan'ın vesvesesi olabilir. Bunun için ilhamı vehim ve vesveseden ayırabilmek için onun dine uygunluğunu âyetlerle ve hadislerle kontrol etmek gereklidir. Bu şekilde kabul edilen ilham bile dinler ve mezhepler konusundaki tartışmalarda ölçü değildir ( İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, I, 59).


Vahiy ile ilham arasındaki farklı yanlar şunlardır:
1. Vahiy yalnızca peygamberlere gelir.
2. İlhamda melek gözükmez.
3. Kendisine ilham gelen kişi bunu gizleyebilir. Hatta gizlemesi daha güzeldir. Peygamber vahyi gizleyemez,
4. Vahiyde kesinlik vardır. Peygamber vahyin, Allah'tan geldiğini kesin olarak bilir. İlham zannîdir.

(Zurkânî, Menâhilu'l-İrfân, Kahire 1954, I, 64).
İham, Batı dünyasında mistisizm; Doğu dünyasında ve özellikle İslâm aleminde tasavvufun gerçeğe ulaşma yollarından biri ve en önemlisi olan sezgi (hads-instuition) ile eş anlamlı kullanılmıştır. Sûfiler ilham'ı bir bilgi edinme yolu olarak kabul etmiştir
(Curcânî, Ta'rifât, s. 35)
Şamil İslam Ansiklopedisi

Son cümlede gördüğümüz gibi , ehli sünnet müslümanlar değil , sofiyye bunu kendine kullanarak istediğini dizme imkanı bulmuş ve böyle ilim elde edilir itikadındadırlar. Fakat üst tarafta gördüğümüz gibi İslam akaidinde buna itibar eidlmez.

İlk defa Şia'nın aşırı gruplarına mensup Mugire b. Saîd el-İclî'nin "ism-i a'zam" sayesinde ilâhî bilgilerin kalbe akacağını iddia etmesinden sonra Ca'fer es-Sâdık'a nisbet edilen çeşitli rivayetlerin de etkisiyle ilham, bazı Şiî fırkaların kendi imamlarına gelen kesin bilginin kaynağı olarak görülmüştür.
[Hayyât, s. 110-111; Eş'arî, s. 50-51]

İlk devir sûfîleri, Kur'an ve Sünnete başvurarak değerlendirmeye tâbi tutmayı gerekli gördükleri ilhamı sadece itikadî konularda dikkate alırken daha sonra yetişen sûfîlerce ilham, bütün dinî konularda kullanılan müstakil bir bilgi kaynağı haline getirilmiştir. Diğer taraftan Mu'tezile kelâmcılan içinde "as-hâbu'l-ilhâm" (ashâbu'l-maârif) adı verilen bir grup, aklî bilginin tefekkür sonunda ilâhî ilham yoluyla meydana geldiğini savunmuştur.
[Kâdî Abdulcebbâr, et-Muğnî, XII, 96]

Bilindiği kadarıyla ilhamın dinî konularda bilgi kaynağı olamayacağını söyleyen ilk Sunnî kelâmcı Ebû Mansûr el-Mâturidî'dir.

Mâturîdî, insana ait bilginin eksikliğini öne sürerek doğrudan doğruya Allah'tan gelen ilhamı bilgiye başvurmak gerektiğini iddia eden çeşitli grupların bulunduğuna dikkat çekmiş ve görüşlerini eleştirmiştir.
[Kitâbû't-Tevhîd, s. 6]

İnsan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesi mümkün olmakla birlikte bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmez ve dinî alanda delil olarak kullanılamaz.
Sûfiyye ile onlara tâbi olanların dışında kalan İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Delilleri ise şöylece özetlenebilir:

a) Kur'an'da insanın doğru bilgiye ulaşmak için başvurması gereken kaynaklar duyular, akıl yürütme ve vahiy olmak üzere üç noktada toplanır.

Yine Kur'an'da canlı cansız bütün varlıkları gözlem altına alıp incelemeyi ve akıl yürüterek onların menşei hakkında bilgi üretmeyi emreden, daha sonra da üretilen bilgilerin vahyi teyit ettiğini açıklayan 700'den fazla âyetin mevcudiyetine karşılık ilhamî bilgilerin elde edilmesiyle ilgili açık anlamlı beyanların bulunmayışı bu yöntemin kesin bilgi kaynağı olmadığını gösterir.
[Kâdî Abdulcebbâr, el-Muğnî, XII, 3 İ 3; Zerkeşî, VI, 16]

b) Hz. Peygamber'in Allah'tan ruşdunü ilham etmesini istemesi özel anlamda değil genel anlamda bir ilham niteliği taşır,

c) İlham kesin bilgi kaynağı olsaydı bu yöntemle elde edilen bilgiler arasında çelişki bulunmaz, farklı din ve mezhepler teşekkül etmezdi.
[
Mâturî-dî.Kitâbu't-Tevhîd, s. 61; İbn Fûrek, vr. 10b. 6ia]

d) İlhamî bilgiler kontrolü mümkün olmayan sübjektif bir nitelik taşır. Bu sebeple ilhamın bilgi kaynağı olduğunu iddia etmek kadar olamayacağını söylemek de mümkündür.
[
İbn Hazm, II, 272; IV, 171; Nesefî, 1,22-23]

İlhamın dinî alanda kullanılabilecek kesin bilgi kaynağı olmadığını ve uyulması Zorunlu bir hükmün delilini teşkil edemeyeceğini savunan görüş nasların yanı sıra akıl ilkelerine daha uygun görünmektedir. İlham taraftarlarının dayandığı âyetlerde, muttaki ve sâlih kullara dinî hükümlere kaynak teşkil edebilecek bilgi verildiğine dair açık bir beyan mevcut değildir. Bu âyetlerde ilâhî emirlere uyanların Allah yolunda başarılı kılınacakları, nefislerine karşı verdikleri mücadelede yardıma mazhar olacakları ve izledikleri yolun isabetli olduğuna dair müjdelerin işaretlerini bu dünyada alacakları anlatılır.
İmâm-ı Rabbânî ile Abdulvehhâb eş-Şa'rânî ilhamın hiçbir şekilde helâl, haram, farz, vacip gibi dinî bir hükme mesnet teşkil edemeyeceğini belirtmişlerdir [Âlû-sî, XVI. 17-18]

İlhama dair hadislere gelince bunların bir kısmının uydurma olduğu tesbit edilmiştir; "Bildiğiyle amel eden kimseye Allah yeni bilgiler verir" anlamına gelen rivayet bunlardan biridir.
[Haris el-Muhâsibî, s. 100]

Konuya dair bazı hadisler de İsabetsiz şekilde yorumlanmıştır. Nitekim Hz. Ömer'in özel olarak ilâhî ilhamlara mazhar kılınmış (muhaddes) bir kimse olduğunu belirten rivayet bunlardan biridir.
İbn Kuteybe, bu hadiste geçen "muhaddes" kelimesinin "sanki kendisine önceden bildirilmiş gibi, bir şeyi söylediği zaman sezgisinde ve zannında isabet eden kimse" anlamına geldiğini belirtir.

[Ğaribu'l-hadiş, 1, 97-98]

Nubuvvet müessesesi sona erdiğinden sâlih kullarda ortaya çıktığı kabul edilen ilhamî bilgiyi onların başkasına tebliğ etmekle yükümlü olmadıkları dikkate alınırsa bu tür bilgilerin ferdî dinî tecrübenin ötesinde bir anlam taşımadığı anlaşılır.

Şu halde başkasına aktarılamayan, duyu verileri ve rasyonel bilgilerle de kontrol edilemeyen bu tür tecrübelerin genel geçerliliğinin bulunmaması gerekir. Ayrıca ilhamî bilgiyi öne çıkarıp bütün gayretini buna ulaşmak için harcamak, akıl ilkelerinin yanı sıra duyu verilerine dayanan bilgileri İhmal etmek gibi bir sonuç doğurur.

Gerçeğe ilhamî bilgiyle ulaşılabileceğini savunanların akıl ve duyu verilerine güvenmedikleri, hatta böyle bir çabayı terketmeyi tavsiye ettikleri bilinmektedir. Kur'an ise insanı objektif bilgi kriterleri olan duyu verilerine ve rasyonel bilgilere yöneltmektedir. Allah'ın her insana iyiliği ve kötülüğü tanımasını sağlayıcı duygular ilham ettiği ise tartışmasız kabul edilmesi gereken bir husustur.

Şeytanlar da vahiyde bulunurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Tıpkı bunlar gibi her nebiye insan ve cin şeytanlarından, düşmanlar oluşturmuşuzdur. Aldatmak için biri diğerine yaldızlı sözler vahyeder...” (En’am 112)

“... Şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmelerini vahyederler. Onlara boyun eğerseniz tam müşrik olursunuz.” (En’am 121)

Konumuz açısından şu âyet de önemlidir:
Allah’ın bir insanla konuşması sadece vahiy yoluyla veya perde arkasından ya da bir elçi göndererek kendi izniyle dilediğini vahyettirmesi şeklinde olabilir.” (Şûrâ 51)

Kur’an’da arıya (Nahl 68), Musa aleyhisselamın annesine ve Meryem’e yapılan vahiylerden bahsedilir. Sahih rüya da perde arkasından yapılan vahiy yani verilen bilgidir. Bunun şifresini herkes çözemediği için tabirine ihtiyaç duyulur.

Bu tür vahiyler her insana; rüya, ilham veya başka şekillerde olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Musa'nın annesine şunu vahyettik: "Çocuğu emzir, bir şey olacağından korktuğunda onu denize bırak ama korkma ve üzülme. Biz onu yine sana döndüreceğiz ve resullerden biri yapacağız". (Kasas 7)

Bu tür vahiyler kesin bilgi ifade etmez. Bunu şu ayetlerden anlarız:
Musa'nın annesinin gönlü bomboş kalmıştı. İçi rahat olsun diye kalbini pekiştirmiş olmasaydık olanı biteni nerdeyse açığa vuracaktı. Ablasına, "Onu izle" demişti. O da uzaktan gözetlemişti. Onlar fark edemiyorlardı. (Kasas 8-9)

Musa’nın annesi, yapılan telkinin doğruluğunu ancak çocuk kendisine döndükten sonra anlamıştı. Bunu da şu ayetler göstermektedir:
Önceden, oradaki sütannelerini ona yasaklamıştık. Ablası dedi ki: "Sizin için onun bakımını üstlenecek bir aileyi gösterebilir miyim? Onlar ona iyi bakarlar."

Böylece onu, annesine geri verdik ki, gözü aydın olsun da üzülmesin. Bir de bilsin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir ama çokları bunu bilmezler.” (Kasas 12-13)

Bunlar, rasullere gelen bilgi çeşidinden değildir. Rasul, birinin sözünü diğerine ulaştıran kişidir. Allah’ın resulleri, Allah’ın sözlerini insanlara ulaştırırlar. Allah’ın resullerine Kur’ân’da hem rasul, hem nebi denir. Nebi denmesi, vahiy aldıkları için, rasul de o vahyi tebliği ettikleri içindir. Onların vahiy alış şekilleri farklıdır, daha vahyi alırken onun Allah’tan geldiği konusunda kesin bilgiye ulaşırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Allah bütün gaybı bilir, kendi gaybını kimseye açmaz. Dilediği elçi bunun dışındadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. Bunu yapar ki o (elçi), (gelen meleklerin) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırdıklarını bilsin, onların yanında olanı kavrasın ve her şeyi bir bir hafızasına yerleştirsin. “ (Cin 72/26-28)

Ayetteki “kendi gaybını” ifadesi, resullere bildirilenin özel gayb bilgisi olduğunu gösterir. Bu bilgiyi, ancak Allah’ın Nebileri alabilirler. Bunlar, insanlara ulaştırılmak için yapılan vahiylerdir. Vahiy ve ilhamın diğer şekillerinde böyle bir şey yoktur. Bu sebep onlar, sadece ilgili kişiyle alakalıdır. Bir başkası için önemli değildir.

Ama hurafeciler, insanlara olan vahiy ve ilham sınırını aşarak kendilerini Allah’ın nebileri gibi göstermeye çalışır “Nebilere olan bize de olur, biz de vahiy alırız” diyerek yoldan çıkarlar. Allah Teâlâ bunlar için şöyle buyurur:
Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendine vahiy gelmediği halde vahiy aldığını söyleyenden yahut Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim" diyenden daha zalimi kim olabilir? …” (En’âm 93)


Nurcuların ruh sağlığı ve pisikolojileri yerinde değildir.
Çünkü metod olarak İslami usullere , metod ve ilkelere değil aksine tamamen İslam'ın reddettiği ebced, cifir , gayb, vehim-ilham, batıni hezeyanlara dayanan mistik usullere dayanılmıştır.
Ehli sunnet islam alemi ile nurcu - sofiyyenin İslam akaidleri ve metod anlayışları farklı olduğundan , bir taraf Kuran ve sünneti kaynak edinip bu yolda islam alimlerinin geliştirmiş olduğu usuller neticesinde meselelere yaklaşırken,
diğer kesim (sofiyye-nur) ise batını ve keşf ile bilgi alınadığına itibar edilerek islama aykırı bile olsa kendi alimleri öyle demişse sorgusuz sualsiz kabullenilecektir.


Yazının Orijini ve devamı için :

https://www.islam-tr.org/tevhid/14134-ilham-ilim-elde-etme-yolu-degildir.html
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
humble;142288' Alıntı:
Lemalar | On Dördüncü Lem´a | 94

Aziz, sıddık kardeşim Refet Bey,
Sevr ve hût'a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevap, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında "On İki Asıl" namıyla on iki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mihenktirler ve ehâdise gelen evhâmı def edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazı sualler sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz. Onun için, herbir sualinize lâyıkınca cevap veremiyorum. Haydi, bu defaki sualinize kısa bir cevap vereyim.
Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!"
Elcevap: İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar:"Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiş:
b585.gif
-2-
Bir rivayette, bir defa
b586.gif
-3- demiş, diğer defada
b587.gif
-4- demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevâri hikâyelere bu hadisi tatbik etmişler. Hususan Benî İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sabıkada sevr ve hût hakkında gördükleri hikâyeleri hadise tatbik edip, hadisin mânâsını acip bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek.

BİRİNCİ ESAS: Benî İsrail ulemasının bir kısmı Müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman olmuş, İslâmiyete mal olmuş. Halbuki o eski malûmatlarda yanlışlar var. O yanlışlar elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir.


duygusallıktan çıkalım realiteye dönelim...yazılan reddiye baştan daha çürük temeller üzerine oturtulmuş neden derseniz..14 lema da bu hadise sahihtir demiyor ama reddiye sahihtir demiştir diyor acaba nerede tezat var


acaba reddiyede mi hata var bilmiyorum bunada siz karar verin :)

Lemalar | On Dördüncü Lem´a | 96
Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acip ve haric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin tevilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından hadis zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma isnad edilmiş.



Risale-i Nur Külliyatı Arama Motoru

Humble kardeşim reddiyede hata yok . hata sizin reddiyedeki linkteki yazıyı göremeyişinizde. Şimdi buraya tekrar aktarıyorum:


Muhakemat : Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır

yazının pc hali :

Muhakemat, Sayfa 52


hamkadır. Zira bürhan-ı kat’î ile sabit olan birşeyi hak ve hakikat olan dine muhalif olduğuna ihtimal veren ve münafatından havf eden adam, hâlî değil, ya dimağında bir sofestai gizlenmiş, karıştırıyor; veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmış, ihtilâl ediyor; veyahut yeniden dine müşteri olmuş, tenkitle almak istiyor.
İkinci Mesele
Pûşide olmasın, Sevr ve Hûtun kısas-ı meşhuresi, İslâmiyetin dahil ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen, Mukaddeme-i Saliseye git, göreceksin, hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dahil olmuştur.
Amma, İbn-i Abbas’a olan nispetin ittisali ise: Dördüncü Mukaddemenin aynasına bak; o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, Sevr ve Hût üzerindedir." Hadis olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır.
Saniyen: Hadis olsa da zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir. Akideye dahil olmaz. Zira yakîn şarttır.
Salisen: Mütevatir ve kat’iyyü’l-metin olsa da, kat’iyyü’d-delâlet değildir. Eğer istersen, Beşinci Mukaddemeye müracaatla, On Birinci Mukaddemeyle müşavere et! Göreceksin, nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış, bu hadisi, mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir. İşte vücuh-u sahiha üçtür:
Nasıl Sevr ve Nesir ve İnsan ve diğeriyle müsemmâ olan Hamele-i Arş, melâikedir. Bu Sevr ve Hût dahi, öyle iki melâikedir. Yoksa, Arş-ı Âzamı melâikeye; küreyi, küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafidir. Hem de lisan-ı şeriatte işitiliyor: Herbir nev’e
« Önceki Sayfa


yazının pc linki:


http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Muhakemat&Page=52



Daha sonraki yıllarda yazdığı Lemalar adlı kitabında ise, israiliyat olan söz sahihleniyor ve sözü israiliyattır diye reddedenleri sahih bir hadis reddetip küfre düşmüş gibi gördüğünden Haşa bu hadisi inkar ediyorlar diye kınıyor!

Lemalar : Coğrafyacılar, hâşâ bu Hadîsi inkâr ediyorlar !

yazının pc hali :

Lem'alar, Sayfa 376
İkinci Nokta: Şeytan, kusurlu insana kusurunu îtiraf etmemek ile istiğfar ve istiâze yolunu kapayıp, enâniyeti tahrik ederek, avukat gibi nefsini müdâfaa ettirir; âdetâ nefsini taksirâttan takdîs ettirmesine mukâbil, herkesi iknâ edecek bir cevaptır. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusur bulunduğunu ve kusurunu görmek, kusurunu kusurluktan çıkarmak olduğunu beyân eder.
Üçüncü Nokta: İnsanın hayat-ı içtimâiyesini ifsad eden en mühim bir desîse-i şeytâniye, "mü’minin birtek seyyiesiyle hasenâtını örtmek" ile, o mü’mine karşı adâvet ettirmeye mukâbil, mîzân-ı ekberde adâlet-i mutlaka-i Ilâhiyenin tecellîsindeki düstur ile, herkese lüzumlu, husûsan hadîdü’1-mîzac ve müşkülpesent insanlara, kıymettar ve haklı ve kuvvetli bir cevaptır.
İşte, şu risâle, On Üç İşaret ile, şeytân-ı insî ve cinnînin on üç hücum yollarını kapadığı gibi,
b1058.gif
sûresinin kal’a-i metîninde tahassun etmek için on üç anahtar olup, on üç kapıyı ehl-i îmâna açar.
Şu Hikmetü’l-İstiâze Risâlesinin iki mühim kardeşi var. Biri, Yirmi Dokuzuncu Mektubun altıncı risâlesi olan Hücumât-ı Sitte mühim bir kale olduğu gibi, ikinci bir kardeşi olan Yirmi Altıncı Mektubun "Hüccetü’1-Kur’âni ale’şşeytâni ve Hizbihî" nâmındaki risâlesi dahi bir hısn-ı hasîndir. Bu üç risâle birbiriyle münâsebettardır. Ve ehl-i îmâna bu zamanda çok lüzumlu olduğunu ihtar ediyorum. Fakat şu risâleler, tamamıyla Kur’ân’a sâdık olanların ellerine verilebilir. Bid’a ve dalâlete taraftar veya siyasetçiliğe müptelâ olanların ellerine vermemek gerektir. Bilhassa Hücumât-ı Sitte, içerisinde Eski Said’in şiddetli lisânı karıştığı için, en has ve en sâdık kardeşlerime mahsustur. şimdilik hakkı dinlemek ve kabul etmek istidâdında olmayanlara gösterilmemesini tavsiye ediyorum. Hem de, İşârât-ı Seb’a, Hücumât-ı Sitte gibi şimdilik havâssa mahsustur.

On Dördüncü Lem’a
İki makamdır.

BİRİNCİ MAKAM : Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sorulmuş ki:"Arz ne üstünde duruyor?" Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş
b1059.gif
Yani, "Öküz ve balık üstünde duruyor." şu hadîse dâir çok münâkaşât vardır.
Coğrafyacılar-hâşâ-bu hadîsi inkâr ediyorlar.

İşte, bu hadîsin hakîki mânâsını, üç vecihle, bu risâlenin Birinci Makamı öyle bir tarzda beyân ediyor ki, münkirlerin zerre miktar insafı varsa ve coğraf yacılann hakka karşı zerre miktar iz’anları bulunsa, bu hadîsi, bâhir bir
« Önceki Sayfa


yazının pc linki:

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=376



Hangisi doğru :

Muhakemat : Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrailiyatın nişanı vardır


Lemalar : Coğrafyacılar, hâşâ bu Hadîsi inkâr ediyorlar !
?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
risalei nurdan aldığın derslerden başka ne ile konuşabilirsinki sen. girmişsin cıkmıssın dil uzatma. bir seye tepen atmıs belki yada kendini bir sey sanıp insanlarla anlasamadın. ifadelerini dinsiz yunan bile kullanmaz. üstada dil uzatma. sen üstada dil uzatarak bence kendini içinden cıkamayacagın cok zor durumlara sokuyorsun Allah ın huzurnda. senın yerınde olsam hemen vazgecerım. nedir bu cahillik. bediüzamanın her seyi yanlış olsa mertligi ve delikanlılıgının zerresini sen kendinde bulamassın.lütfen dil uzatmayın. allah sizi affetsin. almısınız elinize google sallayıp durun bakalım. daha iyisini yazda görelim. ya yaz yada sonsuza kadar sus.ALLAH SİZİ VE CÜMLEMİZİ AFFETSİN. S.A.

Al bir tane daha ilim düşmanı!
sen nerde kaldın , amma beklettin bizi ha.

Burada kişileri putlaştırmak yasak. Burası muslumanların yeri, karıştırma.
Kimse burada kişinin fiziki özelliğine yada korkaklığına bir şey demiyor. Aksine ehli sü sünnete uymayan akideleri kendi kitabındaki yazılarından delkillerle ortaya konuluyor.

Burada Kuran ve sünnetle konuşup, yine Kuran ve sünnetle karşı çıkacaksan başla yazmaya.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
KİMSEYİ PUTLAŞTIRMIYORUZ HAKARET ETMEYİN ÜSTADA BURDA DURACAK DEGILIM BEN KIMSEYI PUTLAŞTIRMIYORUM AMA SİZ ÜSTADA SAYGISILIK YAPIYORSUNUZ. OLAY BUDUR

Kendi kitabından kendi yazısındaki şirk sözleri söylemek Ustadına saygısızlık mıdır?
Az bir şey duygusal yaklaşmayıp ta akıl sahibi muslumanda olması gereken bir tavır sergileyecek olsan ; " bu adam ne diyor delili nedir, hatası nedir " deyip, ehli sunnete göre akidemizdeki hatayı ve said nursiden gösterdiğimiz sakat yerlerin delillerini yazıp bizden cevap beklemek olurdu .
Ama tüm taasub ile saldırnların yaptığı gibi körü körüne konuş git.
Şahid ol ya Rab X3
 
U Çevrimdışı

usayko74

Üye
İslam-TR Üyesi
......
..............................................

Abdulmuizz Fida:
Edebsiz ve ilimsiz zırvalamalar silinmiştir :

Kuran ve sünnete göre yazılarımı tenkid edeceksen et.
Yoksa sende ilmi konuşup hakikatle yüzleşmek yerine "cevabul ahmak es sukut" diyerek uzayacak mısın?


Sana 4 soru :
1_ Said Nursi hata (Risale-i Nurlarda) yapar mı?
2_Eğer hata yapar der iseniz kitabından bir hata gösterebilir misiniz?
( Hem hata yapar deyip, hem de hatasını gösteremez seniz kitabını Kur'an la yer mi değiştirdiniz?)
3-Hata yapmaz der iseniz vahy ile kontrol mu ediliyor ki hata yaptığında düzeltiliyor (rasulullah (s.a.v.) gibi)
4_Eğer hata yapar dediğiniz halde bizim gösterdiğimiz hatalara niye dinlemeden araştırmadan saldırıyor reddediyorsunuz? Tılsım mı bozulacak?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Üstad Bediüzzaman gibi zatlar mutlaka hata yapabilirler ama bunlar bizim gibi sıradan insanların hataları gibi değil...mesala Üstad dine hizmeti önceleri siyasette arar fakat sonra zararını görünce siyasetten uzak bir şekilde hizmetinin eda eder... şimdi kitabında hata göster diyorsunuz kitapta siyasete dünyevi meselelere yönelik bir mevzu yok ki hepsi Allah'ı ahireti ispata yönelik deliller...Ben tenkit edenlerin risalelerin tamamını okumadığını sadece bir kısmını alıp tenkitte bulunduğunu düşünüyorum
Bak kardeşim zanlarınla hakkımızda yazma. sana kim dedi kitaplarını okumadığımızı?
Sen okudun ise karşı çıktığımız yere yaz o zaman .
Kıyametin tarihini vermek , kendini ve kitabını Kuranı kerimin içine sokmak . Kitabın birinde sahih hadis dediği söze , diğerinde israiliyat uydurma izi var demek . Kabirden yardım istemek vs .
sen şimdi bütünüyle değerlendir bu küfür ve şirkleri.


Bundan sonra yorumları bırakın ve direk hatalarımızı yazılarımızdan alın ve delilinizi koyun .
Zamanındaki komunizm ve Allah inkarına karşı yazdığı meselelere bvir şey demedik . İtikadi görüşleri ehli sünnete aykırı olduğu için ehli sünnetin delillerini koyduk . O zaman sen ehli sünnete uygunluğunu delillendir.
 
U Çevrimdışı

ufuklar2534

Üye
İslam-TR Üyesi
Üstad Bediüzzaman gibi zatlar mutlaka hata yapabilirler ama bunlar bizim gibi sıradan insanların hataları gibi değil...mesala Üstad dine hizmeti önceleri siyasette arar fakat sonra zararını görünce siyasetten uzak bir şekilde hizmetinin eda eder... şimdi kitabında hata göster diyorsunuz kitapta siyasete dünyevi meselelere yönelik bir mevzu yok ki hepsi Allah'ı ahireti ispata yönelik deliller...Ben tenkit edenlerin risalelerin tamamını okumadığını sadece bir kısmını alıp tenkitte bulunduğunu düşünüyorum

Tamam hiç tereddütsüz herhangi bir kaynağa müracaat etmeden tüm sorularınızı yanıtlayayım...İlk cevap kıyamet tarihi meselesi orada kıyametin tarihini Allah'tan başka kimse bilemez diye başlıyor ve yine cifir hesabına göre bu tarih olabilir diyor bunda da bir mahzur olmasa gerek ikincisi Risale-i Nur'un geneline bakılınca Üstad'ın kendisini beğenmediğini kusurlu gördüğünü her mevzuya nefsine hitap ederek başladığını müşahade ederiz. Yine bilmediğinizi sandığım ve ilhamlara sünuhata da bağlı cifir hesabıyla Risale-i Nur'u işareten (Kur'anın bir çok manasından biri olan) o dönemin az olan dindar insanlarına aşk şevk versin diye bazı saptamaları olmuş olabilir bu onu dinden çıkarmaz nitekim Fethullah gülen onun takipçisi olmasına rağmen bu mevzulara hiç girmemiş üçüncü sorunuzun hangi hadis olduğunu ve nerelerde geçtiğini lutfederseniz cevaplarım...dördüncüsü bu kadar tevhid meselesini işleyen birinin herhalde kabirlerden yardım istenmeyeceği malumdur. yerini belirtirseniz sevinirim... siz tüm bunları söyleyip küfür ve şirkle itham etmişsiniz benim cılız cevaplarım sadre şifa olmasa bile ben onun küfre düştüğüne hiç bir zaman inanmam...

*****************

Abdulmuizz Fida:

Bu ilimden nasipsiz , Delil Kuran sünnet yerine, nefsani ve taasubi ibretlik zırva yazı kalsın ki hangi cahiller ile uğraştığımız görülsün.
 
M Çevrimdışı

Muhammedyusufyahya

Üye
İslam-TR Üyesi
Gerçekten haddin olmayan mesele hakkında mesaj yazmışsın.

Evet gercekten kapasitenin ve istidatlarının pek fevkinde acib ve anlaşılmaz bir ise girismissiniz.nasil bir ruh haleti tasiyosunuz merak ettim. Milyonlar insanların imanının kurtulmasına vesile olan bu mübarek eserlere tarihte yanlizca azili dinsiz masonlar ve mutemerrid zındıklar ve birkaç kıskanç ve hasedci hocalardan baskası saldirmamistir. Siz kendinizi hangi kategoride görmek istersiniz merak ediyorum. Yok bence kalbinizde hastalık yok ama kıskançlık ve hasedinizden ve birazda farklı olmayan vehmi bir farklılık oluşturma cabasından başka birsey değil öyle ümid ediyorum, yoksa yazdıklarınızdan cok derin(!) bir ilme sahip olduğu gorunuen siz zat-i muhterem dunyanın hemen hemen bütün ülkelerinde okunan ve iman hizmetini kıtalara yayan böyle kudsi bir cemaatin faaliyetlerini tekzip edip o mübarek cemaatin külli hakkını üzerine almak gibi bir hataya düşmezsiniz.herneyse insaAllah bu kadar mensubu olan ve hizmetleri ve himmetleri sırf Allah rızası icin iman hakikatlarını nesretmek olan böyle bir hizmete ve ona vesile olan böyle buyuk bor Zat'a dil uzatmak cok buyuk cesaret grektirir. Ama bildigim cok güzel bir hadis var bana teselli veriyor ve sizin hakkinizdaki düşüncemi adavetten merhamete çeviriyor:" Cahil cesur olur". İnsaAllah bu cahiliginiz Cenab-i Allah in huzurunda affa kabil olur.
 
T Çevrimdışı

tevhidulhak

Üye
İslam-TR Üyesi
Evet gercekten kapasitenin ve istidatlarının pek fevkinde acib ve anlaşılmaz bir ise girismissiniz.nasil bir ruh haleti tasiyosunuz merak ettim. Milyonlar insanların imanının kurtulmasına vesile olan bu mübarek eserlere tarihte yanlizca azili dinsiz masonlar ve mutemerrid zındıklar ve birkaç kıskanç ve hasedci hocalardan baskası saldirmamistir. Siz kendinizi hangi kategoride görmek istersiniz merak ediyorum. Yok bence kalbinizde hastalık yok ama kıskançlık ve hasedinizden ve birazda farklı olmayan vehmi bir farklılık oluşturma cabasından başka birsey değil öyle ümid ediyorum, yoksa yazdıklarınızdan cok derin(!) bir ilme sahip olduğu gorunuen siz zat-i muhterem dunyanın hemen hemen bütün ülkelerinde okunan ve iman hizmetini kıtalara yayan böyle kudsi bir cemaatin faaliyetlerini tekzip edip o mübarek cemaatin külli hakkını üzerine almak gibi bir hataya düşmezsiniz.herneyse insaAllah bu kadar mensubu olan ve hizmetleri ve himmetleri sırf Allah rızası icin iman hakikatlarını nesretmek olan böyle bir hizmete ve ona vesile olan böyle buyuk bor Zat'a dil uzatmak cok buyuk cesaret grektirir. Ama bildigim cok güzel bir hadis var bana teselli veriyor ve sizin hakkinizdaki düşüncemi adavetten merhamete çeviriyor:" Cahil cesur olur". İnsaAllah bu cahiliginiz Cenab-i Allah in huzurunda affa kabil olur.

YA ARTIK BÖLE DEMOGOLOJİ YAPARAK DİN HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAYAN SİZİN GİBİ TEVHİDDEN UZAK TAĞUTLARIN BOYUNDURUĞUNA BOYUN EĞMİŞ VE ONLARLA HAREKET EDİP ÇIKAR AMAÇLI OLUŞUMLAR KURARAK TABİKİDE SÖZDE MİLYONLARCA SAF İNSAN OKUYACAK YAD AOKUYORMUŞ GİBİ YAPIP ÇIKAR YOLCUĞULUNA DEVAM EDECEK HAŞA HZ ALİ HABER VERİYORMUŞ YOK YAZDIRILMIŞ YOK 3 AYDA ALLEME OLMUŞ GAYBE TAHMİNLER BULUNMA OKUMADIK SANKİ BİRDE BU KÜFÜR SÖZE NE DEMELİ Milletimin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım Hangi Alim böle bir söz söylemiş böle çocuk konuşması yapmıştır birde hz ebubekiri örnek verip uydurma sözler uydurma hadislerden yola çıkıyorlar ne güzel memleklet tahirif edilmiş ayetler uydurma hadisler tek bir admaın görüşleri ve iman kurtuldı ölemi siz imanı ne sandınız Allah katında bunların hesabını verceksiniz bbakalım kim allah için çalışmış o zaman görecez ALLAH NURCUYUM DİYEN HERKEZE HİDAYET VERSİN
 
T Çevrimdışı

tevhidulhak

Üye
İslam-TR Üyesi
BİLDİĞİM TEK BİR ŞEY VARSA NUR CEMAATİNİN,İMANLA BİR ALAKASI BULUNMADIĞIRDIR İMAN TEVHİDİ ALLAHIN HÜKÜMLERİNE GÖRE TAĞUTLARA RIZA GÖSTERMEDEN ALLAHIN HAKİMİYETİNİ KABÜL EDİP HAYATA KURAN VE SÜNNETİ İTİKAD ETMEKTİR.NUR CAMİASINDA BUNUN A SI BİLE YOK AKİSENE KAFİRLERE HOŞGÖRÜ DİYALOG BAŞKA ALİMMİ KALMADI İMANI SAİD NURSİ KURTARIYOR NİYE BİR ADAMIN KİTAPLRINDAN YOLA ÇIKALIM BİZ KERİMİZYİZ ALLAHIN KURANI VE RASULUNUN METODU VARKEN HAYATA İTİKAD ETMEK VARKEN İTİKAD BOZUCU BİR KİTABA BOYUN EĞELİM ANCAK BUNA SİZİN GİBİ İLİMDEN ANLAMAYAN TEK BİR ADAMA MAHKUM OLMUŞ İNSANLAR KANAR
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Evet gercekten kapasitenin ve istidatlarının pek fevkinde acib ve anlaşılmaz bir ise girismissiniz.nasil bir ruh haleti tasiyosunuz merak ettim. Milyonlar insanların imanının kurtulmasına vesile olan bu mübarek eserlere tarihte yanlizca azili dinsiz masonlar ve mutemerrid zındıklar ve birkaç kıskanç ve hasedci hocalardan baskası saldirmamistir. Siz kendinizi hangi kategoride görmek istersiniz merak ediyorum. Yok bence kalbinizde hastalık yok ama kıskançlık ve hasedinizden ve birazda farklı olmayan vehmi bir farklılık oluşturma cabasından başka birsey değil öyle ümid ediyorum, yoksa yazdıklarınızdan cok derin(!) bir ilme sahip olduğu gorunuen siz zat-i muhterem dunyanın hemen hemen bütün ülkelerinde okunan ve iman hizmetini kıtalara yayan böyle kudsi bir cemaatin faaliyetlerini tekzip edip o mübarek cemaatin külli hakkını üzerine almak gibi bir hataya düşmezsiniz.herneyse insaAllah bu kadar mensubu olan ve hizmetleri ve himmetleri sırf Allah rızası icin iman hakikatlarını nesretmek olan böyle bir hizmete ve ona vesile olan böyle buyuk bor Zat'a dil uzatmak cok buyuk cesaret grektirir. Ama bildigim cok güzel bir hadis var bana teselli veriyor ve sizin hakkinizdaki düşüncemi adavetten merhamete çeviriyor:" Cahil cesur olur". İnsaAllah bu cahiliginiz Cenab-i Allah in huzurunda affa kabil olur.

Adın Muhammed ama yazında ne Muhammede indirilenden (Kuran) , ne de kendi söz ve yaşamından (hadis) bir eser yok ama ; onun yerine koyduğun kişinin kitabındaki cümleleri kendine örnek alarak yazıyorsun.

Bak küçük said ; bırak terbiyesizce edebiyat parçalamayı da ismet sıfatı verdiğin adama iftira mı atmışız yoksa yanlış değerlendirdiğim iz neresidir? Sahi sen ehli sunnet akaidi diye bir şey duydun mu? Akaidie ve tevhide muhalif olan inancın cümlelerini savunmanın nedeni bu mudur? Boş ve abes işleri bırak ve bizim yazımızdan yanlış olanları Kuran ve sünneti baz alarak ortaya koy. Said Nursi peygamber, yazdığı pardon yazdırıldığı kitabta (bize göre) vahiy değil ki senin gibi eleştirilemez kılalım!
Bir dahaki mesajında isteğimi yerine getir ve yazımdan beğenmediğin yerin sebeblerini sunasın.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
benim damarımda türk kanı yok. o zaman ben bunu kendime dert edinmeyeyim. bu nasıl bir mantık?
said-i nursi'nin eleştirilecek hiçbir yanı kalmış gibi asabiyetinden dolayı tenkit ediliyor. keşke mustafa sabri de biraz asabiyetçiliğinden sıyrılıp buradaki arkadaşların yazdığı kadar bir reddiye yazabilseydi.

yok kürt'müş, yok türk'müş, yok padişahmış... bana ne bunlardan? bana tevhide dair, takvaya dair birşey söyleyin.

ahi niye öyle diyorsun, sen bilmez misin her türk müslümandır. biri müslüman değilse türkde olamaz.

Bak risaleyi nurda ne yazıyor. Aynen kitapdan alıntıdır.

Nerede Türk varsa Müslümandır.
(Risale-i Nur Külliyatı- Tarihçe-i Hayatı-sf.360-Yeni Asya Neşriyat)

Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. (Risale-i Nur Külliyatı- Mektubat-sf.543-Yeni Asya Neşriyat)


SubhanAllah... Ne kadar türk varsa müslüman mışşş mışşş mışşşş...
 
ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
abi bu adamlar mütekellim....Alim dediğin ikhtilaflı bir konu olduğunda mevzuyuAllaha ve resulüne taşır '' O hâlde bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız, artık onu Allah’a ve peygambere arz edin! Bu hem hayırlı, hem de netîce i'tibârıyla daha güzeldir.'' nisa 59_____
 
M Çevrimdışı

Muhammedyusufyahya

Üye
İslam-TR Üyesi
•Bir Müslüman, kâfir olarak ölebilir. Onun kâfir olarak veya iman ile öleceği bilinmediği halde, ona kâfir denmez. Buna kâfir demek, küfür olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]

•Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler. (2/78)

1- Said Nursi yi hiçbir nurcu peygamber yerine koymaz, ne de kötü zan ediyorsun
2- ismet sıfatının sadece peygamberlere has olduğunu bilmek icin alım olmak gerekmiyor ne de kötü zan ediyorsunuz, siz birde kur an dan dem vuruyorsunuz, kötü zan sizde, iftira sizde, insanları sirkle kafirlikle itham etmek sizde,bizde olmayan düşüncelerle bizleri mahkum ediyorsunuz, bu nasil bir sartlanmisligin ürünü anlamak zor, Allah askına soruyorum size sizin zihniyetteki bir insan, kendi beynini aydinlatmaktan aciz biri nasil olurda aydinlatici,müjdeleyici olabilir? Bir tarafta sınırları kıtaları aşmış ve milyonlar şahıslardan hüsn-U kabul gormuş bir iman hizmeti diğer taraftan daha beyin sınırlarını aşamamış, sarf ve nahiv bilmekle kendini ıslam alimi sanan sizler.
Üstadımız olsaydı size hakkını helal ederdi, onu idam etmek isteyen hakîme, savcıya hakkını helal ettigi gibi beddua etmediği gibi. Allah a emanet olun. Biz sizin gibi abilerimizden küsmüyoruz darilmiyoruzda, karşımızda küfür ceryani var, hariçten düşman geldiginde en bedevi kavimler bile dahilde savaşmazlar haricteki düşmana karsı ittifak ederler. Herneyse. Allah ilminizi ziyadelestirsin insaAllah, bizlerde ihlas-i tamme yi ve sarsılmaz bir uhuvveti nasip etsin insaAllah
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
bak muhammed yusuf yahya boş konuşuyor iyice batıyorsun ?
Biz senin ustadına ne demişiz önce onu al buraya göster ve tenkidimizin yanlış olduğıunu bize delillendir. Bakarsın hatamızdan döneriz sende sevap kazanırsın değil mi ? Hala yazılarımıza ayet hadis ile cevap vermek yerine said nursi böyle derdi böyle alimdi böyle yazdırılırdı diyerek bizi korkutmaya mı çalışıyorsun? Biz Allahtan korktuğumuz için Bidat ve hurafeleri din edinenleri burada deşifre ediyoruz. Sen bunların Kuran ve sunnete uyduğuna iman ediyorsan delilli konuş dilli değil.
Aksi takdirde militanca yazılarına son verilecektir.
 
Üst Ana Sayfa Alt