Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tasavvuf Ve Islam Tartışmaları

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
E Çevrimdışı

Ebu Katade

Misafir
bencede bu kardeşin öğrenme gibi bi niyetin yok. bence kimse daha fazla kolunu yormasın...herkese hayırlı geceler...
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Eğer bunlar Allah'ın dostları ise sizde onlara düşmanlık ediyorsanız Allah size savaş açmış demektir. Bunu nasıl kenara itersiniz!
Eğer bunlar Allahın dostu değil ise ve şirk işliyorlarsa sen de bu şirke ortak oluyorsan ne yapacaksın? Sana verilen linklerin hiç biri delilsiz değildir.Burada delilsiz iş yapılmaz.Tayyareden konuşulmaz.
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Kalbimi yarıpta baktın mı ki? Allah biliyor ya... herkeze hayırlı geceler...
Bak kardeş o zaman şu konuyu oku.Hepimiz tasavvuf hakkında bilgi sahibi kişileriz.Bizim o kişileri eleştirerek elimize ne geçebilir bir düşün? Biz Müslümansak dinen yanlışları olanları ortaya çıkarmalıyız.Ama belirli bir kalıpla olaylara bakmaman gerekiyor.Mevlananın , imam rabbaninin ve diğer tasavvuf büyüklerinin eserlerine dikkatlice bak.Eminim sen de anlayacaksın.
 
acizkul46 Çevrimdışı

acizkul46

Üye
İslam-TR Üyesi
Eğer bunlar Allahın dostu değil ise ve şirk işliyorlarsa sen de bu şirke ortak oluyorsan ne yapacaksın? Sana verilen linklerin hiç biri delilsiz değildir.Burada delilsiz iş yapılmaz.Tayyareden konuşulmaz.

delil diyorsunda hacım bak çeşitli yayınlardan kesitler sunmuşsunuz bunu nasıl delil kabul edeyim bende koyayım isterseniz ama sizde kabul etmezsiniz
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Kardeşim o linklerdekini ben nasıl kanıt kabul ederim bilmediğim insanların bilmediğim yazılarını nasıl delil kabul edeyim?
Bende başka yayınlardan başka yazıları getireyim delil mi kabul edelim yani?
Yani anlamıyorum kimim görüşü neyin nesi demeden onları okumamı beklemeyin.
Biraz anlayışlı olun ne konuştuysak suç oluyor savunma hakkı bile vermiyorsunuz


Semazen.NET bu siteden kitaplara ulaşabilirsin müzedeki yazmalar da var Mevlana Müzesi Yazmalar Kataloğu diye yazan başlıkta mesela resmi çekilerek kaydedilmiş pdf haline getirilmiş orj. farsça altında türkçe tercümesi bulunuyor

Mevlana Celaleddin Rumi ve sapıklığı | Tasavvufveislam bu siteden de bakabilirsin

AŞAĞIDA HEPSİ KENDİ ESERLERİNDEN DELİLLERLE SUNULDU

“ …. Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın,onu şiir halinde söylemekteki muradım ise senin sesindir. Bence sesin,Allah sesidir.Aşık, haşa sevgilisinden ayrılmaz. İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın,Allah attı ….. “ ENFAL : 17.AY. Ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın …. “

MESNEVİ : 4.C.62.63.S. M.E.B1991 İST

Bilindiği gibi bu Ayet’i celile de,Resulullah s.a.v’e yönelik bir hitap vardır. Allah resulü s.a.v Bedir harbinde iken ellerini kaldırarak : “ Ey Rabbim ! eğer şu topluluğu helak edecek olursan bir daha asla yer-yüzünde sana ibadet edilmeyecektir “ diye dua etmişti. Cibril’de ona : “ Bir avuç toprak al ve bunu onların yüzlerine at “ dedi. Peygamber s.a.v de bir avuç toprak alarak onların yüzlerine attı.Bunun üzerine müş-riklerden hiç kimse kalmadı ki gözlerine,burun deliklerine ve ağızlarına bu bir avuç topraktan isabet etmiş olmasın.Ve netice de arkalarını dönüp kaçtılar….. İşte bunun üzerine Rabbimiz Allah’u Teala : “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ buyurarak, Müslümanlara Bedir harbinde nasıl yardım ettiğini zikretmektedir…… Ama ne yazık ki, bu küfür önderlerinin sözlerinden de anlaşıldığı gibi, bu Ayet’i kerime kendi sapık fikirlerine delil getirilmiştir… İslam önderi olarak tanıtılan bu şahsiyetin çirkin sözlerinden bir tanesi de şudur :

“ ….. Evvelce sen, varlığını tanrıya verdin … Karşılık olarak da tanrı varlığını sana verdi … “
MESNEVİ : 4.C.1.S. M.E.B - 1991 İST

“ ….. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden ve ne de arkasından ona yaklaşamaz….. “
MESNEVİ : 1.C.7.S. M.E.B - 1991 İST


ŞEMSEDDİN TEBRİZİ : Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle : " Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır " buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazır-landıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems " içeri gel " diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve : " Kimya nereye gitti " dedi. Mevlânâ Şems : " Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi " buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü. “


MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.69.70.S - AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989


SULTAN VELED : Sultan Veled'den nakledilmiştir ki : Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan : " Abu Yezid : Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ? " diye sordular. Babam : " Bunda iki hüküm vardır : Ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut ta Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür " dedi.

MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.S -AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989





MESNEVİ: MEVLANA CELALEDDİN RUMİ

DÜNYA EDEBİYATINDAN TERCÜMELER ŞARK İSLAM KLASİKLERİ

Çeviren: Veled İzbudak/ Gözden Geçiren: Abdulbaki Gölpınarlı/ Şark İslam Klasikleri/ Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları



MESNEVİ’NİN ÖNSÖZÜ

Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, *Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı ‘nın en açık bürhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer(24Nur, 35). Sabahlardan daha aydın bir sûrette parlar. Kalplere cennettir; pınarları var, dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeri. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler… Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır’daki Nil’e benzer: Sabırlılara içilecek sudur, Firavun ‘un soyuna, sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da “Hak, onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da, yolunu doğrultur(17İsra, 9)” demiştir.

Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır(17İsra, 82), hüzünleri giderir, Kuranı apaçık bir hale koyar(6En’am, 114), rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır(80Abese, 13-16), temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler(56/79). Mesnevi, alemlerin Rabb ‘inden inmedir(56Vakıa, 80 2Bakara, 79 3Al-i İmran, 78 5Maide, 13): Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından(41Fussilet, 42). *Tanrı, onu korur, gözetir(15Hicr, 9); Tanrı, en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi ‘nin bunlardan başka lakapları da var, o lakapları veren de Tanrı ‘dır. Fakat biz, bu az lakapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delalet eder.

Ulu Tanrı ‘nın rahmetine muhtaç, zayıf kul Belh ‘li Hüseyin Hüseyin oğlu Muhammed’in oğlu Muhammed- Tanrı, Mesnevisini kabul etsin der ki: Şaşılacak ve nadir söylenir hikayeleri, hayırlı ve biiyük sözleri, delalet incilerini, zahit!er yolunu, ibadet edenler bahçesini müştemil bulunan ve lafzı az, manası çok olan bu manzum “Mesnevi ‘yi efendimin, dayandığım, güvendiğim zatın cesedimde ruh gibi hakim ve mutasarrıf olup bu günümün de, yarınımın da azığı bulunan kişinin dileğiyle uzatmak ve etraflıca yayıp genişletmek için çalıştım, çabaladım. O zat, ariflerin ulusu ve muktedası, hidayet ve yakin ehlinin ima*mıdır.. halkın feryadına erişen, kalblerin ve akılların emini olan, Tanrı ‘nın halk arasında emaneti, mah*lukatı içinde güzidesi, peygamberine olan vasiyet*lerinde ve safisinin indindeki sırlarında seçilmişti. Arş hazinelerinin anahtarı, yeryüzü definelerinin emini bulunan AbıTürkoğlu diye tanınmış faziletler sahibi, Hak ve dinin husâm’ı(kılıcı) Hasan oğlu Muhammed in’ oğlu Hasan’ dır. O, vaktin Bayezid’ idir.Zamanın Cüneyd’i. sıddıyk Oğlu Sıddıyktir. Tanrı ondan da razı olsun, atalarından da.*

Aslen Urumu ‘ludur ve “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım” diyen kadri yüce Şeyh’ in soyundandır. Tanrı, onun ruhunu ve soyundan gelenlerin ruhlarını kutlulasın. Ne güzel selef, ne de güzel halef!

Öyle bir soyu var ki güneş bile kaftanını o soyun üstüne salmış;

Öyle bir aslı var ki yıldızlar bile ona karşı ışıklarını yere yaymış!

Eşikleri(Şeyhin soyundan gelenler) daima ikbal kıblesidir; yüce kişilerin evlatları, oraya yönelirler.. daima dilekler Kabe ‘sidir; dileği olanlar, orayı tavaf ederler. Rabb ‘e, ruha, göğe, arşa ve nura mensup, görünüşte sukût ehli, sûreta gaib, mânen hâzır nâzır, hırka altında sultan olanlara.. Halkın ileri gelenleriyle faziletlere ve deliller nurlarına sahip bulunan can gözleri açık kişilere mukteda olması için yıldız doğdukça güneş tulû edip durdukça hep böyle olmadan geri kalınsın, hep böyle eşiği ikbal kıblesi, dilekler Kabe ‘si olup dursun. Amin Ya Rabbel alemin.

Bu bir duadır ki reddedilmez,

Çünkü bütün halk sınıflarına şamildir

Hamd, alemlerin Rabb ‘i Tanrı ‘yadır. Tanrı resûlüne- Allah rahmet etsin, selametler versin ve onun tertemiz soyunun ve sahabesinin hepsine rahmet olsun. (c.1 Birinci Önsöz)

(YUKARIDA PARANTEZ İÇİNDE VERİLEN AYET NUMARALARI, KUR’AN ‘A AİT ÖZELLİĞİN MESNEVİ İÇİN KULLANILDIĞINI İFADE ETMEKTEDİR)

ALLAH’TAN VAHİY

(C.4 Beyitler 1850-1855; s. 151 (Beyit 2245; s.178 Ayrıca bkz. s. 326)

1850. O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti. Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur… Neden mahfuzdur o levh? Hatadan! Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya… Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir!

Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. Sen istersen onu gönül vahyi farzet… Gönül zaten onun nazargâhıdır… Gönül, ona agâh olunca nasıl hata eder?

1855. Ey mümin, sen, Tanrı nuruyla bakar, görürsün… Hatadan, yanılmadan eminsin!



MESNEVİ’DE KADIN

(C.1 Beyit 2955)

2955. Eğer yol bilmezsen eşeğin dileğine aykırı hareket et; doğru yol, o aykırı yoldur. Kadınlarla meşverette bulunun, ne derlerse aksini yapın. Şüphe yok ki onlara aykırı hareket etmeyen helâk oldular. Heva hevesle, nefsin isteğiyle az dost ol. Çünkü seni Tanrı yolundan çıkaran, yolunu şaşırtan, heva ve hevestir. Cihanda bu heva ve hevesi, yoldaşların gölgesini kırıp öldürdüğü gibi hiçbir şey kıramaz, yok edemez.

(C.4 Beyit 2210)

2210. Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil… Çünkü kadının reyi seni topal eder.



(C.5 Beyitler 2465, 3240)

2465. Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi, eşekliğindendir. Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır. O eşek de çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti. Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu, öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu. Babam, sabır demir kalkandır. Tanrı, kalkana “Zafer geldi çattı” yazısını yazmıştır.

3240. Ululuk ıssı Tanrı’nın güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı adam, o güzelliğe feda ol.

(C.6 Beyit 2795)

Arşta oturup duruyordum. Anamın şehveti “inin” emri ile beni buraya attı. O tam yücelikten bir kocakarının hilesiyle rahim zindanına düştüm. Ruhu ta arştan bu yurda getirdi. Hasılı kadınların hilesi pek büyük. İnişim, önce de kadın yüzünden, sonra da kadın yüzünden. Ruhtum, nasıl oldu da bedene büründüm?



EŞCİNSELLİK

(C.2 Beyitler 3155-3160; s.137-138)

Oğlanın iriyarı adamdan korkması. Adamın ”Korkma çocuğum, ben er değilim” demesi.

3155. Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki“ Güzelim, emin ol.. Sen benim üstüme bineceksin. Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür” İnsanların suretleriyle manaları da işte böyledir. Dışarıdan adam görünürler, içerden melun Şeytan! Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.

3160. Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul yüzünden avını yele verdi. Davulda bir can olmadığını, içinin hava dolu olduğunu görünce dedi ki: “ Domuz bile şu bomboş tulumdan yeğ!” Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kişi onu öyle döver ki deme gitsin!



OĞLANCI HİKÂYESİ

(C.5 Beyitler 2495-2515; s. 205-207)

Bir adam ve birlikte olduğu oğlanla sohbeti…

2495. Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp “Bu neden,’ diye sordu. Çocuk, “Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim” dedi. Oğlancı adam, hem işi beceriyor, hem de Şükür Tann’ya ki ben sana kötülük düşünmüyo*rum diyordu. “Benim beytim, beyit değil, bir ülkedir. Alayım, alay değil, bir şeY öğretmek*tir.” “Şüphe yok ki Tanrı ne sivirisineği örnek getirmeden utanır, ne ondan üstün olanları.” Ya*ni ondan üstün olanların inkar yüzünden ruh*larının değişmesini, denemiştir. Kafirler “Tanrı bu örnekle neyi murat ediyor yani?” derler. Bu söze cevap olarak da “Bununla birçoklarını azdırıp sapıtmak, birçoklarını da doğru yola götürmek diler” buyurur. Çünkü her sınama, te*raziye benzer. Çoklarının o vasıtayla yüzü kıza*nr, benizlerine kan gelir, çok kişiler de murat*larına eremez, mahrum olurlar. Bu hususta azı*cık düşünsen yüce sonuçlarından çoğunu bulursun.

Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel’un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.

2500. Oğlancı, Tanrı’ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım. Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? Tutalım Aliden Zülfikar’ı miras aldın, Tanrı aslanındaki kol, sende de varsa göster. Mesih’ten bir nefes bellediğini farz edelim, İsa’nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam? Kazanmak, bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani?

2505. Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş içine atış nerde? Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o delille Zülfikar haline getir. Bir delil, seni amelden alıkorsa o Tanrının gazabıdır. Yolda korkanları kuvvetli bir hale getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir titremedesin. Herkese Tanrı’ya dayanma dersi veriyorsun ama hırsından havadaki sivrisineğin damarını sormada*sın. A oğlan, sakerin önünde gidiyorsun, ama yalancılığına aletin tanıklık vermede. Gönül, namertlikle dolu olduktan sonra, sakalınla, bıyığına, ancak gülünür. Yağmur gibi gözyaşları dökerek tevbe et de bıyık ve sakalını, alay mevzuu olmadan kurtar. Erlik ilacını kullan da hamel burcundaki kızgın güneşe dön. Mideyi bırak, gönül tarafına salın. Salın da Tanrıdan sana perdesiz bir selam gelsin. Kendine çekidüzen verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin.



MÜSTEHCEN FIKRA

(C.4 Beyitler 3545-3550; s. 283)

Bir Kadın’ın kocasının önünde aşığıyla oynaşmak istemesi

Bir kadın oynaşı ile aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu.

3545. Kocasına a iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyve toplamak istiyorum dedi. Ağaca çıkınca kocasına baktı ağlamaya başladı. Dedi ki: A merdut ahlâksız… Üstündeki lûti kim? Karı gibi onun altına yatmışsın… Meğerse sen ne ibneymişsin! Kocası senin başın döndü galiba… Çünkü burada benden başka kimse yok dedi.

3550. Kadın o üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele diye birkaç kere daha sordu, söylendi. Adama kadın ağaçtan in; başın döndü; adam akıllı bunadın sen dedi. Kadın, ağaçtan indi; kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti. Kocası bağırdı: A orospu maymun gibi üstüne çıkan o adam kim? Kadın burada benden başka kimse yok ki dedi… Kendine gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.

3555. Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın, “Bu armut ağacından olacak! Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm be hey kaltaban! Aşağıya inde bak… Benden başka kimse yok, bütün bu hayaller armut ağacından! Şaka ve lâtife bir şey belletmeye yarar… Onu ciddi gibi dinle; görünüşte lâtife oluşuna kapılma! Her ciddi şey, maskaralara göre maskaralık, şakadır… Fakat akıllara göre de lâtifeler, ciddidir.





CUHA’NIN KADIN KILIĞINA GİRMESİ HİKAYESİ

(C.5 Beyitler 3325-3330; s. 272-273)

Mesnevi kahramanı Cuha’nın Kadın kılığına girip Hamamda bir kadına cinsel organını elletmesi…

3325. Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı. Minbere çıkmış vaiz ediyordu. Kadın, erkek herkes minberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın, vaiz edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun, kabul edilsin.

3330. Kadın: Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaız eden dedi ki: Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır. Cuha, hemen kız kardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı?Yanındaki kadın, Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi.

3335. Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca, sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vay haline!



BABA İLE KIZI ARASINDA CİNSEL İLİŞKİ ÜZERİNE BİR SOHBET

(C.5 Beyitler 3716-3736; s.302-304)

Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı. Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi. Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider. Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.

3720. Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma. Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz. Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır. Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.

3725. Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti. Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu. Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi? Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi? Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.

3730. Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir? Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim. Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin. Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi. Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,

3735. Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba! Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!



KABAK HİKAYESİ

(C.5 Beyitler 1335-1420; s. 112-118)
Bir Hanımefendi, Bir Hizmetçi ve Bir Eşek… İhtirasın acı sonuçları…

Bir halayık (hizmetci) şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.

1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,

1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.

1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış. Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi. Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.

1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı. Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.

1355. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede. Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp, Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle. Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.

1360. Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi. Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum. Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü. Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!

1365. Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir. Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar. Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka! Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.
Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.

1370. Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir. Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir? Pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş inada bindi mi balı nasıl gösterir? Bir düşün artık. Şehvet yemeden olur, az ye. Yahut bir kadın nikahla da kötülükten kaç. Yedin içtin mi şehvet, seni harama çeker. Ele gireni elbet harcetmek gerektir.

1375. Şu halde nikah Lâhavle okumaya benzer. Oku, yani bir kadın nikahla da şehvet, seni belaya düşürmesin. Madem ki, yemeye içmeye hırsın var, çabuk bir kadın al evlen. Yoksa bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar. Sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle. Ateşin ne yaptığını bilmezsin, savul oradan. Bu çeşit bilginle ateşin çevresinde dönüp dolaşma. Ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi bilmiyorsan bil ki ne çömlek kalır, ne çorba.

1380. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba, dökülmeden, bozulmadan pişsin. Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını bıyığını yakarsın. Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı. O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı.

1385. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü. Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi. Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana. Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.

1390. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü? Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme. Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir. Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin. Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.

1395.Kıyamette sırların açığa çıkması budur. Tanrı hakkıyçin eşeğe benzeyen nefisten kaç. Tanrı, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar da ateşe utançtan hayırlıdır demişlerdir. Tanrı hayır demiştir, o ateş, utançların aslıdır. Bu kadını öldüren şu ateş gibi. Hırsından doyacak kadar yemek yemedi, daha fazla yemek istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu. A haris adam, doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve paluze bile olsa.

1400.Tanrı, teraziye dil verdi. Aldını başına devşir de Kur’an’dan Rahman suresini oku. Kendine gel de hırsından teraziyi bırakma. Hırs ve tamah, seni azdıran bir düşmandır. Hırs, hepsini ister, fakat bütün lezzetlerden mah*rum olur. A turp oğlu turp, hırsa tapma! O halayıkçağız hem gidiyor, hem de ah diyordu; a kadın, sen ustayı yola saldın. Ustasız iş yapmak istedin. Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın.

1405.Benden bir bilgidir çaldın, çaldın ama tuzağın ahvalini sormaya arlandın. Kuş, hem onun harmanından tane toplamalıydı, hem de boynuna ip dolaşmamalıydı. Taneyi az ye, bu kadar pisboğaz olma .”Yeyin” ‘emrini okudunsa “ısraf etmeyin” emrini de oku. Bu suretle de tane yemekle beraber tuzağa da düşme. Bilgi ve kanaat, ancak bunu icabettirir. Akıllı kişi, dünyanın gamını yemez, nimetini yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar.

1410.Boğazlarına tuzağın ipi dolaştı mı tane yemek, hepsine haram olur. Kuş, tuzaktaki taneyi nasıl yer? Yemeyi kalkışırsa tuzaktaki tane zehire döner. Tuzaktaki taneyi gafil kuş yer, ya tuzağındaki nimetleri yemesi gibi. Akıllı ve işten haberi olan kuşlar, kendilerini taneden adamakıllı çekerler. Çünkü tuzağın içindeki taneler zehirlidir. Kör*dür o kuş ki tuzaktan tane diler.

1415.Tuzak sahibi, aptalların başını keser. Güzel ve narin olanlarıysa meclislere çeker, götürür. Çünkü aptalların ancak etleri işe yarar. Güzel ve* zariflerinse güzel sesleri işe yarar. Hasılı balayıkcağız, kapının yarığından, hanımının eşeğin altında can verdiğini görünce, dedi ki: A ahmak kadın, bu iş nedir? Sana us*tan bir şey gösterdiyse, yalnız görünüşe kapıldın. Halbuki içyüzü sen*den gizliydi. Usta olmadan dükkan açtın.

1420.Bal gibi, paluze gibi olan o aleti gördün, ala. Fa*kat a haris, neden kabağı görmedin? Yoksa eşeğin aşkına o kadar mı dalmıştın ki gö*züne kabak görünmedi? Ustadan sanatın dış yüzünü gönlün, sevine se*vine ustalığa kalkıştın. Nice riyacı ve işten haberi olmıyan ahmak ki*şiler vardır ki erlerin yolundan göre göre ancak sof kumaş görmüştür. Nice boşboğazlar vardır ki azıcık bir hüner el*de etmişler, padişahlardan laftan başka bir şey öğ*renmemişlerdir.



BİR SULTANIN BİR CARİYEYE DÜŞKÜNLÜĞÜ CARİYENİN YOLDA KÖLEYLE EVDE SULTANLA MACERALARI…

(C.5 Beyitler 3831-4025; s. 312-326)

Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padişahının: huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki: Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok. Güzelliğinin haddi yok, söze sığmaz, anlatılmaz ki. İşte resmi, şu kâğıtta, bir bak! O ulu halife, kâğıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü.

3835. Derhal Musul’a büyük bir orduyla bir er gönderdi. Eğer o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamıyla yak yık. Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi. Er, binlerce Rüstem’le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul’a yollandı. Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler.

3840. Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu. Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı. Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu. Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek, Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?

3845. Maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş. Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın. Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi. Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi. Bu kâğıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.

3850. Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür. Ben, iman ahdında puta tapanlardan değilim. Putun, puta tapanda olması daha doğru. Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal âşık oldu. Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

3860. O yiğit er de kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı. O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur, düşü azar. Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamış. Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım. O yiğit er de beden yiğidiydi, asıl erliği yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.

3865. Aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı. Aşk ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu. Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış. Fakat meşveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır. Bir güzele âşık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.

3875. O yiğit er de Musul’dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu. Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde? Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp: Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.

3880. O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu. Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı. Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş. Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.

3885. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti. Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu. O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti. Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.

3890. O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. istekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler.. Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir. Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir. Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.

3900. Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at. O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. Düştü işte. Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu. Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi. Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.

3905. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil. Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne? O er, adamın kulağını tutup bu batıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.

3925. O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. Tut ki bütün doğuyu, batıyı zapt ettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet, çaktı, söndü. Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil! Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki? Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz değildir. Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi. Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.

3945. Farenin catırdısı kulağına değdi. Aleti indi, uyudu, şehveti tamamıyla kaçtı. Bu ıslık, yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.



Cariyeciğin, Halifenin şehvetinin zayıflığını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye başlaması ve Halifenin bu gülüşten bir şey anlaması

Cariye, Halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmeğe başladı. O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hâlâ aletinin inmediğini hatırladı. Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.

3950. Esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmişti, ziyanına da. Ne düşündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden yıkılmıştı. Ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır. Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı’nın elindedir. Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.

3955. Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle. Bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü. Hileye kalkışma, doğru söyle. Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan yahut boş bir bahane icat edersen, Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Doğruyu söylemek gerek vesselam.’ Bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.

3965. Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl’e bedel olan Rüstem’in erliğini söyledi. Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti. Erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi. Ondan sonra namuslu Halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi. Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.



Padişahın, işi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padişahına zulmettiği için “Kim kötülük ederse kendine eder” ve “Şüphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür” âyetleri mucibince bu kötülüğe uğradığını anlayıp intikam almaya kalkışırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektiği gibi o intikamın cezasına da uğrayacağını kestirerek cariyeyi o beye vermeyi kurması

3995. Padişah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı’dan yarlıganmak diledi. Dedi ki: Başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı. Mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düştüm. Başkasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü. Kim, başkalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.

4010. Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Tanrı, bize acı! Ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da. Sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duyduğum sözü kimseye söyleme. Seni, beyinle evlendireceğim. Tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma. Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.

4015. Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim. Hiç dokunmadı. Bu olan şey, benim yaptığımın cezası. Bundan sonra o beyi huzuruna çağırdı. Âlemi: kahretmeyi düşünen hışmını yendi. Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden soğudum. Sebebi de şu: Çocuğumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara uğradı.

4020. Oğlumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık değildir o. Kıskançlığa başladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek şiddetli acılara düştü. Hâsılı bu cariyeyi birine vereceğim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak değilim ya. Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden başkasına vermek doğru değil. Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.



KADININ EŞEĞE İMRENMESİ HİKAYESİ
Bir kadının eşeklerin çiftleşmelerini izleyip eşeği arzulamasının öyküsü…

(C.5 Beyitler 3390-3395)

3390.Fakat Bayezid’in imanına, onun doğruluğuna karşı gönlümde nice hasret var. Hani şu kadın gibi.. Eşeğin çiftleşmesini gördü de dedi ki:Amanın, şu tek erkeğe bakın! Çiftleşme buysa bizim kocalarımız, bizimle çiftleşmiyorlar, içimize aptes bozuyorlar. Bayezid, imanın bütün şartlarını haiz.. Aferinler olsun bunun gibi tek aslana! Onun imanının bir katrası denize gitse deniz, o katrada gark olur.

3395.Nitekim bir zerrecik ateş, ormanlara düşse o zerre, bütün ormanları yakar, yok eder. Padişahın, yahut ordunun gönlündeki hayal gibi. O hayal de hayaldir ama savaşta düşmanları mahveder. Muhammed’in yüzünde bir yıldızdır parladı, kafirlerin, çıfıtların gevherleri yok oldu. İmana erişen aman buldu, imana gelmeyenlerin şüphesi iki kat oldu. Önce gelenlerin halis küfrü kalmadı da yerini ya Müslümanlık tuttu, ya korku..



(C.6 Beyitler 2101 – 2105)

Fermanında “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” hadisi yazılı olan zat (MUHAMMED PEYGAMBER KASTEDİLİYOR), bir zattır ki herkes, onun nimetlerine, onun rızık taksimine muhtaçtır. O olmasaydı gökyüzü olmazdı, dönmezdi, nurlanmazdı, meleklere yurt kesilmezdi.

O olmasaydı denizler olmaz, denizlerdeki heybet vücut bulmaz, balıklar ve padişahlara lâyık inciler meydana gelmezdi. O olmasaydı yeryüzü olmaz, yeryüzünün içinde defineler, dışında yaseminler yaratılmazdı. Rızklar da onun rızkını yemektedir. Meyveler de onun yağmuruna karşı dudakları kupkuru bir haldedir.



(C.6 Beyit 2225)

2225-Her velîyi Nuh ve kaptan bil, bu halkın sohbetini de tûfan say.



(C.6 Beyit 2430)

Ben de, Musa’da, Tur dağı da… Üçümüzde o nurun doğmasıyla kaybolduk. Ondan sonra gördüm, Tanrı nuru, ona üfürünce dağ üçe ayrıldı.





(C.2 Beyit 1580)

Onun gözü, Tanrı nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır. O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer. Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.) Hoca, talebeye der ki; “ Ey küfür yokken de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok? Haydi beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.





ALLAH’I NİTELİKSİZ, İSİMSİZ VE SIFATSIZ GÖRMÜŞ!

(C.5 Beyit 420; s.38)

420. Bir derviş, bir dervişe;” Tanrı‘yı nasıl gördün, söyle” dedi. Derviş dedi:” Neliksiz, niteliksiz gördüm.”



AYNAYA BAKINCA TANRI’YI GÖRMEK

(C.5 Beyit 2015; s.166)

2015-“Kim de yakın aynası varsa, kendini görmüş olsa bile, hakikatte Tanrı ‘yı görmüş olur.”



PEYGAMBERLER Mİ ÜSTÜNDÜR EVLİYALAR MI?

(C.4. Beyitler 1847-1854)

Beyit 1847— Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiği zamanı yazdılar. Adeta şişe benzeyen kamış kalemlerini kebapla bezediler.

Beyit 1848 — Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu… Devlet satrancını oynadı!

Beyit 1849 — Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebu’l Hasan dünyaya geldi.

Beyit 1850 — O, padişah Ebul Hasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait huylar söylediyse aynen zuhur etti.

Beyit 1851— Çünkü onun önünde giden levh-i mahfuzdur… Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!

Beyit 1852 — Bu ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya… Allah, doğrusunu bilir ya, Allah vahyidir!

Beyit 1853 — Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.

Beyit 1854 — Sen istersen onu gönül vahyi farzet… Gönül zaten onun nazargahıdır… Gönül, ona agah olunca nasıl hata eder?

AÇIKLAMA 1851-1854. Beyitlere şerh Abdülbaki Gölpınarlı

Sofiler, kalblerinde doğan ilahi bilgiye, yahut keşfe “varidat- Allah’tan gelenler” derler. Onlarca erenlerin sözleri de vahiyden başka bir şey değildir. Hatta nübüvveti yani peygamberliği iki kısma ayırıp bir kısmını, “Nübüvvet-i Teşriyye- Şeriat kuruculuk peygamberliği”, bir kısmına da “Nübüvvet-i Tarifiyye- Şeriatı anlatan, İlahi sırları anlatan peygamberlik” derler. Her veli ve bilhassa zamanın sahibi olan kutup, nübüvvet-i tarifiyye ile peygamberdir, fakat Hz. Muhammed’e hürmet ve şeriat edebine riayet bakımından peygamberim diye meydana çıkmaz. Bu inanışın ileri gidişinden veli, nebi’den üstündür akidesi çıkmıştır. Nebide bir peygamberlik bir de velilik vardır; peygamberlik Allah ile Kul arasında vasıta oluştur, bu bakımdan peygamber, peygamberliği itibariyle halkla uğraşır. Halbuki velilik Hak’la olan muameledir.

Bu yüzden peygamber’in veliliği, peygamberliğinden üstündür diyenler olduğu gibi Şeyh-i Ekber diye anılan Muhyiddin-i Arabi gibi “Hatem-i velayet” olduğunu iddia ederek veliliğin, bütün peygamberlere feyiz verdiğini ve kendisindeki velayetin, Hz. Muhammed’in velayeti olup ondan ayrı olmadığını söyliyen ve adeta peygamberlik iddiasına girişenler de vardır. Peygamberliğin kisbi, yani süluk ile kaanılır bir mertebe sayanları ve binaenaleyh Hz. Muhammed’in “hatem” yani somn peygamber oluşunu tevil edenleri bile bulunmuştur. Hicri 587’de (1191) Haleb’de öldürülen Şeyh Şihabeddin-i Maktul de bu inanıştaydı. Mevlana da bu beyitlerde Mesnevi’nin vahiy olduğunu söylüyor. Zaten 6 cildin umum dibacesi (açıklaması) sayılan birinci cildin dibacesinde de bunu apaçık söylemektedir. “Menakıb’ül Arifin” de şöyle bir hikaye var:

“Bir gün Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama şikayette bulundu ve alimler Mesnevi’ye neden Kur’an diyorlar diye benimle bahse girişti; ben de Kur’an’ın tefsiridir deyince babam bir lahza susup sonra A sersem dedi, niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A ** kardeşi niçin olmasın? Peygamberlere verilen harfi zarflarda Allah sırlarının nurlarından başka bir şey yoktur ki. Allah sözü, onların temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerden akar. İster Süryanice olsun, ister Seb’ul mesani dilince… İster İbranice olsun… İster Arapça!” (Üçüncü Fasıl) Bu kitapta buna benzer bir çok hikayeler vardır ki Mesnevi’nin yazıldığı tarihten itibaren Allah vahyi olarak tanındığını gösterir.

Mesnevi Kariileri (okuyucuları), Mesnevinin sonunda, önce “Ululuk sırlarını keşfeden Mevlana’mız böyle buyurdular” demek olan:

“İnçünin fermud Mevlana-yı ma Kaşif-i esrarha-yı kibriya”

Beytini okuyup sonra 1852. Beyti okumak suretiyle dersi bitirirler. Mesnevi 4. Cild Sf. 326 Açıklama MEB Yay.

Sayfa numaraları için-MEB Baskısı Veled İzbudak-Abdulbaki Gölpınarlı Çevirisi esas alınmıştır. Ancak beyit numaraları Farsça orijinal metinde ve tüm çevirilerde aynıdır…
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
delil diyorsunda hacım bak çeşitli yayınlardan kesitler sunmuşsunuzbunu nasıl delil kabul edeyim bende koyayım isterseniz ama sizde kabul etmezsiniz
O linklerin içinde hadisler ayetler var kardeş yayınlı link olması bir şey değiştirir mi? Delilleri ayet ve hadisle çürütebilirsen amenna.Yoksa yayının bir önemi yok önemli olan içindekiler.
 
acizkul46 Çevrimdışı

acizkul46

Üye
İslam-TR Üyesi
Bak kardeş o zaman şu konuyu oku.Hepimiz tasavvuf hakkında bilgi sahibi kişileriz.Bizim o kişileri eleştirerek elimize ne geçebilir bir düşün? Biz Müslümansak dinen yanlışları olanları ortaya çıkarmalıyız.Ama belirli bir kalıpla olaylara bakmaman gerekiyor.Mevlananın , imam rabbaninin ve diğer tasavvuf büyüklerinin eserlerine dikkatlice bak.Eminim sen de anlayacaksın.

Kardeşim sizin okuduğunuz kitaplar hocalarınız yanlışsa ne olacak bizim okuduklarımız mı yanlış sende bizim okuduklarımıza bak biraz anlarsın. Ben bunu kafaya taktım imanımın tam şüpesiz olmasını istiyorum Allah'ın karşısına yüzümün akıyla çıkmak istiyorum İnşallah
 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Kardeşim sizin okuduğunuz kitaplar hocalarınız yanlışsa ne olacak bizim okuduklarımız mı yanlış sende bizim okuduklarımıza bak biraz anlarsın. Ben bunu kafaya taktım imanımın tam şüpesiz olmasını istiyorum Allah'ın karşısına yüzümün akıyla çıkmak istiyorum İnşallah
Arkadaş bizim gibiler her iki görüşün de kitaplarını okumuş kişiler o yüzden biliyoruz.Bizim hocalarımız kurandan ve sünnetten sapmış kişiler değil saptığı an hocalığı falan kalmaz.Biz öyle taassubçuluk yapmıyoruz.
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Kardeşim sizin okuduğunuz kitaplar hocalarınız yanlışsa ne olacak bizim okuduklarımız mı yanlış sende bizim okuduklarımıza bak biraz anlarsın. Ben bunu kafaya taktım imanımın tam şüpesiz olmasını istiyorum Allah'ın karşısına yüzümün akıyla çıkmak istiyorum İnşallah

sen şu anda sanırım neyi savunduğunun tam olarak farkında değilsin yukarıdaki yazımı oku bu adam kendini ilah ilan etmekle kalmıyor kitabında müstehcen hikayelerle insanların ahlakını da bozuyor,peygamberi ve velileri ilahlaştırıyor velilere Allah'ın çocuklarıdır onların hırka giymişleridir diyor sana yukarıda linkde müzeden resimle kopyalanmış orj nüshasını da verdim farsça(orj) ve türkçe tercümesi...ordan da bakabilirsin m.e.b zaten tüm eserlerini çevirmiş türkçeye daha neyini savunuyorsun tevhid hakkında sitede çok güzel yazılar var oku onları tağut kavramını ve vahdeti vücud vs gibi tasavvufu ilgilendiren konuların hükümlerini öğren bunlar şirktir

























 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Böyle öğüt olmaz.Anlayan olur anlamayan olur yanlış yola sapan olur.Sence bu seni tatmin etti mi? Haşa yüce ALLAH'ı ağzına alıp nasıl hikayeye koyabiliyor.Neymiş öğüt vermek içinmiş.Böyle öğüt olur mu diye sormazlar mı adama...

Edit : Demin diyordun ki içinde hadis ve ayet olmasına rağmen o linkler çeşitli yayın evlerinin ben de başka yayın evlerini getiririm diye.Bu paylaştığın linkte adam kendi saçma görüşünü açıklamış.Hiç sorgusuz bu linki bize göndermişsin.
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi


bu saçmalıkların hiç bir açıklaması olamaz..

16/90- Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.

7/28- Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”



Hadis No : 1659
Ravi: Zeyd İbnu Talha İbnu Rükane
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır, İslam'ın ahlakı hayadır."

Kaynak: Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 9, (2, 905); İbnu Mace, Zühd 17, (4181, 4182)

Hadis No : 1660
Ravi: Enes
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Haya ise girdiği şeyi güzelleştirir."

Kaynak: Tirmizi, Birr 47, (1975); İbnu Mace, Zühd 17, (4185)

Zinaya yaklaşmayın! O; hayasızlık, çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur. [İsra 32]

celaleddin rumi ise bunu hikayelerinde insanları tahrik etmek için kullanıyor Allah ona lanet etsin! vallahi artık ne yapacağınızı şaşırmışsınız bu hikayeleri ailenle beraber oturup oku o halde samimiysen! artık ağzına terlik mi yersin,oklava mı bilemem



 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Böyle öğüt olmaz.Anlayan olur anlamayan olur yanlış yola sapan olur.Sence bu seni tatmin etti mi? Haşa yüce ALLAH'ı ağzına alıp nasıl hikayeye koyabiliyor.Neymiş öğüt vermek içinmiş.Böyle öğüt olur mu diye sormazlar mı adama...

Edit : Demin diyordun ki içinde hadis ve ayet olmasına rağmen o linkler çeşitli yayın evlerinin ben de başka yayın evlerini getiririm diye.Bu paylaştığın linkte adam kendi saçma görüşünü açıklamış.Hiç sorgusuz bu linki bize göndermişsin.

bırak akhi adama orj. nüshanın kopyasını verdim bakalım tatmin olacak mı
 
acizkul46 Çevrimdışı

acizkul46

Üye
İslam-TR Üyesi
bırak akhi adama orj. nüshanın kopyasını verdim bakalım tatmin olacak mı

OKU KARDEŞİM HEPSİNİ NE OLUR!!!

Mevlânâ ne diyordu: “Aslında daha yüksek sözler söylemek gerekir ama; o vakit bizim yolumuzu da, tarzımızı da bilmeyenlerin başları döner, akılları iyice karışır.” Hallâc-ı Mansûr için de, bir soru üzerine şöyle söylediği rivayet olunur: “Onu, açıklanmaması gerekenleri uluorta konuştuğu için astılar. Biz, bizdekileri âşikâr etsek, Hallâc bizi asardı…

Sözlerin dış görünüşüne bakarak amacını anlamayarak bu kıt ilmimizle yüksek ilimleri çözmeye çalışmak akıllıca değildir.


HZ. ALİ bir gün mescid il Kiram'da sahabelere vaaz veriyor ve sahabelerin sorularını cevaplıyordu.

HZ.ALİ;
"Ey cemaat sorun bana istediğinizi aranızdan ayrılmadan önce. Vallahi ALLAH'ın Peygamber'e (s.a.a.v) ve Peygamberin'de bana öğrettiği ilim ile yeri, göğü ve bunların arasındakileri iyi bilirim. Peygamber bana bin kapı öğretti ve her bir kapısı bin kapıya açılır." dedi.

Bunun üzerine sahabelerin içinden birisi bir soru sordu.

"Ey İMAMIZ ALİ Bin Ebu Talib mademki yer ve gök arasındakileri bilirisin. Söyle bize ALLAH'ın vahiy meleği HZ. CEBRAİL şu an nerededir?

HZ. ALİ cevab verir;
"Vallahi yerin ve göğün yedi kat altına ve üstüne baktım. Sağımın ve solumun en uç noktasına kadar baktım ve göremedim. Bildim ki yüce ALLAH'ın vahiy meleği HZ. CEBRAİL sensin...."

Ve gerçekten de HZ. CEBRAİL (a.s.) ta kendisidir. Birden tüm cemaatin gözleri önünde yok olur gider. Ve bu durum karşısın da tüm cemaat HZ. ALİ'nin derin ilmi önünde dehşete düşerler.

"... Ve külle şey'in ahsâynahu fi imâmim mübiyn" (Yasin S. 12. Ayet)

Türkçesi;
"... Biz, her şeyi apaçık bir imamda toplamışız." (Yasin S. 12. Ayet)

Kaynak:
Nezhetül Mecalis.C2 Sf.458

Daha nice ilimler vardır.


Buharî’nin el-Câmiu’s-Sahîh adlı eserinde rivayet ettiği bir haberde, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah Efendimizden (s.a.v.) iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size dağıttım. Öbürünü size açacak olsam, boğazım kesilir.”

İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez,Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez



Zahirî ve Batınî ilimler
Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbâni Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretlerinin zâhirî ve bâtınî ilimlere dair pek çok esrar ile dolu mektuplarını, Farsça’dan Arapça’ya terceme edenMuhammed Murad el-Menzilevî hazretleri, adı geçen eserin Mukaddime’sinde şunları söylüyor:
“Bu mektuplar, sünnet-i seniyyeye bağlılığın nurlarından iktibas olunmuş… Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) sîretine iktifa (O’nun yoluna tabi olup izini takip) ağaçlarından devşirilmiş… Âdâbı, peygamber âdâbıyla edeplenmenin faydalarıyla dolu sofralardan alınmıştır. Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki, “İlimler içerisinde gizli olanı vardır; bunu ancak Allah’ı bilenler (ârif-i billah olanlar) bilebilir. Bu kimseler onu söylediklerinde, onları ancak Allah’tan gafil olanlar inkâr eder.” (1)
Efendimiz (s.a.v.) yine bir diğer hadislerinde de, “Kim bildiğiyle amel ederse, Allah onu bilmediklerine varis kılar” (2) buyurmuştur. Yani, hiçbir kimseden ve hiçbir kitaptan öğrenme ihtiyacı duymadan, sonsuz hikmet ve ilim sahibi olan Allah’ın, ona kapıyı açması yoluyla bu bilgileri elde eder.
İşte bu ilim, Muhammedî veraset ilmidir ki, bunu ancak Allah’ın velî kulları, içlerinin berraklığı ve Allah Teâlâ ile olan muamelelerinin doğruluğu sayesinde ilham ve keşif yoluyla Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bâtınında alır.
Mevâhibü’l-Ledûniyye ve diğer hadis kitaplarında nakledilen bir rivayete göre, Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Rabbim (c.c.) benden sual etti; ben kendisine icabet edemedim (cevap veremedim). Şekil ve keyfiyetten/niteliklerden münezzeh olduğu halde Rabbim, elini iki omzumun arasına koydu. O kadar ki; ellerinin serinliğini hissettim. Beni öncekilerin ve sonrakilerin ilmine varis kıldı; bana çeşitli ilimler öğretti. Öğrettiği bir ilmi, benden başka hiçbir insanın onu taşıyamayacağını bildiği için, gizlememi istedi. Diğer bir ilmi insanlara açıklamam hususunda beni serbest bıraktı. Ve bana Kur’ân’ı öğretti. Cebrail (a.s.) de onu bana devamlı hatırlatıyordu.[Cebrâil aleyhisselâm, her sene kendisiyle yaptığım arz (mukabele) vesilesiyle nazil olan ayetleri zihnimde-hafızamda iyice pekiştirmemi sağlıyordu. (3)] Bir de bana avamdan havassa kadar herkese açıklamakla emrolunduğum bir ilim öğretti.” (4)
Bu hadisten de anlaşılmaktadır ki, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) avamdan havassa herkese açıklamakla emrolunduğu şerîat ve ahkâm (hükümler) ilminin dışında iki, hatta daha fazla ilimvardır… Efendimizin (s.a.v.) de buyurduğu gibi, bu ilimlerin hepsi haktır.
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) gizlemekle emrolunduğu ilim, ‘peygamberlik ilmi’dir. Zira bu ilmi peygamber olmayan ne bilebilir, ne de taşıyabilir. Peygamberimizden (s.a.v.) sonra da peygamber gelmeyecektir. O’nun, insanlara açma-bildirme hususunda serbest bırakıldığı ilim ise, ‘velayet (evliyalık) ilmi’dir ki bu ilim, şeriatın hakikatının ve iç yüzünün ilmini teşkil eder… Peygamberimizin (s.a.v.), ashabından (r.anhüm) belirli kimselere açtığı şeriatın gizli sırlarını içine alır. Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.),münafıkların isimlerini ashabından sadece Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) bildirmesi gibi... Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) kendilerine bildirdiği hususi sahabe grubu da bu ilmi, tâbiînden gene belli kimselere açmış ve asırlar boyunca bu şekilde intikal edegelmiştir. Zira bu ilim ancak doğru hal, sağlam inanç, ihlâslı salih amel, halis niyet, zikre devam, sürekli fikir ve Allah Teâlâ ile devamlı beraber olma murakabesi-şuur ve idraki ile elde edilir. Muhakkiklerin sonuncusu ârif-i billâh şeyh Abdülgani en-Nablûsî’nin (rh.) ifadeleri de bu istikamettedir.
Buharî’nin el-Câmiu’s-Sahîh adlı eserinde rivayet ettiği bir haberde, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah Efendimizden (s.a.v.) iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size dağıttım. Öbürünü size açacak olsam, boğazım kesilir.” (5) Ebû Hüreyre (r.a.) bu sözleriyle, “Söylediğim sözün gerçek manasını ve pâk şeriatın sırlarını kavrayamadıkları için insanlar, küfrüme hükmederek beni öldürmeye kalkışırlardı” demek istemektedir. Dinle ilgili muamelenin bazı esrarengiz taraflarını açıkladığı için, Ebû Hâmid el-Gazali’nin (İmam Gazali, M. 1058–1111) de başına benzer vak’alar gelmiş ve zındıklıkla itham edilmiştir. Bu sebeple bahis mevzuu ilimleri, Allah’ın izniyle açığa çıkma vakti gelinceye dek, ehil olmayan kimselerden gizlemek gerekir. Zira, ‘el-Umûru merhûnetün bi-evkatihâ’, yani işlerin anlaşılması takdir edildiği vakte bağlıdır. Şairin dediği gibi,
Kişinin halleri vardır, hallerin de fırsatı vardır
Zamanın vakitleri vardır, vakitlerin de hâdiseleri
Buhari ve Müslim’in rivayetine göre Bu manada efendimiz (s.a.v.), Âişe (r.anha) validemize şöyle demiştir: “Kavmin şirkten yeni çıkmış olmasaydı Kâbe’yi yıkar, yerle eşit seviyeye getirip doğu ve batı taraflarında birer kapı açardım. Ayrıca ‘Hicr’ tarafından altı zira’lık bir bölgeyi de Kâbe’ye eklerdim. Zira Kureyş Kâbe’yi inşa ederken bu kısmı dışarıda bırakarak mevcut haliyle yetinmiştir. Eğer kavminin benden sonra Kâbe’yi tekrar inşa etme niyeti olursa, gel sana Kâbe’nin ne kadarını dışarıda bıraktıklarını göstereyim.” (6)
Görüldüğü üzere Peygamberimiz (s.a.v.), sırf fitne baş göstereceği endişesine binaen, meşru olan bir işi terk etmiş; fakat fitne endişesinin olmayacağı başka bir zamanda yapılmasına da müsaade etmiştir. Mütekaddimînin (önceki alimlerin) gizlediği bu sırları, müteahhirînin (sonraki alimler) kitaplar yazarak açıklamasının hikmeti de böylece ortaya çıkmıştır. Üstelik sonrakiler de bu tutumlarında sadece ehil olan kimselere hitap etmeyi hedeflemişlerdir. (7)
Mesela Hz. Ali’nin (k.v.) torunu Zeynelâbidîn (r.a.), yaşadığı devirdeki râbıta-i şerîfeinkârcılarına işâretle Arapça manzûm olarak (şiir üslûbu ile) şunları söylemiştir:
“İnnî le ektümü ilmî cevâhirahû...
Key lâ yerâ zû cehlin fe yeftetinâ!
Lekad tekaddeme fî hâzâ Ebû Hasenin,
İle’l-Hüseyni ve vassâ kablehü’l-Hasenâ...
Yâ rubbe cevheri ilmin lev ebûhü bihî;
Le kıyle lî ente mimmen ya‘büdü el-vesenâ!
Ve le estehille ricâlün Müslimûne demî;
Yeravne akbeha mâ ye’tûnehû hasenâ.”
Nesir olarak meali: Ben, câhil kimselerin, anlayışsızlıkları yüzünden fitne çıkarmalarını önlemek için, ilmimin cevherlerini gizlerim. Büyük babam Hz. Ali ve babam Hz. Hüseyin de böyle yapardı. Büyük babam, amcam Hz. Hasan’a da böyle yapmasını vasiyet etmişti (r.anhüm). Zira nice ilim cevheri vardır ki, ben onları açıklamış olsam, bana, ‘Sen putperestsin!’ diyerek, Müslümanlar’dan birçokları şüphesiz kanımı helâl addeder, öldürülmemi isterlerdi. Sonra da, yaptıkları bu en kötü işi yani haksız yere adam öldürmeyi güzel görürlerdi.
”Huccetü’l-İslâm İmâm Gazâlî hazretleri, Minhâcü’l-Âbidîn isimli eserlerinin evvelinde, bu sözleri şiir hâlinde ondan rivâyet etmiş... Muhyiddîn-i Arabî (M.1165-1240) hazretleri de,Fütühât-ı Mekkiye’nin otuzuncu bâbında aynen zikrettikten sonra demiştir ki: “Üçüncü beytin sonunda geçen, ‘el-vesen: put’ sözü ile Zeynelâbidîn radıyallâhü anh, maksadına, yani ‘râbıta’ya işâret etmiştir.”(8)
Kısacası yaşadığı devirde, manevi hallerden/batıni ilimlerden biri olan râbıtadan bahsetmiş olsa, Müslümanlar’dan birçoklarının kendisine, “putperestsin!” diyerek, katline hükmedeceklerini... Ve bu şeni‘ fiili de, iyi bir iş yapıyoruz zanniyle işleyeceklerini ifade ediyor. Aynen şimdiki bazı kişi ve kliklerin rabıtayla meşgul olan Müslümanları şirkle itham ettikleri gibi...
***
DİNÎ HÜKÜMLERİN ZÂHİR VE BÂTINININ İSBATI FARKLIDIR
“Şer‘î hükümlerin isbâtında Kitap ve Sünnet muteber olduğu gibi, müctehidlerin Kıyâsı ve ümmetinİcmâı da geçerlidir. Bu anlatılan dört delilden başkası ile aslâ ahkâm isbat edilemez. Ne ilhâm haramı ve helâli isbât edebilir, ne de bâtın erbâbının keşfi farzı ve sünneti anlatabilir. Velâyet-i hâssa (9) erbâbı bile, müctehidlere uymakta, avam mü'minlerle aynı durumdadır. Keşif ve ilham, başkaları üzerine bu hususta onlara bir meziyet getiremeyeceği gibi, onları tebaiyyet bağından (yani müctehidlere uymak lüzûmundan) da kurtaramaz. Zünnûn, Bestâmî, Cüneyd, Şiblî (k. esrârahüm) müctehidleri taklitte, avam mü'minlerden olan Zeyd, Amr, Bekir, Hâlid ile müsâvidirler.
“Evet, bu büyüklerin meziyetleri vardır; ama başka hususlardadır. Bu zâtlar, keşif ve müşâhede ehlidir; aynı zamanda, tecellî ve zuhûrât erbâbıdır. Hakîki mahbûbun muhabbet istilâsı dolayısiyle Allah’tan gayrı her şeyi terk etmişler... Gayr’ı görmekten ve gayriyeti idrâkten a‘zâd olmuşlardır.... Onların ilk adımları mâsivâyı unutmaktır. İkinci adımlarını nasıl anlatayım ki; o, âfâkın veenfüsün(10) dışındadır.
“İlham onlara mahsustur, kelâm onlarla beraberdir (konuştukları dinleyenlere müessirdir).O zümrenin ileri gelenleri, ilimleri ve sırları asıldan vâsıtasız olarak alırlar. Bir müctehid, kendi görüş ve ictihâdına nasıl tâbi ise, bunlar da ma‘rifette ve vecdlerde(11) kendi ilhamlarına ve firâsetlerine tâbi olmaktadırlar....
“Zâhirî âlimler, dünya işlerindeki gaybe dâir haberleri peygamberelere (aleyhimü’s-salevâtü ve’t-teslîmât) tahsis ederler. Bu haberlerde, onlardan başkalarını ortak etmezler. Halbuki böyle bir mânâ, verâsete aykırıdır. Dîn-i metînle alâkası olan pek çok ilim ve sahih ma‘rifetleri de kaldırıp atmaktır. [Binâenaleyh Peygamber’in (s.a.v.) zâhir ve bâtınına tam ve kâmil mânâda vâris olan âlimler, ârifler ve evliyâullahın dahi bu bilgilerden verâset yoluyla nasipleri vardır, onlardan haberdârdırlar.]
“Evet, şer‘î hükümler edille-i erbaa’ya (Kitap, sünnet, kıyas ve icma‘dan ibaret olan dört ana delile) bağlıdır; onlarda ilhâmın yeri yoktur. Lâkin şer‘î hükümlerin (zâhirinin) ötesinde de pek çok dinî işler (bâtınî hükümler) vardır ve buradaki beşinci asıl (Resûlüllah Efendimizin hakiki vârisi olan hakikat âlimlerinin) ilhamıdır.... Âlemin inkırâzına (tamamen yok olup bitmesine) kadar da bu asıl kalacaktır....
“İlhâm, dinin gizli kalan kemâlâtını ortaya çıkarmaktadır. Yoksa dinde fazladan bir kemâlât isbat etmemektedir....
“İlham, öyle sırları ve incelikleri meydana çıkarır ki, pek çok kimsenin anlayışı, onları idrâk edemez. İctihad ile ilham arasında açık bir fark olsa da vaziyet budur.”(12)
DİPNOTLAR
(1) Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, 1, 210, Hadis No: 802.
(2) Tehzîbü’l-Kemâl, 23, 291.
(3) Bkz. Şerhu'l-Allâme ez-Zürkani, ale’l-Mevâhibü’l-Ledûniyye, 8, 196.
(4) Hadis hakkında geniş bilgi için bkz. Şerhu’l-Allâme ez-Zürkani ale’l-Mevâhibi’l-Ledûniyye, c. 8.
(5) Kitabü’l-İman, 42, Hadis No: 120.
(6) Buhari, Sahîh, Kitâbü’l-Hacc, 41, Hadis No: 1583-84; Müslim, Sahîh, Kitâbü’l-Hacc, 69, Hadis No: 1333.
(7) el-Mektûbât, lil-İmami’l-âlimi’r-Rabbani el-Müceddid lil-elfi’s-sânî Ahmed el-Farukî es-Serhendî, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yy., 1, 3-4; Terc. Yasin Yay. İst., yy., 1, 21-24.
(8) İbrahim Fasîhuddîn b. Sıbgatullah b. Es‘ad el-Hayderî, Tuhfetü’l-Uşşâk fî İsbâti’r-Râbita, s.11.
(9) Velâyet-i hâssa; çok husûsi bir velâyet, tâbir câizse çok özel bir dostluk. Bu mânâda sadece Allah Teâlâ’nın mustafâ-müctebâ (süzülmüş ve seçkin) kulları onun velîleri, dostlarıdır. Bunların en açık ve belirleyici iki vasıfları vardır: İlhâma mazhar ve kerâmet sahibi olmak.
(10) “Âfak”, ufuk kelimesinin cem‘îsidir, ufuklar demek. Maddî âlem, dünya, yani insanı çevreleyen dış âlem mânâsında kullanılır. Mânâ ve gönül âlemine ise, “enfüs” tâbir edilir. Nitekim Kur’an’da, “İnsanlara, âfâkta ve enfüste (hâriçte ve nefislerinde, yani objektif ve sübjektif olarak) âyetlerimizi göstereceğiz...” (Fussılet, 41/53) buyurulmuştur. Âyet-i kerime, mutasavvıfların âlem-i kebîr ve âlem-i sağîr yani büyük ve küçük âlem dedikleri bu iki âlemi ifade etmektedir.
(11) Vecd, kula Hak’tan gelen keşifler ve tecellîlerdir.
(12) el-Mektûbât, lil-İmami’r-Rabbani, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yy., 2, 55.


 
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
OKU KARDEŞİM HEPSİNİ NE OLUR!!!

Mevlânâ ne diyordu: “Aslında daha yüksek sözler söylemek gerekir ama; o vakit bizim yolumuzu da, tarzımızı da bilmeyenlerin başları döner, akılları iyice karışır.” Hallâc-ı Mansûr için de, bir soru üzerine şöyle söylediği rivayet olunur: “Onu, açıklanmaması gerekenleri uluorta konuştuğu için astılar. Biz, bizdekileri âşikâr etsek, Hallâc bizi asardı…

Sözlerin dış görünüşüne bakarak amacını anlamayarak bu kıt ilmimizle yüksek ilimleri çözmeye çalışmak akıllıca değildir.


HZ. ALİ bir gün mescid il Kiram'da sahabelere vaaz veriyor ve sahabelerin sorularını cevaplıyordu.

HZ.ALİ;
"Ey cemaat sorun bana istediğinizi aranızdan ayrılmadan önce. Vallahi ALLAH'ın Peygamber'e (s.a.a.v) ve Peygamberin'de bana öğrettiği ilim ile yeri, göğü ve bunların arasındakileri iyi bilirim. Peygamber bana bin kapı öğretti ve her bir kapısı bin kapıya açılır." dedi.

Bunun üzerine sahabelerin içinden birisi bir soru sordu.

"Ey İMAMIZ ALİ Bin Ebu Talib mademki yer ve gök arasındakileri bilirisin. Söyle bize ALLAH'ın vahiy meleği HZ. CEBRAİL şu an nerededir?

HZ. ALİ cevab verir;
"Vallahi yerin ve göğün yedi kat altına ve üstüne baktım. Sağımın ve solumun en uç noktasına kadar baktım ve göremedim. Bildim ki yüce ALLAH'ın vahiy meleği HZ. CEBRAİL sensin...."

Ve gerçekten de HZ. CEBRAİL (a.s.) ta kendisidir. Birden tüm cemaatin gözleri önünde yok olur gider. Ve bu durum karşısın da tüm cemaat HZ. ALİ'nin derin ilmi önünde dehşete düşerler.

"... Ve külle şey'in ahsâynahu fi imâmim mübiyn" (Yasin S. 12. Ayet)

Türkçesi;
"... Biz, her şeyi apaçık bir imamda toplamışız." (Yasin S. 12. Ayet)

Kaynak:
Nezhetül Mecalis.C2 Sf.458

Daha nice ilimler vardır.


Buharî’nin el-Câmiu’s-Sahîh adlı eserinde rivayet ettiği bir haberde, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah Efendimizden (s.a.v.) iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size dağıttım. Öbürünü size açacak olsam, boğazım kesilir.”

İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez,Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez



Zahirî ve Batınî ilimler
Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbâni Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretlerinin zâhirî ve bâtınî ilimlere dair pek çok esrar ile dolu mektuplarını, Farsça’dan Arapça’ya terceme edenMuhammed Murad el-Menzilevî hazretleri, adı geçen eserin Mukaddime’sinde şunları söylüyor:
“Bu mektuplar, sünnet-i seniyyeye bağlılığın nurlarından iktibas olunmuş… Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) sîretine iktifa (O’nun yoluna tabi olup izini takip) ağaçlarından devşirilmiş… Âdâbı, peygamber âdâbıyla edeplenmenin faydalarıyla dolu sofralardan alınmıştır. Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki, “İlimler içerisinde gizli olanı vardır; bunu ancak Allah’ı bilenler (ârif-i billah olanlar) bilebilir. Bu kimseler onu söylediklerinde, onları ancak Allah’tan gafil olanlar inkâr eder.” (1)
Efendimiz (s.a.v.) yine bir diğer hadislerinde de, “Kim bildiğiyle amel ederse, Allah onu bilmediklerine varis kılar” (2) buyurmuştur. Yani, hiçbir kimseden ve hiçbir kitaptan öğrenme ihtiyacı duymadan, sonsuz hikmet ve ilim sahibi olan Allah’ın, ona kapıyı açması yoluyla bu bilgileri elde eder.
İşte bu ilim, Muhammedî veraset ilmidir ki, bunu ancak Allah’ın velî kulları, içlerinin berraklığı ve Allah Teâlâ ile olan muamelelerinin doğruluğu sayesinde ilham ve keşif yoluyla Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bâtınında alır.
Mevâhibü’l-Ledûniyye ve diğer hadis kitaplarında nakledilen bir rivayete göre, Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Rabbim (c.c.) benden sual etti; ben kendisine icabet edemedim (cevap veremedim). Şekil ve keyfiyetten/niteliklerden münezzeh olduğu halde Rabbim, elini iki omzumun arasına koydu. O kadar ki; ellerinin serinliğini hissettim. Beni öncekilerin ve sonrakilerin ilmine varis kıldı; bana çeşitli ilimler öğretti. Öğrettiği bir ilmi, benden başka hiçbir insanın onu taşıyamayacağını bildiği için, gizlememi istedi. Diğer bir ilmi insanlara açıklamam hususunda beni serbest bıraktı. Ve bana Kur’ân’ı öğretti. Cebrail (a.s.) de onu bana devamlı hatırlatıyordu.[Cebrâil aleyhisselâm, her sene kendisiyle yaptığım arz (mukabele) vesilesiyle nazil olan ayetleri zihnimde-hafızamda iyice pekiştirmemi sağlıyordu. (3)] Bir de bana avamdan havassa kadar herkese açıklamakla emrolunduğum bir ilim öğretti.” (4)
Bu hadisten de anlaşılmaktadır ki, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) avamdan havassa herkese açıklamakla emrolunduğu şerîat ve ahkâm (hükümler) ilminin dışında iki, hatta daha fazla ilimvardır… Efendimizin (s.a.v.) de buyurduğu gibi, bu ilimlerin hepsi haktır.
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) gizlemekle emrolunduğu ilim, ‘peygamberlik ilmi’dir. Zira bu ilmi peygamber olmayan ne bilebilir, ne de taşıyabilir. Peygamberimizden (s.a.v.) sonra da peygamber gelmeyecektir. O’nun, insanlara açma-bildirme hususunda serbest bırakıldığı ilim ise, ‘velayet (evliyalık) ilmi’dir ki bu ilim, şeriatın hakikatının ve iç yüzünün ilmini teşkil eder… Peygamberimizin (s.a.v.), ashabından (r.anhüm) belirli kimselere açtığı şeriatın gizli sırlarını içine alır. Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.),münafıkların isimlerini ashabından sadece Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) bildirmesi gibi... Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) kendilerine bildirdiği hususi sahabe grubu da bu ilmi, tâbiînden gene belli kimselere açmış ve asırlar boyunca bu şekilde intikal edegelmiştir. Zira bu ilim ancak doğru hal, sağlam inanç, ihlâslı salih amel, halis niyet, zikre devam, sürekli fikir ve Allah Teâlâ ile devamlı beraber olma murakabesi-şuur ve idraki ile elde edilir. Muhakkiklerin sonuncusu ârif-i billâh şeyh Abdülgani en-Nablûsî’nin (rh.) ifadeleri de bu istikamettedir.
Buharî’nin el-Câmiu’s-Sahîh adlı eserinde rivayet ettiği bir haberde, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah Efendimizden (s.a.v.) iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size dağıttım. Öbürünü size açacak olsam, boğazım kesilir.” (5) Ebû Hüreyre (r.a.) bu sözleriyle, “Söylediğim sözün gerçek manasını ve pâk şeriatın sırlarını kavrayamadıkları için insanlar, küfrüme hükmederek beni öldürmeye kalkışırlardı” demek istemektedir. Dinle ilgili muamelenin bazı esrarengiz taraflarını açıkladığı için, Ebû Hâmid el-Gazali’nin (İmam Gazali, M. 1058–1111) de başına benzer vak’alar gelmiş ve zındıklıkla itham edilmiştir. Bu sebeple bahis mevzuu ilimleri, Allah’ın izniyle açığa çıkma vakti gelinceye dek, ehil olmayan kimselerden gizlemek gerekir. Zira, ‘el-Umûru merhûnetün bi-evkatihâ’, yani işlerin anlaşılması takdir edildiği vakte bağlıdır. Şairin dediği gibi,
Kişinin halleri vardır, hallerin de fırsatı vardır
Zamanın vakitleri vardır, vakitlerin de hâdiseleri
Buhari ve Müslim’in rivayetine göre Bu manada efendimiz (s.a.v.), Âişe (r.anha) validemize şöyle demiştir: “Kavmin şirkten yeni çıkmış olmasaydı Kâbe’yi yıkar, yerle eşit seviyeye getirip doğu ve batı taraflarında birer kapı açardım. Ayrıca ‘Hicr’ tarafından altı zira’lık bir bölgeyi de Kâbe’ye eklerdim. Zira Kureyş Kâbe’yi inşa ederken bu kısmı dışarıda bırakarak mevcut haliyle yetinmiştir. Eğer kavminin benden sonra Kâbe’yi tekrar inşa etme niyeti olursa, gel sana Kâbe’nin ne kadarını dışarıda bıraktıklarını göstereyim.” (6)
Görüldüğü üzere Peygamberimiz (s.a.v.), sırf fitne baş göstereceği endişesine binaen, meşru olan bir işi terk etmiş; fakat fitne endişesinin olmayacağı başka bir zamanda yapılmasına da müsaade etmiştir. Mütekaddimînin (önceki alimlerin) gizlediği bu sırları, müteahhirînin (sonraki alimler) kitaplar yazarak açıklamasının hikmeti de böylece ortaya çıkmıştır. Üstelik sonrakiler de bu tutumlarında sadece ehil olan kimselere hitap etmeyi hedeflemişlerdir. (7)
Mesela Hz. Ali’nin (k.v.) torunu Zeynelâbidîn (r.a.), yaşadığı devirdeki râbıta-i şerîfeinkârcılarına işâretle Arapça manzûm olarak (şiir üslûbu ile) şunları söylemiştir:
“İnnî le ektümü ilmî cevâhirahû...
Key lâ yerâ zû cehlin fe yeftetinâ!
Lekad tekaddeme fî hâzâ Ebû Hasenin,
İle’l-Hüseyni ve vassâ kablehü’l-Hasenâ...
Yâ rubbe cevheri ilmin lev ebûhü bihî;
Le kıyle lî ente mimmen ya‘büdü el-vesenâ!
Ve le estehille ricâlün Müslimûne demî;
Yeravne akbeha mâ ye’tûnehû hasenâ.”
Nesir olarak meali: Ben, câhil kimselerin, anlayışsızlıkları yüzünden fitne çıkarmalarını önlemek için, ilmimin cevherlerini gizlerim. Büyük babam Hz. Ali ve babam Hz. Hüseyin de böyle yapardı. Büyük babam, amcam Hz. Hasan’a da böyle yapmasını vasiyet etmişti (r.anhüm). Zira nice ilim cevheri vardır ki, ben onları açıklamış olsam, bana, ‘Sen putperestsin!’ diyerek, Müslümanlar’dan birçokları şüphesiz kanımı helâl addeder, öldürülmemi isterlerdi. Sonra da, yaptıkları bu en kötü işi yani haksız yere adam öldürmeyi güzel görürlerdi.
”Huccetü’l-İslâm İmâm Gazâlî hazretleri, Minhâcü’l-Âbidîn isimli eserlerinin evvelinde, bu sözleri şiir hâlinde ondan rivâyet etmiş... Muhyiddîn-i Arabî (M.1165-1240) hazretleri de,Fütühât-ı Mekkiye’nin otuzuncu bâbında aynen zikrettikten sonra demiştir ki: “Üçüncü beytin sonunda geçen, ‘el-vesen: put’ sözü ile Zeynelâbidîn radıyallâhü anh, maksadına, yani ‘râbıta’ya işâret etmiştir.”(8)
Kısacası yaşadığı devirde, manevi hallerden/batıni ilimlerden biri olan râbıtadan bahsetmiş olsa, Müslümanlar’dan birçoklarının kendisine, “putperestsin!” diyerek, katline hükmedeceklerini... Ve bu şeni‘ fiili de, iyi bir iş yapıyoruz zanniyle işleyeceklerini ifade ediyor. Aynen şimdiki bazı kişi ve kliklerin rabıtayla meşgul olan Müslümanları şirkle itham ettikleri gibi...
***
DİNÎ HÜKÜMLERİN ZÂHİR VE BÂTINININ İSBATI FARKLIDIR
“Şer‘î hükümlerin isbâtında Kitap ve Sünnet muteber olduğu gibi, müctehidlerin Kıyâsı ve ümmetinİcmâı da geçerlidir. Bu anlatılan dört delilden başkası ile aslâ ahkâm isbat edilemez. Ne ilhâm haramı ve helâli isbât edebilir, ne de bâtın erbâbının keşfi farzı ve sünneti anlatabilir. Velâyet-i hâssa (9) erbâbı bile, müctehidlere uymakta, avam mü'minlerle aynı durumdadır. Keşif ve ilham, başkaları üzerine bu hususta onlara bir meziyet getiremeyeceği gibi, onları tebaiyyet bağından (yani müctehidlere uymak lüzûmundan) da kurtaramaz. Zünnûn, Bestâmî, Cüneyd, Şiblî (k. esrârahüm) müctehidleri taklitte, avam mü'minlerden olan Zeyd, Amr, Bekir, Hâlid ile müsâvidirler.
“Evet, bu büyüklerin meziyetleri vardır; ama başka hususlardadır. Bu zâtlar, keşif ve müşâhede ehlidir; aynı zamanda, tecellî ve zuhûrât erbâbıdır. Hakîki mahbûbun muhabbet istilâsı dolayısiyle Allah’tan gayrı her şeyi terk etmişler... Gayr’ı görmekten ve gayriyeti idrâkten a‘zâd olmuşlardır.... Onların ilk adımları mâsivâyı unutmaktır. İkinci adımlarını nasıl anlatayım ki; o, âfâkın veenfüsün(10) dışındadır.
“İlham onlara mahsustur, kelâm onlarla beraberdir (konuştukları dinleyenlere müessirdir).O zümrenin ileri gelenleri, ilimleri ve sırları asıldan vâsıtasız olarak alırlar. Bir müctehid, kendi görüş ve ictihâdına nasıl tâbi ise, bunlar da ma‘rifette ve vecdlerde(11) kendi ilhamlarına ve firâsetlerine tâbi olmaktadırlar....
“Zâhirî âlimler, dünya işlerindeki gaybe dâir haberleri peygamberelere (aleyhimü’s-salevâtü ve’t-teslîmât) tahsis ederler. Bu haberlerde, onlardan başkalarını ortak etmezler. Halbuki böyle bir mânâ, verâsete aykırıdır. Dîn-i metînle alâkası olan pek çok ilim ve sahih ma‘rifetleri de kaldırıp atmaktır. [Binâenaleyh Peygamber’in (s.a.v.) zâhir ve bâtınına tam ve kâmil mânâda vâris olan âlimler, ârifler ve evliyâullahın dahi bu bilgilerden verâset yoluyla nasipleri vardır, onlardan haberdârdırlar.]
“Evet, şer‘î hükümler edille-i erbaa’ya (Kitap, sünnet, kıyas ve icma‘dan ibaret olan dört ana delile) bağlıdır; onlarda ilhâmın yeri yoktur. Lâkin şer‘î hükümlerin (zâhirinin) ötesinde de pek çok dinî işler (bâtınî hükümler) vardır ve buradaki beşinci asıl (Resûlüllah Efendimizin hakiki vârisi olan hakikat âlimlerinin) ilhamıdır.... Âlemin inkırâzına (tamamen yok olup bitmesine) kadar da bu asıl kalacaktır....
“İlhâm, dinin gizli kalan kemâlâtını ortaya çıkarmaktadır. Yoksa dinde fazladan bir kemâlât isbat etmemektedir....
“İlham, öyle sırları ve incelikleri meydana çıkarır ki, pek çok kimsenin anlayışı, onları idrâk edemez. İctihad ile ilham arasında açık bir fark olsa da vaziyet budur.”(12)
DİPNOTLAR
(1) Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, 1, 210, Hadis No: 802.
(2) Tehzîbü’l-Kemâl, 23, 291.
(3) Bkz. Şerhu'l-Allâme ez-Zürkani, ale’l-Mevâhibü’l-Ledûniyye, 8, 196.
(4) Hadis hakkında geniş bilgi için bkz. Şerhu’l-Allâme ez-Zürkani ale’l-Mevâhibi’l-Ledûniyye, c. 8.
(5) Kitabü’l-İman, 42, Hadis No: 120.
(6) Buhari, Sahîh, Kitâbü’l-Hacc, 41, Hadis No: 1583-84; Müslim, Sahîh, Kitâbü’l-Hacc, 69, Hadis No: 1333.
(7) el-Mektûbât, lil-İmami’l-âlimi’r-Rabbani el-Müceddid lil-elfi’s-sânî Ahmed el-Farukî es-Serhendî, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yy., 1, 3-4; Terc. Yasin Yay. İst., yy., 1, 21-24.
(8) İbrahim Fasîhuddîn b. Sıbgatullah b. Es‘ad el-Hayderî, Tuhfetü’l-Uşşâk fî İsbâti’r-Râbita, s.11.
(9) Velâyet-i hâssa; çok husûsi bir velâyet, tâbir câizse çok özel bir dostluk. Bu mânâda sadece Allah Teâlâ’nın mustafâ-müctebâ (süzülmüş ve seçkin) kulları onun velîleri, dostlarıdır. Bunların en açık ve belirleyici iki vasıfları vardır: İlhâma mazhar ve kerâmet sahibi olmak.
(10) “Âfak”, ufuk kelimesinin cem‘îsidir, ufuklar demek. Maddî âlem, dünya, yani insanı çevreleyen dış âlem mânâsında kullanılır. Mânâ ve gönül âlemine ise, “enfüs” tâbir edilir. Nitekim Kur’an’da, “İnsanlara, âfâkta ve enfüste (hâriçte ve nefislerinde, yani objektif ve sübjektif olarak) âyetlerimizi göstereceğiz...” (Fussılet, 41/53) buyurulmuştur. Âyet-i kerime, mutasavvıfların âlem-i kebîr ve âlem-i sağîr yani büyük ve küçük âlem dedikleri bu iki âlemi ifade etmektedir.
(11) Vecd, kula Hak’tan gelen keşifler ve tecellîlerdir.
(12) el-Mektûbât, lil-İmami’r-Rabbani, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yy., 2, 55.


Sen anlamak istemiyorsun o yüzden fazla uğraşmamak gerekiyor.İstediğin yolda devam et bu paylaştığın şeyler hiç bir şey açıklamıyor bunu bilesin.
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
okudum ama zırvalıktan başka şey göremedim şer'i ilimleri bilmeyen Allah'a yalan isnad eden adamlardan(celaleddin rumi vs.) ilim alacak değilim Allahtan korkan her insan bu sözlerin küfür olduğunu bilir...

vahdeti vücudcu panteist kafirler aşağıdaki ayeti iyi anlasınlar

وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ
Ve cealû lehu min ibâdihî cuz’â(cuz’en), innel insâne le kefûrun mubîn(mubînun).



Ama onlar; kullarından bir kısmını, O’nun bir parçası saydılar. İnsan, gerçekten apaçık bir nankördür.




[TD="width: 5%, align: right"]1.
[TD="width: 30%"]ve cealû
: ve kıldılar


[TD="width: 5%, align: right"]2.
[TD="width: 30%"]lehu
: ona


[TD="width: 5%, align: right"]3.
[TD="width: 30%"]min ibâdi-hi
: onun kullarından


[TD="width: 5%, align: right"]4.
[TD="width: 30%"]cuz'en
: cüz, bir kısım


[TD="width: 5%, align: right"]5.
[TD="width: 30%"]inne
: muhakkak


[TD="width: 5%, align: right"]6.
[TD="width: 30%"]el insâne
: insan


[TD="width: 5%, align: right"]7.
[TD="width: 30%"]le
: elbette, mutlaka, gerçekten


[TD="width: 5%, align: right"]8.
[TD="width: 30%"]kefûrun
: kefur, nankör, inkâr edici


[TD="width: 5%, align: right"]9.
[TD="width: 30%"]mubînun
: açıkça, apaçık


 
acizkul46 Çevrimdışı

acizkul46

Üye
İslam-TR Üyesi
Sen anlamak istemiyorsun o yüzden fazla uğraşmamak gerekiyor.İstediğin yolda devam et bu paylaştığın şeyler hiç bir şey açıklamıyor bunu bilesin.

Ya bi düşün
Buharî’nin el-Câmiu’s-Sahîh adlı eserinde rivayet ettiği bir haberde, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah Efendimizden(s.a.v.) iki kap ilim aldım. Bunlardan birini size dağıttım. Öbürünü size açacak olsam, boğazım kesilir.”

Bir sahabe neden böyle desin nasıl bir ilimdir bu ilim? Neden açıklamamıştır ilim neden açıklanmaz söyle bunu yeter artık daha gece bilgisayar açma ahlakım yoktur ama bunları nasıl düşünmezsiniz biraz gerginim şuanda

 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Allahtan hiç mi korkmuyor bu panteistler(tasavvufcular) bir çok delille paylaştım bak kardeşim tüm bu dehşet verici sözleri ne ile aklayacaksın vallahi Allah bunun hesabını sorar
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt