Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kitaplardan Alıntılar

AbdulFettah Çevrimdışı

AbdulFettah

94.7 - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.
İslam-TR Üyesi
Picsart_22-07-25_22-38-24-005.jpg
 
Son düzenleme:
Ümmü Yasir Çevrimdışı

Ümmü Yasir

İşlerimizin hepsini düzelt Allah’ım...
İslam-TR Üyesi
"Belki de onlar bankalara yatırdıkları yığın yığın paralarıyla dünya nimetlerini kazandıkları gibi, ömürlerinin son demlerinde tevbe etmek sûretiyle âhiret nimetlerini de kazanacaklarını zannediyorlardı."

(Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti)
 
Ümmü Yasir Çevrimdışı

Ümmü Yasir

İşlerimizin hepsini düzelt Allah’ım...
İslam-TR Üyesi
Allah'a olan îmânları sanki Müslümanların başlarını çok yücelere kaldırmış, boyunlarını Allah'tan başka hiç bir ilâhın, hiç bir azgın kralın, hiç bir bilginin, hiç bir dinî veya dünyevî reisin önünde eğilmeyecek şekilde ufuklara pençinlemişti.

Müslümanların kalpleri ve gözleri Allah'ın azamet ve büyüklüğüyle dolmuştu. Dış güzellikler, dünyanın sahte pırıltıları, tantana ve saltanat çizgileri onların nazarında çok basit kalmıştı. Kralların haşmetine ve içinde yüzdükleri debdebe, lüks, konfor, mücevherat ve süse, insan elbisesi giydirilmiş heykele bakar gibi bakıyorlardı.

(Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti)
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
قَالَ ابْنُ عَقِيل رَحِمَهُ اللهُ: «إذَا أَرَدْت أَنْ تَعْلَمَ مَحَلَّ الْإِسْلَامِ مِنْ أَهْلِ الزَّمَانِ فَلَا تَنْظُرْ إلَى زِحَامِهِمْ فِي أَبْوَابِ الْجَوَامِعِ، وَلَا ‌ضَجِيجِهِمْ فِي الْمَوْقِفِ بِلَبَّيْكَ، وَإِنَّمَا اُنْظُرْ إلَى مُوَاطَأَتِهِمْ ‌أَعْدَاءَ الشَّرِيعَةِ.»
İbnu Akîl Rahimehullâh dedi ki: "Zamane insanlarda İslam'ın yerini bilmek istersen, camilerin kapısındaki izdihamlarına ve mevkıfte Lebbeyk diye bağırtılarına bakma! Yalnızca onların şeriat düşmanlarıyla uzlaşmalarına bak!" (İbnu Muflih, el-Âdâb'uş Şerîa, 1/237)
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İbadet Kavramı Hakkında Alimlerin Sözleri

Ebû İshâk ez-Zeccâc Rahimehullâh (311H) şöyle dedi:

"İbadetin lügatteki anlamı, boyun eğerek itaat etmektir. Sürekli üzerinden geçildiği için zelil kılınan yola şöyle denir: "Bu, Mu'abbed bir yoldur." Yine katran ile kaplanmış deveye "Mu'abbed bir deve" denir. Bu yüzden "İyyâke Na'budu" (el-Fâtiha 1/4) ayetinin anlamı şudur: Kendisiyle boyun eğdiğimiz itaat ile Sana itaat ediyoruz."1

İbn'ul Enbârî Rahimehullâh (328H) şöyle dedi:

"Rabbine boyun eğerek takdirine teslim olmuş ve emrine itaat eden kişi için falan abiddir denilir."2

Ebu'l Muzaffer es-Sem'ânî Rahimehullâh (489H) şöyle dedi:

"İbadet: Zillet ve boyun eğmekle itaat etmektir. "Tarîk'un Mua'bbed" denilir, yani zelil kılınmış yol. Ayetin anlamı şudur: Biz sana boyun eğerek ibadet ediyoruz."3

İbn'ul Muzeyyin el-Kurtubî Rahimehullâh (656H) şöyle dedi:

"İbadetin aslı, huzurunda alçalmak ve boyun eğmek demektir. Şeriatin mükellefleri yükümlü tuttuğu görevlere ibadetler adı verilmiştir. Çünkü mükellefler, Yüce Allâh'a boyun eğerek ve kendilerini (zelil bir şekilde) alçaltarak, bunlara riayet ederek yaparlar."4

İbn'ul Kayyim Rahimehullâh (751H) ise şöyle dedi:

"Kulluğun değirmeni on beş kaide üzerinde döner. Kim bu on beş kaideyi tam olarak yaparsa, kulluğun mertebelerini tamamlamış demektir. Bunun açıklaması şöyledir: Kulluk, kalbe, dile ve azalara ayrılır. Bunlardan her birisine ait özel bir kulluk görevi vardır. Kullukla ilgili hükümler beştir: Vacip, müstehap, haram, mekruh ve mubah. Bunların hepsi kalp, dil ve uzuvlarla ilgilidir."5

İbnu Kesîr Rahimehullâh (774H) şöyle dedi:

"İbâdet; lügatte zillet manasına gelir. Nitekim Tarîk'un Mu'abbed ve Ba'îr'un Mu'abbed denilir, yani zelil kılınmış. Şeriatta ise, sevginin, boyun eğmenin ve korkunun kemâlini bir araya toplayan bir ibaredir."6

1- Zeccâc, Me'ânî'l Kur'ân, 1/48.

2- Ezherî, Tehzîb'ul Luga, 2/140.

3- Sem'ânî, et-Tefsîr, 1/37.

4- İbn'ul Muzeyyin el-Kurtubî, el-Mufhim, 1/181; Müfessir Kurtubî de benzeri ifadeler kullanmıştır. Bkz: Kurtubî, Tefsîr, 1/225, 17/56.

5- İbn'ul Kayyim, Medâric'us Sâlikîn, Dâru Atâ'ât'il İlm, 1/165.

6- İbnu Kesîr, Tefsîr, Dâru Taybe, 1/134.
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Yeryüzü Allah’ın şeriatının dışındaki sistemler ve kanunlarla düzelemez.

Bkz. Kuran’ın Gölgesinden Mesajlar, sayfa 131
 
kâtib Çevrimdışı

kâtib

لَا إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّٰهُ
İslam-TR Üyesi
"Güç, otorite ve karizmayla gelir.
Güç; değiştirme yeteneğidir. Güç hem gerçektir, hem de algıdan ibarettir. Eğer; güvenli olur ama kibirden uzak durursanız, rahat olur ama dikkatsiz olmazsınız, kesin olur ama çok bilmiş olmazsınız, müşterileriniz sizi güçlü biri olarak görür. Güç, sizin içinizde olan ve dışarı çıkarılması gereken bir şeydir. İnsanlar sizin güvenilir, bilgili, yeterli, kendinden emin biri olduğunuzu düşünmeye başladıklarında, size daha çok güvenirler.
Ama eğer gücünüzü başkalarıyla birlikte kullanmak yerine, başkalarının üzerinde kullanırsanız hem satışı, hem de arkadaşlarınızı kaybedersiniz. Gücü insanlarla birlikte kullanmak, size sağlamlığı ve karizmayı getirir. Başkalarının üzerinde kullanmak ise, genelde geri çevrilir ve eğer onları kontrol etmeye çalışırsanız sizden uzaklaşırlar."

(Etkileme Sanatı, İstediğiniz Kişiye 8 Dakikada Nasıl Evet Dedirtirsiniz?-Kevin Hogan)
 
kâtib Çevrimdışı

kâtib

لَا إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّٰهُ
İslam-TR Üyesi
"Ne yazık ki, insanlar her türlü değişikliği bilinçaltında bir tehdit olarak algılar.
Diyelim ki biri sigarayı bırakmak istiyor. Bilinçli şekilde düşündüğünüzde bunun tereddüt edilecek bir yanı bile yok: sigara içtiğiniz her gün akciğer kanseri riskiniz daha da artıyor ve ölüm kaçınılmaz hâle geliyor. Ama bilinçdışında, sigara içmek beynin adaptasyonlarından biri olarak algılanıyor. Fazla yemek yemek gibi. Fakir insanların nasıl obez olabildiğini hiç düşündünüz mü? İyi hissetmek ve kolay kolay bir yerden bir yere götürülemeyeceklerini düşünmek istiyorlar. Bunu mantıklı bir düşünce diziniyle çözebildiğinizi mi düşünüyorsunuz? Bu oldukça zor. Çünkü bu tip düşüncelerin mantıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Bir kişinin duyguları, sizin en etkili şekilde uyguladığınız ikna etme taktiklerini bile yerle bir edebilir.
Sigara içebilme serbestisini ortadan kaldırın, tiryakinin deliye döndüğünü göreceksiniz. İstediği kadar yeme özgürlüğünü elinden alın, karşınızdaki kişinin adeta çıldırdığına tanık olacaksınız. Böyle hissetmemeleri gerektiğini biliyorlar, ama ellerinden bir şey gelmiyor. Dwoskin'in "Sedona Yöntemi" adlı kitabında kızgınlık, korku, utanç gibi duygulardan kurtulmanın yolları anlatılır. Neden? Çünkü bu duygular insanı bitirir. Hayatları mahvetme potansiyeli olan belirsiz göstergelerdir. Üstelik hayatınızda her şey kötüye giderken ve siz kendinizi olabildiğince kötü hissederken felaket iki kat kuvvetlenir. Birçok kişi duygularına güvenmesi gerektiğini düşünür. Eğer duygularınıza güvenirseniz hayatınızın birçok bölümünde başarısızlığa mahkûm olursunuz.
Şu anda, deneyimlemediğiniz bir şeye asla ikna olmazsınız ve bu koşullarda karşınızdaki kişiyi ikna etmek de çok zordur. Yani hayatınız boyunca statükoya bağlı kalırsınız. Duygular hayatın barometresi olamazlar. İyi veya kötü olanı ölçemezler; uzun süreli mutluluğun, hatta üzüntünün bile göstergesi olamazlar. Duygular yalnızca, bilinçdışının eski deneyimlerinin ve genetik programlamanın barometresi olabilirler.
Birini ikna etmeye çalıştığınızda ise, bu kişinin bilincinin teklifinizi değerlendirip 'evet' diyeceğinden, ama bundan hemen sonra bilinçaltının etkisiyle muhtemel pişmanlıklara kapılacağından emin olabilirsiniz. Yani önce 'evet', sonra 'hayır' derler.
Şimdi karşınızdaki kişi size güvenmiyor, hatta onu manipüle ettiğinizi düşünüyor. Bu doğru mu?
Bir kişinin, istifa ettikten hemen sonra 25.000 dolarlık bir otomobil aldığına hiç şahit oldunuz mu? Bu noktada tek yaptıkları seçeneksiz olmadıklarını hissetmeye çalışmaktır. Otomobil sektöründeki herkes otomobil satın almanın geri dönüşü olmadığını bilir. Bu nedenle insanlar istifa eder etmez, hâlâ paraları varken otomobili alırlar ve kısa süre içinde bütün paralarını bitirirler. Bu elbette hiç mantıklı değil, ama zaten böyle bir karar alınırken mantık devreye bile girmez. İnsanların bu tip duygularını içgüdüler ve bilinçaltının davranışsal tetiklemeleri şekillendirir. Bu konuda kuvvetli hisleri olduğunda hemen harekete geçmeleri gerekir, bunun dışında da hiçbir şeyin önemi yoktur!"

(Etkileme Sanatı, İstediğiniz Kişiye 8 Dakikada Nasıl Evet Dedirtirsiniz?-Kevin Hogan)
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Şirk koşan birisinin yani Allah’tan başkasına ibâdet eden, O’ndan başka bir İlah ve Rabb edinen bir kimsenin bunu cehâletle yaptığı zaman Müslüman kalmaya devam edebileceğini ileri süren kimseler, İslam’ın hakikatinden ve mahiyetinden gâfil oldukları kısacası İslam’ı bilmedikleri için bu iddiada bulunmaktadırlar. Hâlbuki İslam’la şirkin bir arada bulunamayacağı bilakis İslam’ın manasının şirkten ve şirk ehlinden uzaklaşmak olduğu hususu İslam’da avâm havâs herkes tarafından bilinen, bilinmesi gereken bir konudur.

Şirkle İslam bir arada barınamıyorsa şu hâlde şeyhin işaret ettiği gibi şirk koşan birisi nasıl Müslüman olarak adlandırılacak?
Bu kimseler Müslüman olmak için şirkten uzaklaşmayı bile şart koşmuyorlarsa şu hâlde bir kişi hangi esasa binâen Müslüman olarak adlandırılacaktır?
Öyle görülüyor ki bu adamlar manasını kabul etme şartı olmaksızın mücerred dille kelime-i şehâdet getirmeyi dinin esası yapmışlar ve böylece açık nasslara muhâlefet etmişlerdir. İşte bu sebepten dolayı şirk hususunda cehâleti özür görenlerin, İslam’ı bilmediklerini ve Müslüman olmadıklarını söylüyoruz. Zîrâ namazın, orucun vesâir ibâdetlerin bir hakikati olduğu gibi İslam’ın da bir hakikati vardır. Namazın hakikatini yerine getirmeyen birisi namaz kılıyor olarak adlandırılamayacağı gibi İslam’ın hakikatini yerine getirmeyen birisi de Müslüman olarak adlandırılamaz. Kaldı ki şirk koşarak İslam’ın aslını bozan birisine Müslüman diyen kimse İslam’ın ne olduğunu bilmeyen birisidir.
Kur’an-ı Kerim’de “İslam” ve “Muslim” kavramlarının geçtiği âyetleri ve bu âyetlere selefin yaptığı açıklamaları inceleyen herkes İslam’ın ancak şirkten beri olarak gerçekleşeceğini açıkça görür.
Kısacası; İslam sadece Yahudilik ve Hristiyanlıktan beri olmak demek değildir bilakis İslam şirkten uzaklaşmayı ifade eden bir vasıftır ve de şirk koşan birisi asla Müslüman ismine dâhil olamaz. İbnu’l Kayyım’ın buna delâlet eden sözleri az ileride gelecektir inşaAllah.

Bkz. Muayyen Tekfirin Hükmü ve Hüccetin Ulaşması ile Hüccetin Anlaşılması Arasındaki Fark, sy 44 - 45 (dipnot 40)
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kâfirlerin mukallid avâm tabakası fetret ehli konumundadır deyip onların azâb görmeyeceğini ve onlara kâfir muâmelesi yapılmayacağını iddia eden kişi meşhûr Mu’tezile kelâmcısı Câhız’dır (v. 255H). Kelâm ehlinden ona tâbi olan başkaları da olmuştur. Bu görüş İslam ümmetinin ittifâkıyla küfürdür hatta böylelerinin küfründe tevakkuf eden dahi tekfir edilmiştir. Kadi İyaz “eş-Şifa” adlı eserinde her müçtehidin içtihâdında isâbetli sayıldığını iddia edenlerin görüşlerini tenkit ettikten sonra şöyle demektedir:

وَقَالَ نَحْوَ هَذَا الْقَوْلِ الْجَاحِظُ، وَثُمَامَةُ، فِي أَنَّ كَثِيرًا مِنَ الْعَامَّةِ، وَالنِّسَاءِ، وَالْبُلْهِ. وَمُقَلِّدَةِ النَّصَارَى وَالْيَهُودِ وَغَيْرِهِمْ لَا حُجَّةَ لِلَّهِ عَلَيْهِمْ. إِذْ لَمْ تَكُنْ لَهُمْ طِبَاعٌ يُمْكِنُ مَعَهَا الاسْتِدْلَال وَقَدْ نَحَا الْغَزَالِيُّ قَرِيبًا مِنْ هَذَا الْمَنْحى فِي كِتَابِ التَّفْرِقَة
وَقَائِلُ هَذَا كُلِّهِ كَافِرٌ بِالْإِجْمَاعِ عَلَى كُفْرِ مَنْ لَمْ يُكَفِّرْ أَحَدًا مِنَ النَّصَارَى وَالْيَهُودِ، وَكُلَّ مَنْ فَارَقَ دِينَ الْمُسْلِمِينَ، أَوْ وَقَفَ فِي تَكْفِيرِهِمْ، أَوْ شَكَّ
قَالَ الْقَاضِي أَبُو بكر. لأن التوقيف والإجماع اتفقا عَلَى كُفْرِهِمْ، فَمَنْ وَقَفَ فِي ذَلِكَ فَقَدْ كَذَّبَ النَّصَّ وَالتَّوْقِيفَ، أَوْ شَكَّ فِيهِ. وَالتَّكْذِيبُ أَوِ الشَّكُّ فِيهِ لَا يَقَعُ إِلَّا مِنْ كافر

“…Bunun benzeri bir görüşü de Câhız ve Semame dile getirmiştir ki buna göre halkın pek çoğundan, kadınlardan, aklı kısa olanlardan Hristiyanlar ve Yahudileri taklit edenler üzerinde, Allah’u Teâlâ’nın bir hücceti yoktur. Zîrâ onların istidlâl edecek derecede tabiatları müsait değildir. Gazalî de “et-Tefrika” adlı kitabında, bu görüşe yakın bir tarafa meyletmiştir.
Bütün bunları söyleyenler icmâ ile kâfirdirler. Zîrâ Hristiyan ve Yahudilerden bir kimseyi ve Müslümanların dininden ayrılan her bir kimseyi tekfir etmeyenin veya tekfir hususunda duraksayanın ya da tekfir hususunda şüphe edenin kâfir olduğunda icmâ vardır. Kadı Ebu Bekr der ki: Çünkü tevkif (nass ile belirlenmiş hüküm) ve icmâ, onların küfründe ittifâk etmektedir. Her kim ki bu hususta duraksarsa, nassı ve tevkifi yalanlamış veya onlar hakkında şüphe etmiş olur ki, yalanlama ve şüphe de kâfirden başkasında vuku bulmaz.” (eş-Şifa, 2/281; Bkz. Kadı Iyaz, Şifa-ı Şerif Tercüme ve Şerhi, Rehber Yayınları, 591-597)

Şifa’yı neşredenler bu ibâreye koydukları dipnotta İbnu Hacer’den bu görüşün Gazalî’ye ait olmadığını nakletmektedirler. Doğrusunu Allah bilir.
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kâfirlerin mukallid avâm tabakası fetret ehli konumundadır deyip onların azâb görmeyeceğini ve onlara kâfir muâmelesi yapılmayacağını iddia eden kişi meşhûr Mu’tezile kelâmcısı Câhız’dır (v. 255H). Kelâm ehlinden ona tâbi olan başkaları da olmuştur. Bu görüş İslam ümmetinin ittifâkıyla küfürdür hatta böylelerinin küfründe tevakkuf eden dahi tekfir edilmiştir. Kadi İyaz “eş-Şifa” adlı eserinde her müçtehidin içtihâdında isâbetli sayıldığını iddia edenlerin görüşlerini tenkit ettikten sonra şöyle demektedir:

وَقَالَ نَحْوَ هَذَا الْقَوْلِ الْجَاحِظُ، وَثُمَامَةُ، فِي أَنَّ كَثِيرًا مِنَ الْعَامَّةِ، وَالنِّسَاءِ، وَالْبُلْهِ. وَمُقَلِّدَةِ النَّصَارَى وَالْيَهُودِ وَغَيْرِهِمْ لَا حُجَّةَ لِلَّهِ عَلَيْهِمْ. إِذْ لَمْ تَكُنْ لَهُمْ طِبَاعٌ يُمْكِنُ مَعَهَا الاسْتِدْلَال وَقَدْ نَحَا الْغَزَالِيُّ قَرِيبًا مِنْ هَذَا الْمَنْحى فِي كِتَابِ التَّفْرِقَة
وَقَائِلُ هَذَا كُلِّهِ كَافِرٌ بِالْإِجْمَاعِ عَلَى كُفْرِ مَنْ لَمْ يُكَفِّرْ أَحَدًا مِنَ النَّصَارَى وَالْيَهُودِ، وَكُلَّ مَنْ فَارَقَ دِينَ الْمُسْلِمِينَ، أَوْ وَقَفَ فِي تَكْفِيرِهِمْ، أَوْ شَكَّ
قَالَ الْقَاضِي أَبُو بكر. لأن التوقيف والإجماع اتفقا عَلَى كُفْرِهِمْ، فَمَنْ وَقَفَ فِي ذَلِكَ فَقَدْ كَذَّبَ النَّصَّ وَالتَّوْقِيفَ، أَوْ شَكَّ فِيهِ. وَالتَّكْذِيبُ أَوِ الشَّكُّ فِيهِ لَا يَقَعُ إِلَّا مِنْ كافر

“…Bunun benzeri bir görüşü de Câhız ve Semame dile getirmiştir ki buna göre halkın pek çoğundan, kadınlardan, aklı kısa olanlardan Hristiyanlar ve Yahudileri taklit edenler üzerinde, Allah’u Teâlâ’nın bir hücceti yoktur. Zîrâ onların istidlâl edecek derecede tabiatları müsait değildir. Gazalî de “et-Tefrika” adlı kitabında, bu görüşe yakın bir tarafa meyletmiştir.
Bütün bunları söyleyenler icmâ ile kâfirdirler. Zîrâ Hristiyan ve Yahudilerden bir kimseyi ve Müslümanların dininden ayrılan her bir kimseyi tekfir etmeyenin veya tekfir hususunda duraksayanın ya da tekfir hususunda şüphe edenin kâfir olduğunda icmâ vardır. Kadı Ebu Bekr der ki: Çünkü tevkif (nass ile belirlenmiş hüküm) ve icmâ, onların küfründe ittifâk etmektedir. Her kim ki bu hususta duraksarsa, nassı ve tevkifi yalanlamış veya onlar hakkında şüphe etmiş olur ki, yalanlama ve şüphe de kâfirden başkasında vuku bulmaz.” (eş-Şifa, 2/281; Bkz. Kadı Iyaz, Şifa-ı Şerif Tercüme ve Şerhi, Rehber Yayınları, 591-597)

Şifa’yı neşredenler bu ibâreye koydukları dipnotta İbnu Hacer’den bu görüşün Gazalî’ye ait olmadığını nakletmektedirler. Doğrusunu Allah bilir.
Kâfirlerin mukallid avâm tabakası fetret ehli konumundadır deyip onların azâb görmeyeceğini ve onlara kâfir muâmelesi yapılmayacağını iddia eden kişi meşhûr Mu’tezile kelâmcısı Câhız’dır (v. 255H). Kelâm ehlinden ona tâbi olan başkaları da olmuştur. Bu görüş İslam ümmetinin ittifâkıyla küfürdür hatta böylelerinin küfründe tevakkuf eden dahi tekfir edilmiştir. Kadi İyaz “eş-Şifa” adlı eserinde her müçtehidin içtihâdında isâbetli sayıldığını iddia edenlerin görüşlerini tenkit ettikten sonra şöyle demektedir:

وَقَالَ نَحْوَ هَذَا الْقَوْلِ الْجَاحِظُ، وَثُمَامَةُ، فِي أَنَّ كَثِيرًا مِنَ الْعَامَّةِ، وَالنِّسَاءِ، وَالْبُلْهِ. وَمُقَلِّدَةِ النَّصَارَى وَالْيَهُودِ وَغَيْرِهِمْ لَا حُجَّةَ لِلَّهِ عَلَيْهِمْ. إِذْ لَمْ تَكُنْ لَهُمْ طِبَاعٌ يُمْكِنُ مَعَهَا الاسْتِدْلَال وَقَدْ نَحَا الْغَزَالِيُّ قَرِيبًا مِنْ هَذَا الْمَنْحى فِي كِتَابِ التَّفْرِقَة
وَقَائِلُ هَذَا كُلِّهِ كَافِرٌ بِالْإِجْمَاعِ عَلَى كُفْرِ مَنْ لَمْ يُكَفِّرْ أَحَدًا مِنَ النَّصَارَى وَالْيَهُودِ، وَكُلَّ مَنْ فَارَقَ دِينَ الْمُسْلِمِينَ، أَوْ وَقَفَ فِي تَكْفِيرِهِمْ، أَوْ شَكَّ
قَالَ الْقَاضِي أَبُو بكر. لأن التوقيف والإجماع اتفقا عَلَى كُفْرِهِمْ، فَمَنْ وَقَفَ فِي ذَلِكَ فَقَدْ كَذَّبَ النَّصَّ وَالتَّوْقِيفَ، أَوْ شَكَّ فِيهِ. وَالتَّكْذِيبُ أَوِ الشَّكُّ فِيهِ لَا يَقَعُ إِلَّا مِنْ كافر

“…Bunun benzeri bir görüşü de Câhız ve Semame dile getirmiştir ki buna göre halkın pek çoğundan, kadınlardan, aklı kısa olanlardan Hristiyanlar ve Yahudileri taklit edenler üzerinde, Allah’u Teâlâ’nın bir hücceti yoktur. Zîrâ onların istidlâl edecek derecede tabiatları müsait değildir. Gazalî de “et-Tefrika” adlı kitabında, bu görüşe yakın bir tarafa meyletmiştir.
Bütün bunları söyleyenler icmâ ile kâfirdirler. Zîrâ Hristiyan ve Yahudilerden bir kimseyi ve Müslümanların dininden ayrılan her bir kimseyi tekfir etmeyenin veya tekfir hususunda duraksayanın ya da tekfir hususunda şüphe edenin kâfir olduğunda icmâ vardır. Kadı Ebu Bekr der ki: Çünkü tevkif (nass ile belirlenmiş hüküm) ve icmâ, onların küfründe ittifâk etmektedir. Her kim ki bu hususta duraksarsa, nassı ve tevkifi yalanlamış veya onlar hakkında şüphe etmiş olur ki, yalanlama ve şüphe de kâfirden başkasında vuku bulmaz.” (eş-Şifa, 2/281; Bkz. Kadı Iyaz, Şifa-ı Şerif Tercüme ve Şerhi, Rehber Yayınları, 591-597)

Şifa’yı neşredenler bu ibâreye koydukları dipnotta İbnu Hacer’den bu görüşün Gazalî’ye ait olmadığını nakletmektedirler. Doğrusunu Allah bilir.
Görüldüğü üzere Câhız’ın tenkid ve tekfir edilen usûlü ile günümüzde tekfir için hüccetin bilinmesini ve anlaşılmasını şart koşan kimselerin usûlü aynıdır. İkisi de hüccetin kâ’im olmasını, hüccetin anlaşılmasına bağlamaktadır ve azâbı, sadece mu’annidlere (bilerek inad edenlere) has kılmaktadır. Günümüzdeki sapıklar buna ilaveten daha önceki mülhid seleflerinin yapmadığı bir şeyi yapıp Allah’u Te’âlâ’ya ortak koşanlara Müslüman ismini vermektedirler...
Günümüzde tekfir için hüccetin bilinmesini ve anlaşılmasını şart koşan bu gibi kimseler Kur’an’a ulaşan veya ulaşma imkânı olan bir topluluğun kendilerine ârız olan bazı şüpheler ve karışıklıklardan dolayı hücceti anlamadıkları takdirde, azâb görmeyeceklerini ve dünya hükmü itibariyle de kâfir olmayacaklarını (!) iddia etmektedirler.
Câhız ve benzerleri bundan daha hafifini dile getirdikleri hâlde tekfir edilmişlerdir. Zîrâ onlar Yahudi, Hristiyan ve benzerlerinin Müslüman olmadıklarını kabul ettikleri hâlde hücceti idrâk etmekten âciz olan câhil tabakanın azâb görmeyeceğini iddia etmişlerdir. Bugün bu görüşü savunanlar ise Allah’u Te’âlâ’ya ibâdette ortak koşan kimselerin -eğer dilleriyle şehâdet getiriyorlarsa- ahirette azâb görmeyeceğini, üstelik dünyada da Müslüman hükmü alacaklarını (!) iddia etmektedirler.

Bkz. Muayyen Tekfirin Hükmü ve Hüccetin Ulaşması ile Hüccetin Anlaşılması Arasındaki Fark, 45 [dipnot 45]
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
Muayyen Tekfirin Hükmü...jpg


Bilakis Risâletin ve Kur’an’ın ulaşmadığı ve câhiliye üzerine ölen fetret ehli dahi, icmâ ile Müslüman olarak isimlendirilmez ve onlar için istiğfar dilenmez.

بَلْ أَهْلُ الْفَتْرَةِ الَّذِيْنَ لَمْ تَبْلُغْهُمُ الرِّسَالَةُ وَالقُرْآنُ وَمَاتُوا عَلَى الْجَاهِلِيَّةِ لَا يُسَمَّوْنَ مُسْلِمِينَ بِالْإِجْمَاعِ وَلاَ يُسْتَغْفَرُ لَهُمْ.

Kitap İsmi: “Muayyen Tekfirin Hükmü ve Hüccetin Ulaşması ile
Hüccetin Anlaşılması Arasındaki Fark”
sy, 17
Yazarı: İshak bin Abdirrahman Al’uş Şeyh
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
CUMA NAMAZI BAHSİ

Cuma Namazının Sıhhat Şartları:


"لَا تَصِحُّ الْجُمُعَةُ إلَّا فِي مِصْرٍ جَامِعٍ أَوْ فِي مُصَلَّى الْمِصْرِ . وَلَا تَجُوزُ فِي الْقُرَى ."
1- Cuma namazı ancak kalabalık şehirde veya şehrin namaz kılınan en büyük yerinde kılındığında sahih olur. Köylerde cuma namazı kılmak caiz değildir.

"وَلَا تَجُوزُ إقَامَتُهَا إلَّا بِالسُّلْطَانِ أَوْ مَنْ أَمَرَهُ السُّلْطَانُ ."
2- Cuma namazı ancak İslam şeriatini uygulayan İslam halifesi kıldırdığı ya da onun vekâleti ile kılındığı zaman caiz olur.

"وَمِنْ شَرَائِطِهَا : الْوَقْتُ ، فَتَصِحُّ فِي وَقْتِ الظُّهْرِ ، وَلَا تَصِحُّ بَعْدَهُ ."
3- Cuma namazının şartlarından biri belli bir vakitte kılınmasıdır. Bu vakit, öğle namazının vaktidir. Öğle namazının vaktinden (önce ya da) sonra kılınması sahih olmaz.

"وَمِنْ شَرَائِطِهَا : الْخُطْبَةُ قَبْلَ الصَّلَاةِ . يَخْطُبُ الإمامُ خُطْبَتَيْنِ يَفْصِلُ بَيْنَهُمَا بِقَعْدَةٍ . وَيَخْطُبُ قَائِمَاً عَلَى طَهَارَةٍ ."
4- Cuma namazının şartlarından biri de namazdan önce hutbe verilmesidir. İmam namazdan önce iki hutbe verir ve hutbelerin arasını bir oturuşla ayırır. Hutbeyi ayakta ve taharet üzere (abdestli olarak) verir.

"فَإِنْ اقْتَصَرَ عَلَى ذِكْرِ اللَّهِ تَعَالَى : جَازَ عِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ ، وَقَالَ أَبُو يُوسُفَ وَمُحَمَّدٌ : لَا بُدَّ مِنْ ذِكْرٍ طَوِيلٍ يُسَمَّى خُطْبَةً ."
İmam Ebu Hanife’ye göre imamın hutbede sadece Allah-u Teâlâ’yı zikretmesi caiz ve yeterlidir. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise bu, yeterli değildir; mutlaka yapılan zikrin hutbe denilebilecek uzun zikirlerden olması gerekir.

"وَإِنْ خَطَبَ قَاعِدَاً ، أَوْ عَلَى غَيْرِ طَهَارَةٍ : جَازَ ، وَيُكْرَه ."
İmam oturarak veya taharetsiz (abdestsiz) olarak hutbe verirse caiz olur fakat mekruhtur.

"وَمِنْ شَرَائِطِهَا : الْجَمَاعَةُ ، وَأَقَلُّهُمْ عِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ : ثَلَاثَةٌ سِوَى الْإِمَامِ وَقَالَا : اثْنَانِ سِوَى الْإِمَامِ ."
5- Cuma namazının şartlarından biri de cemaatle kılınmasıdır. İmam Ebu Hanife’ye göre; cemaatin imam dışında en az üç kişi olması gerekir. İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf’a göre ise imamın dışında iki kişinin olması yeterlidir.

Cuma Namazıyla İlgili Hükümler:

"وَيَجْهَرُ الْإِمَامُ بِالْقِرَاءَةِ فِي الرَّكْعَتَيْنِ . وَلَيْسَ فِيهِمَا قِرَاءَةُ سُورَةٍ بِعَيْنِهَا ."
1- İmam cuma namazının iki rekâtında da kıraati sesli olarak okur. Fatiha ile beraber okunması gereken zammi sure herhangi bir sure olabilir, belli bir sure olması şart değildir.
"وَلَا تَجِبُ الْجُمُعَةُ عَلَى مُسَافِرٍ ، وَلَا امْرَأَةٍ ، وَلَا مَرِيضٍ ، وَلَا عَبْدٍ ، وَلَا عَلَى أَعْمَى . فَإِنْ حَضَرُوا وَصَلَّوْا مَعَ النَّاسِ : أَجْزَأَهُمْ عَنْ فَرْضِ الْوَقْتِ".
2- Cuma namazı; yolcu olana, kadına, hasta olana, köleye ve kör olana farz değildir. Şayet bu kimseler cuma namazında Müslümanlarla birlikte hazır bulunur ve namaz kılarlarsa kıldıkları bu namaz öğle namazının farzı yerine geçer.

"وَيَجُوزُ لِلْمُسَافِرِ وَالْعَبْدِ وَالْمَرِيضِ أَنْ يَؤُمُّوا فِي الْجُمُعَةِ."
3- Yolcu, köle ve hasta olan kimsenin cuma namazında imam olması caizdir.

"ومَنْ صَلَّى الظُّهْرَ فِي مَنْزِلِهِ يَوْمَ الْجُمُعَةِ قَبْلَ صَلَاةِ الْإِمَامِ ، وَلَا عُذْرَ لَهِ : كُرِهَ لَهُ ذَلِكَ وَجَازَتْ صَلَاتُهُ. "
4- İmam cuma namazını kıldırmadan önce, bir kimse herhangi bir özrü olmadığı halde evinde öğle namazını kılarsa, yaptığı mekruh olmakla birlikte kıldığı namaz geçerli olur.

"فَإِنْ بَدَا لَهُ أَنْ يَحْضُرَ الْجُمُعَةَ ، فَتَوَجَّهَ إلَيْهَا : بَطَلَتْ صَلَاةُ الظُّهْرِ عِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ بِالسَّعْيِ ، وَقَالَ أَبُو يُوسُفَ وَمُحَمَّدٌ : لَا تَبْطُلُ حَتَّى يَدْخُلَ مَعَ الْإِمَامِ."
Öğle namazını bu şekilde kıldıktan sonra cuma namazını kılmaya karar verirse İmam Ebu Hanife’ye göre; cuma namazına gitmek için niyet edip yürümeye başlamasıyla daha önce kıldığı öğle namazı batıl olur. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise imama tabi olup cuma namazına girmedikçe daha önce kıldığı öğle namazı batıl olmaz.

"وَيُكْرَهُ أَنْ يُصَلِّيَ الْمَعْذُورُونَ الظُّهْرَ فِي جَمَاعَةٍ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَكَذَا أَهْلُ السِّجْنِ ."
5- Mazeret sahibi olduklarından dolayı cuma namazını kılamayan kimselerin cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur. Aynı şekilde hapiste bulunan kimselerin de cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur.

Cuma Namazına Sonradan Yetişenin Hükmü:

"وَمَنْ أَدْرَكَ الْإِمَامَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ : صَلَّى مَعَهُ مَا أَدْرَكَ ، وَبَنَى عَلَيْهَا الْجُمُعَةَ . وَإِنْ أَدْرَكَهُ فِي التَّشَهُّدِ ، أَوْ فِي سُجُودِ السَّهْوِ : بَنَى عَلَيْهَا الْجُمُعَةَ عِنْدَ أبِي حَنِيفَةَ وأبِي يُوسُف . وَقَالَ مُحَمَّدٌ : إنْ أَدْرَكَ مَعَهُ أَكْثَرَ الرَّكْعَةِ الثَّانِيَةِ : بَنَى عَلَيْهَا الْجُمُعَةَ ، وَإِنْ أَدْرَكَ أَقَلَّهَا : بَنَى عَلَيْهَا الظُّهْرَ ."
Cuma günü cuma namazında imama sonradan yetişen kişi, yetiştiği kısmı ona tabi olarak kılar. İmam, namazı bitirdikten sonra kaçırdığı kısmı cuma namazı olarak tamamlar. Şayet imam teşehhüdde iken veya sehiv secdesi yaparken ona yetişip tabi olmuşsa İmam Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf’a göre; cuma namazına yetiştiği için kaçırdığı kısmı imam selam verdikten sonra cuma namazı olarak tamamlar. İmam Muhammed’e göre ise ancak ikinci rekâtın çoğuna yetişirse kaçırdığı kısmı imam selam verdikten sonra cuma namazı olarak tamamlar. Fakat ikinci rekâtın çoğunu kaçırmış, azına yetişmişse kaçırdığı namazı öğle namazı olarak tamamlar.

Cuma Gününde Vacip Olan Şeyler:
"وَإِذَا خَرَجَ الْإِمَامُ إلى الخُطْبَةِ يَوْمَ الْجُمُعَةِ : تَرَكَ النَّاسُ الصَّلَاةَ وَالْكَلَامَ حَتَّى يَفْرُغَ مِنْ خُطْبَتِهِ . "
1- Cuma günü imam hutbeye çıktığında, hutbesini bitirinceye kadar insanlar namaz kılmayı ve konuşmayı terk ederek hutbeyi dinlerler.

"وَإِذَا أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ الْآذَانَ الْأَوَّلَ : تَرَكَ النَّاسُ الْبَيْعَ ، وَالشِّرَاءَ وَتَوَجَّهُوا إلَى الْجُمُعَةِ . "
2- Cuma günü müezzin ilk ezanı okuduğunda insanlar alışverişi terk edip cuma namazına giderler.

"وإذا صَعِدَ الإمَامُ المِنْبَرَ : جَلَسَ ، وَأَذَّنَ المُؤَذِّنُونَ بَيْنَ يَدَيِ المِنْبَرِ ، ثُمَّ يَخْطُبُ الإمَامُ ، فَإِذَا فَرَغَ مِنْ خُطْبَتِهِ: أَقَامُوا الصَّلاةَ ،وَصَلًّوا . "
3- İmam, minbere çıktığında oturur, ezan okuyan kişi minberin önünde ezan okur. Sonra imam hutbe okur, hutbesini bitirince ikamet getirilir ve namaz kılınır.
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
CUMA NAMAZI BAHSİ

Cuma Namazının Sıhhat Şartları:


"لَا تَصِحُّ الْجُمُعَةُ إلَّا فِي مِصْرٍ جَامِعٍ أَوْ فِي مُصَلَّى الْمِصْرِ . وَلَا تَجُوزُ فِي الْقُرَى ."
1- Cuma namazı ancak kalabalık şehirde veya şehrin namaz kılınan en büyük yerinde kılındığında sahih olur. Köylerde cuma namazı kılmak caiz değildir.

"وَلَا تَجُوزُ إقَامَتُهَا إلَّا بِالسُّلْطَانِ أَوْ مَنْ أَمَرَهُ السُّلْطَانُ ."
2- Cuma namazı ancak İslam şeriatini uygulayan İslam halifesi kıldırdığı ya da onun vekâleti ile kılındığı zaman caiz olur.

"وَمِنْ شَرَائِطِهَا : الْوَقْتُ ، فَتَصِحُّ فِي وَقْتِ الظُّهْرِ ، وَلَا تَصِحُّ بَعْدَهُ ."
3- Cuma namazının şartlarından biri belli bir vakitte kılınmasıdır. Bu vakit, öğle namazının vaktidir. Öğle namazının vaktinden (önce ya da) sonra kılınması sahih olmaz.

"وَمِنْ شَرَائِطِهَا : الْخُطْبَةُ قَبْلَ الصَّلَاةِ . يَخْطُبُ الإمامُ خُطْبَتَيْنِ يَفْصِلُ بَيْنَهُمَا بِقَعْدَةٍ . وَيَخْطُبُ قَائِمَاً عَلَى طَهَارَةٍ ."
4- Cuma namazının şartlarından biri de namazdan önce hutbe verilmesidir. İmam namazdan önce iki hutbe verir ve hutbelerin arasını bir oturuşla ayırır. Hutbeyi ayakta ve taharet üzere (abdestli olarak) verir.

"فَإِنْ اقْتَصَرَ عَلَى ذِكْرِ اللَّهِ تَعَالَى : جَازَ عِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ ، وَقَالَ أَبُو يُوسُفَ وَمُحَمَّدٌ : لَا بُدَّ مِنْ ذِكْرٍ طَوِيلٍ يُسَمَّى خُطْبَةً ."
İmam Ebu Hanife’ye göre imamın hutbede sadece Allah-u Teâlâ’yı zikretmesi caiz ve yeterlidir. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise bu, yeterli değildir; mutlaka yapılan zikrin hutbe denilebilecek uzun zikirlerden olması gerekir.

"وَإِنْ خَطَبَ قَاعِدَاً ، أَوْ عَلَى غَيْرِ طَهَارَةٍ : جَازَ ، وَيُكْرَه ."
İmam oturarak veya taharetsiz (abdestsiz) olarak hutbe verirse caiz olur fakat mekruhtur.

"وَمِنْ شَرَائِطِهَا : الْجَمَاعَةُ ، وَأَقَلُّهُمْ عِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ : ثَلَاثَةٌ سِوَى الْإِمَامِ وَقَالَا : اثْنَانِ سِوَى الْإِمَامِ ."
5- Cuma namazının şartlarından biri de cemaatle kılınmasıdır. İmam Ebu Hanife’ye göre; cemaatin imam dışında en az üç kişi olması gerekir. İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf’a göre ise imamın dışında iki kişinin olması yeterlidir.

Cuma Namazıyla İlgili Hükümler:

"وَيَجْهَرُ الْإِمَامُ بِالْقِرَاءَةِ فِي الرَّكْعَتَيْنِ . وَلَيْسَ فِيهِمَا قِرَاءَةُ سُورَةٍ بِعَيْنِهَا ."
1- İmam cuma namazının iki rekâtında da kıraati sesli olarak okur. Fatiha ile beraber okunması gereken zammi sure herhangi bir sure olabilir, belli bir sure olması şart değildir.
"وَلَا تَجِبُ الْجُمُعَةُ عَلَى مُسَافِرٍ ، وَلَا امْرَأَةٍ ، وَلَا مَرِيضٍ ، وَلَا عَبْدٍ ، وَلَا عَلَى أَعْمَى . فَإِنْ حَضَرُوا وَصَلَّوْا مَعَ النَّاسِ : أَجْزَأَهُمْ عَنْ فَرْضِ الْوَقْتِ".
2- Cuma namazı; yolcu olana, kadına, hasta olana, köleye ve kör olana farz değildir. Şayet bu kimseler cuma namazında Müslümanlarla birlikte hazır bulunur ve namaz kılarlarsa kıldıkları bu namaz öğle namazının farzı yerine geçer.

"وَيَجُوزُ لِلْمُسَافِرِ وَالْعَبْدِ وَالْمَرِيضِ أَنْ يَؤُمُّوا فِي الْجُمُعَةِ."
3- Yolcu, köle ve hasta olan kimsenin cuma namazında imam olması caizdir.

"ومَنْ صَلَّى الظُّهْرَ فِي مَنْزِلِهِ يَوْمَ الْجُمُعَةِ قَبْلَ صَلَاةِ الْإِمَامِ ، وَلَا عُذْرَ لَهِ : كُرِهَ لَهُ ذَلِكَ وَجَازَتْ صَلَاتُهُ. "
4- İmam cuma namazını kıldırmadan önce, bir kimse herhangi bir özrü olmadığı halde evinde öğle namazını kılarsa, yaptığı mekruh olmakla birlikte kıldığı namaz geçerli olur.

"فَإِنْ بَدَا لَهُ أَنْ يَحْضُرَ الْجُمُعَةَ ، فَتَوَجَّهَ إلَيْهَا : بَطَلَتْ صَلَاةُ الظُّهْرِ عِنْدَ أَبِي حَنِيفَةَ بِالسَّعْيِ ، وَقَالَ أَبُو يُوسُفَ وَمُحَمَّدٌ : لَا تَبْطُلُ حَتَّى يَدْخُلَ مَعَ الْإِمَامِ."
Öğle namazını bu şekilde kıldıktan sonra cuma namazını kılmaya karar verirse İmam Ebu Hanife’ye göre; cuma namazına gitmek için niyet edip yürümeye başlamasıyla daha önce kıldığı öğle namazı batıl olur. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise imama tabi olup cuma namazına girmedikçe daha önce kıldığı öğle namazı batıl olmaz.

"وَيُكْرَهُ أَنْ يُصَلِّيَ الْمَعْذُورُونَ الظُّهْرَ فِي جَمَاعَةٍ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَكَذَا أَهْلُ السِّجْنِ ."
5- Mazeret sahibi olduklarından dolayı cuma namazını kılamayan kimselerin cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur. Aynı şekilde hapiste bulunan kimselerin de cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur.

Cuma Namazına Sonradan Yetişenin Hükmü:

"وَمَنْ أَدْرَكَ الْإِمَامَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ : صَلَّى مَعَهُ مَا أَدْرَكَ ، وَبَنَى عَلَيْهَا الْجُمُعَةَ . وَإِنْ أَدْرَكَهُ فِي التَّشَهُّدِ ، أَوْ فِي سُجُودِ السَّهْوِ : بَنَى عَلَيْهَا الْجُمُعَةَ عِنْدَ أبِي حَنِيفَةَ وأبِي يُوسُف . وَقَالَ مُحَمَّدٌ : إنْ أَدْرَكَ مَعَهُ أَكْثَرَ الرَّكْعَةِ الثَّانِيَةِ : بَنَى عَلَيْهَا الْجُمُعَةَ ، وَإِنْ أَدْرَكَ أَقَلَّهَا : بَنَى عَلَيْهَا الظُّهْرَ ."
Cuma günü cuma namazında imama sonradan yetişen kişi, yetiştiği kısmı ona tabi olarak kılar. İmam, namazı bitirdikten sonra kaçırdığı kısmı cuma namazı olarak tamamlar. Şayet imam teşehhüdde iken veya sehiv secdesi yaparken ona yetişip tabi olmuşsa İmam Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf’a göre; cuma namazına yetiştiği için kaçırdığı kısmı imam selam verdikten sonra cuma namazı olarak tamamlar. İmam Muhammed’e göre ise ancak ikinci rekâtın çoğuna yetişirse kaçırdığı kısmı imam selam verdikten sonra cuma namazı olarak tamamlar. Fakat ikinci rekâtın çoğunu kaçırmış, azına yetişmişse kaçırdığı namazı öğle namazı olarak tamamlar.

Cuma Gününde Vacip Olan Şeyler:
"وَإِذَا خَرَجَ الْإِمَامُ إلى الخُطْبَةِ يَوْمَ الْجُمُعَةِ : تَرَكَ النَّاسُ الصَّلَاةَ وَالْكَلَامَ حَتَّى يَفْرُغَ مِنْ خُطْبَتِهِ . "
1- Cuma günü imam hutbeye çıktığında, hutbesini bitirinceye kadar insanlar namaz kılmayı ve konuşmayı terk ederek hutbeyi dinlerler.

"وَإِذَا أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ الْآذَانَ الْأَوَّلَ : تَرَكَ النَّاسُ الْبَيْعَ ، وَالشِّرَاءَ وَتَوَجَّهُوا إلَى الْجُمُعَةِ . "
2- Cuma günü müezzin ilk ezanı okuduğunda insanlar alışverişi terk edip cuma namazına giderler.

"وإذا صَعِدَ الإمَامُ المِنْبَرَ : جَلَسَ ، وَأَذَّنَ المُؤَذِّنُونَ بَيْنَ يَدَيِ المِنْبَرِ ، ثُمَّ يَخْطُبُ الإمَامُ ، فَإِذَا فَرَغَ مِنْ خُطْبَتِهِ: أَقَامُوا الصَّلاةَ ،وَصَلًّوا . "
3- İmam, minbere çıktığında oturur, ezan okuyan kişi minberin önünde ezan okur. Sonra imam hutbe okur, hutbesini bitirince ikamet getirilir ve namaz kılınır.


Muhtasar'ul Kudûrî
Cuma Namazı Bahsi
 
kâtib Çevrimdışı

kâtib

لَا إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّٰهُ
İslam-TR Üyesi
Takva Sahiplerinin Özellikleri

1-Aleyhlerine şahitlik edilmeden önce hakkı itiraf ederek hakkı bilirler ve O'nu yerine getirirler.

Bâtılı da inkâr ederek ondan uzaklaşırlar. Kendisine herhangi gizli bir şeyin kalmayacaği Celîl olan Rab'den korkarlar.

2-ALLAH'ın Kitabı'yla amel ederler; O'nun haram saydığını haram, helâl saydığını da helâl sayarlar.

3-Kendilerine vermeyenlere verirler, kendilerine haksızlık yapanlara karşı affedici olurlar.

4-Kendilerinden hayır beklenilip, şerlerinden yana da emin olunan kimselerdendir.

5-Gıybet etmezler, yalan söylemezler, münafıklık yapmazlar, koğuculuk yapmazlar ve hasedde bulunmazlar.

6-Gösteriş yapmazlar, fâiz yemezler, iftira atmazlar.

[İşte Salihler Böyleydi]
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
Zamanımızdaki pek çok kişi için bu okullara gitmek zorunlu hatta güzel bir iş olarak kabul edilmektedir. Okulları terk etmek ve onlardan uzaklaşmak, batıl ve dalalet olarak kabul ediliyor. Oysaki okullardaki fitne ve fücurun ne denli çok olduğunu ancak körler ya da Allah’ın basiretini kapattığı ve furkan nurundan mahrum bıraktığı kişiler göremez. Çocuklarını bu okullardan koruyan nerdeyse hiç kimseyi göremezsiniz.

|Ebu Muhammed Asım el-Makdisi Fesad Medreseleri-sf. 36 |
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
Ey dindar babalar! Bunun anlamı şudur: Eğer çocuğunu herhangi bir şekilde, sırada bayrağa saygı duruşu yapmaktan alıkoyabilsen bile, bil ki o yine de bu eğitim sisteminin içinde ona saygı gösterecek, okuyacak, resmini çizip boyayacaktır.
Her muvahhidin bilmesi gereken gerçek, bu okulların temelden fasid olduklarıdır. Eğer temel bozulursa onun üzerine yama yapmaya çalışman çözüm olmayacaktır. Eğer dal yamuksa gölgesi nasıl doğru olur.

|Ebu Muhammed Asım el-Makdisi Fesad Medreseleri-sf. 147 |
 
kâtib Çevrimdışı

kâtib

لَا إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّٰهُ
İslam-TR Üyesi
"Kendi vakiamda, Kitap ve Sünnet'te bulduğum üzere hidayete ermiş bir insan suretini araştırdığımda, yemin ederim ki bunun 'Tevhid ve Cihad' ehlinde olduğunu gördüm.
Birçok evreden geçtim, birçok fikir sofralarına gidip geldim, minberlerde dolaştım; soruşturuyor, araştırıyor ve takip ediyorum. Karşılaşacaklarımı umursamadan ve taşıdıklarıma taasupta bulunmadan dalıyorum. Lâkin burada Rabbimin: 'Onların şahitlikleri yazılacak ve sorulacaklardır' (Zuhruf-19) buyruğunu hatırlayarak diyorum ki: Rabbimizin kitabında ve Rasulü'nün Sünneti'nde hidayete eren insanın olaylarını, fiillerini ve sözlerini şu zamanımıza tabir eden 'Tevhid ve Cihad' ehlidir.

Evet, -ALLAH söylediklerime şahittir- isimlerin perdelerinden soyutlanıp, unvanların heybetinden uzaklaşıp, kendimi başlıkların baskısından özgürleştirdiğimde, zamanımızda putları kırarken Hz. İbrahim'in yaptığını yapan, mürted Museylemetu'l-Kezzab'ın bahçesine dalarken Bera b. Malik'in yaptığını yapan, Rahman'ın rızasını isteyerek mülkünü satan, ALLAH için Hicret eden, hak kelimesi uğruna esir olanları gördüm.

Bu zamanda bunların hepsi, ancak bu vasıfları bir arada bulunduran toplayıcı bir isimde bulunmaktadır: Tevhid ve Cihad."

[Ebu Katade Filistini/Tevhid ve Cihad Ehline 40 Hadis]

(Alıntı)
 
Üst Ana Sayfa Alt